“Her şeyin özelleştirilmiş olduğu bir ülkede devletin yargıyı hala kendi tekelinde tutmasının aykırılığından… Evet, aykırılığından! Biliyorsun, geçen yüzyılın sonlarından beri her şey özelleştirildi bu ülkede, özellikle yabancılara, yabancı alıcı çıkmayınca da yerli kodamanlara, yani onların taşeronlarına satıldı, dağlar, taşlar, ırmaklar, denizler, limanlar, havaalanları, gemiler, uçaklar, trenler, yollar, köprüler, fabrikalar, çöpler, okullar, üniversiteler, stadyumlar… Öyleyse her şey özel kurumların elindeyse, yargı neden özelleştirilmesin ki? Evet, neden özelleştirilmesin? Yargının neyi eksik?… gerekçem de düzenin tutarlılığı olacak!” (s. 52-53) Tahsin Yücel, Gökdelen, Can Yayınları
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasının tek adam tarafından çekilmesi kararının ardından; feministler, erkek şiddeti ile mücadele eden kadın örgütleri, TBB ve barolar, sendikalar, meslek örgütleri ve partiler tarafından ‘Cumhurbaşkanı’nın hukuka aykırı kararını kabul etmiyoruz’ denilerek Danıştay’a 200’den fazla dava açıldı.
İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kadınlara yönelik erkek şiddetine karşı var olan en kapsamlı sözleşme olma özelliği taşıyor. Türkiye bu kararla şiddete karşı mücadele etmekten uzaklaşarak, erkek şiddetini önleme, kadınları şiddete karşı koruma, failleri cezalandırma ve kurumların şiddete karşı koordinasyon içinde çalışması ilkelerini ret etmiş oldu.
***
Hukuk tarihimiz açısından önemli savunmaların yapıldığı 28 Nisan- 23 Haziran 2022 tarihleri arasındaki dört duruşmada; yüzlerce kadın avukat, erkek şiddeti ile mücadele eden hak savunucuları duruşmalara katıldı. Ve artık sıra 10. Daire’nin kararını açıklamasına gelmişti. Danıştay 10. Dairesi, 19 Temmuz 2022’de 2’ye karşı 3 hâkimin oyu yani oyçokluğu ile davaları reddetti ve Anayasa’ya aykırı olan Sözleşme’den çekilme kararını “hukuka uygun” buldu. Yapmış olduğumuz temyiz başvuruları da Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından kabul görmedi ve bu kararlar da adaletin kara kaplı defterine eklenmiş oldu.
Memleketin en üst mahkemelerinden birinin kararı kesinleştirerek Anayasa açıkça ihlal edilmişti. İstanbul Sözleşmesi’ne dair bir gece yarısı alınan hukuksuz karardan neredeyse üç yıl sonra yüzlerce kadın, çocuk, LGBT+’nin öldürüldüğü, şiddetin pek çok türüne maruz kaldığı 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nden üç gün sonra bu kez aralarında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın da olduğu başvuruların duruşmaları için Danıştay’daydık. İlk aşamadaki talebimiz, hukuka uygun olmayan yorumlarını kararlara da geçirip tarafsızlığı tartışılır hale gelen üyelerin davadan çekilmesi gerektiğini iletmek oldu.
Cumhurbaşkanı Kararı’nın Anayasa’nın Cumhuriyetin nitelikleri, kanun önünde eşitlik, Anayasa’nın bağlayıcılığı ve üstünlüğü, temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması, milletlerarası antlaşmaları uygun bulma ve Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri maddelerine aykırı olduğunu aynı Daire’ye beşinci kez anlattık. Yine; davacı avukatların kerhen dinlendiği, ‘bitse de gitsek’ havasının egemen olduğu bir oturumdu. Her ne kadar, geçen sene verilen kararlarda talebimize ilişkin ret kararı yönünde oy kullanan başkan ve bazı üye hakimlerin görüşlerinin belli olduğunu bilerek duruşmaya gitmiş olsak da, sanki müsamere sahneleniyor gibi bir yaklaşıma tanıklık etmek yine de kolay değildi. Pek çok şehirden Danıştay’a gitmiş onlarca kadının emeğini, savaşımını, iradesini yok sayan, feminist mücadeleyi şeytanlaştıran tek adam rejiminin ceberrutluğu yine o salondaydı. Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın uzman dinletme talebinin çarçabuk reddinden de, gerekçeli kararın Cumhurbaşkanı tarafının dilekçelerinin bir kopyası olmasından da belliydi, hakikati dinlemeye tahammülleri yok. En iyisi yine, yeniden yazmak.
***
İstanbul Sözleşmesi; yıllardır kadına yönelik erkek şiddetinin son bulması için çabalayan, pes etmeden çalışan, kadınların deneyimlerinden öğrenerek sistemi kadınlardan yana dönüştürmek için mücadele eden kadınların bilgisi ile hazırlanmış bir düzenleme. Bu nedenle bizler için bir uluslararası sözleşme olmanın ötesinde. Bizler; Danıştay 10. Dairesi’nin kararına rağmen oradaydık, çünkü her gün maruz kaldığı şiddetten uzaklaşabilmek için destek arayan kadınlarla dayanışma kuran, onları dinleyen bizleriz.
Kadınların erkek şiddetinden kurtulmak için verdikleri mücadeleyi, devletin kadınları şiddetten koruma görevini yerine getiremediğini ve kadınlar için şiddetten uzak bir hayat kurabilmenin imkânsız hale getirildiğini de, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmenin ardındaki toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığının hunharca yayıldığını da görüyoruz. Temel insan hakları ile ilgili bu sözleşme, kadınlar haklarına sahip çıktıkça yaşayacak ve de yaşatacaktır. “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” bir slogandan daha fazlasıdır, kadınların eşitlikten vazgeçmeyeceklerinin ifadesidir. Anayasa’ya, Medeni Yasa’ya, 6284 sayılı Yasa’ya dair saldırıların hız kesmediği, laikliğin hedefe koyulduğu bu iklimde biz kadınlar yine en çok direnenleriz. 28 Kasım’da yine Danıştay’daydık çünkü kadınların maruz kaldığı ayrımcılık ve şiddetin tanığıyız, en çok da kendi hayatlarımızdan.
Ve kadınlar lehine bu hukuk düzenini dönüştürmek, hayatlarımız, haklarımız üzerinden siyaset yapılmasına izin vermemek için mücadeleye her zaman, her yerde devam edeceğiz.