Bugün On Aralık insan hakları günüdür. Eskiden böylesi günler için genel ve yerel toplamlı makale yazma geneliğim vardı. Fakat, baktım ki konuyla alakalı pek de duyarlılık da yok. Hele K. Kıbrısta brakın ilgiği, ihlaller için dahi normalin de ötessine gelen zamana ulaştık. Bu yüzden başlangıçtaki önemli günler duyarlılığım giderek azaldı. Zaten, baktığımızda konularla alakalı örgütler de ilgi yerine ya adet yerini bulsun veya duyalmızlıkta dizilmeğe çoktan geçtilerdi. Bu yüzden eski geleneksel duruşun bir anda yerini ilgilenmeme derecesinde tutma noktasına taşıdı.
İnsan hakları günündeyiz. Eskiden her yıl yazdığım yazının önemli durumunu yeniden yazarak olaya devam edecem. Daha tıpkı birçok önemli ilan edilen günlerdeki gibi, daha baştan gün kabul edilmesi olurken dahi birçok görüş, konunun özünden oldukça uzak ilkeler konduğu görüşleri yaygındı. Fakat, yine de şu ortak noktada buluşanlar da çoktu: ilan edilen gün elbet yetersizdir. Üstelik buharlaşan veya anlamı bunalık olan cümleler de çok. Yine de önemli olan şu: en azından ulaşılacak hedef koyma bakımından başlangıç önemlidir. İnsan haklarında da olduğu gibi, dünyada ulaşılması gereken ilkeler belgesi olarak hedefe konulması önemli sayıldı.
Görüldüğü gibi Bindokuzyüzkırksekizde ilan edilen uluslararası insan hakları bildirgesi, daha baştan eksik ve çok geriden başlandığını ilan edenler dahi kabul ediyordu. Fakat, yine de B.M. bu belgeleri önüne koyup ulaşılacak hedef ile bunun üzerinden deyerlendirmeler yapma somut kriterlerini oluşturduğu ilan ediliyordu. Üstelik manzumenin bulanık ve oldukça eksik olmasına rağmen, ilan ediliş şekli epey şaşalıydı.
Aradan yılar geçti. Yarım asrı çoktan aştık. Fakat, önce olan duyarlılık dahi kayboldu. Önce başta devletler konuyla alakalı ilgisizlikle, unuturma havasına sokuldu. Sonra oluşturulan Neoliberal tipi yapılarla da çoğu insan hakları örgütleri demeç verme ve iş yaparmış çizgisine dek geldi. EN tehlikelisi, insan hakları üzerinden görev yapmaya çalışanların da başına gelmeyen kalmadı. Adeta insan hakları konusunda bilgi vermek dahi önemli ülkelerde suçlanaıp hapse girmeği yeterli saymaya yetiyordu.
Yine başka bir ölçek de şu: konulan ve yetersizliğine rağmen ulaşılamayan belgenin de gerisine gidilirken, öte yandan sistem yeni insan hakları yaratan kurumsallaşmalara da çanak tutu. Yeni insan hakları ayrımlı kaçakçılıktan mafyacılığa varan yaygın uluslararası kurumsallaşmalarla daha da artı. Göçmenlikten mafya tipi organizyasyonlara dek yeni suç alanları oluşturuldu. Ek olarak ticarileşme ve mafya tipi kurumsallaşma ile kadınlardan çocuklara epey gerilemeler oldu. Artan yeni faşizim dalgası, gericiliğin kültürleşip otoriteleşmesi siyasal seçkilerin kitleselleşmesiyle birçok yeni insan hakları ihlallerinin de oluşmasını resmen tetiklemeler oldu.
Artık demokratik gerileme, faşizmin yükselip göç dalgasının yaygınlaşmasıyla birlikte insan hakları konusu birçok ülkede sorun dahi görülmeme derecesine geriledi. Hem konuşulmayan hem ilgi duyulmayan hem de yeni esrumanların eklendiği sorunsal yumağa dönüştürüldü. Nitekim bunun en vahşi katliyamcılığını Gazze sürecinde yaşıyoruz. Ne tesadüf ki çocuk kadın yaşlı binaların altında katledilirken dahi B.M. ateşkes önerisini geçiremedi. Böylesi insan haklarından uzaklaştırılan gerçekler oldukça fazladır. Etnik temizlik veya göçmen davranışları yeni otoriter faşist devletin önemli idolojik aygıtları haline getirildi. Artık savaşların tehlikesi, düşmanlılklar güncelin de gerisine düşüp konuşulmayacak dlerecede önemsiz hale sokuldu. Barış demenin suç ilan edilme dönemini yaşamaktayız.
Ülkemiz de bu süreçte kendine düşeni aldı. Yönetim kesimin dilediği gibi küfredip yolsuzluk yapma kolaylığı yanında kaçakçılık yaşam yapısında “göçmenlik, mültecilik, yerleşikler” gibi dilendiği her yerde kulanım suç ve hak ihlali kesimler oldukça fazladır. Zaten K. Kıbrıs kara paradan tutun her türlü kaçakçılık olguları uluslararası raporlarda dolu dolu vardır. Kadın konusunda bozulan sosyolojik yapıdan gericileşen siyasal ilhaklaşma nedeniyle alışılmamış şekilde epey geriye gidildi. Tacizler, cinayetler ve kaçırmalar yanında sektörel atılma seks alanları da kurumsallaştırıldı. Çocuk konusunda ise sektörcülük ve gericiliğin cenderesine dek gelindi. Siyasal boyuta deyinmek artık gerekmez. Siyasal durumunuzla işe alma ve makam kapma hukuku çoktan normalleşti. Hele gerçekleri söylemenin suç veya hayinlikle suçlama normalleşmenin de ötesinde idolojik hegemonya esrumanı oldu. Bu arada insan kaçakçılığı gibi konular salt içsel deyil geçiş ve rant eksenli de epey yaygındır.
Bu basit normalliklerle biz nasıl kırksekizdeki belgenin hedefine ulaşıldığını vurgulama şansımız var? Buna otoriteleşme ile gericilikle zaten insan hakı da kadercilik rızasına dek getirilmesi de gayet doğal haldedir. Ozaman da insan hakları bildirgeleri yayınlansa da pek duyarlılık olmayacağı da kesin. Tam aksine risklidir. Şimdi anladınız mı neden soruma?