Piyasalar kapalı olduğu için hafta sonları ekonomi gündemi genellikle durgun geçer, medya ilginç haber bulmakta zorlanır. Ancak, cumartesi günü yayımlanan Ahmet Hakan’ın Gaye Erkan röportajı sayesinde bu hafta sonu bol bol ekonomi konuşuldu. Çarpıcı magazinel öğeler de içeren bu diyalog, Türkiye ekonomisinin nabzını tutan apartman görevlisi Sadık efendiyle tanışmamıza vesile oldu. Dünya basınında da, “yüksek kiralar yüzünden Türkiye Merkez Bankası Başkanı annesinin evine taşındı” flaş haberini manşete taşıdı.
MERKEZ BANKACILIĞININ YÜKSELİŞİ
Bu renkli röportajın ayrıntılarına girmeden önce, isterseniz son dönemlerde tüm küresel ekonomide merkez bankaları neden bu denli önem kazandı, konusuna kısaca göz atalım. 1979’da dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter’ın Paul Volcker’ı Amerikan Merkez Bankası FED’in başına getirmesi bu anlamda bir dönüm noktası oldu. Volcker Şoku diye hatırlanan keskin faiz artışlarıyla talep zayıflatıldı, işsizlik arttı, ekonomik büyüme yavaşladı. Ama doğrusu enflasyon da alt edildi. Bu hamle neoliberalizmin ilk büyük başarısı olarak kayda geçti.
Öte yandan yüksek faiz oranları ve doların değer kazanması sonucu Meksika’nın iflasını ilan etmesiyle, Üçüncü Dünya Borç Krizi tetiklendi. Birbiri ardına, az gelişmiş ülkeler IMF ve Dünya Bankası’nın ocağına düştüler. Ancak neoliberal kemer sıkma reçetelerini kabullenmeleri, kalkınmacı ekonomi politikalarını terk etmeleri karşılığında borçlarını erteleyebildiler. Böylelikle kapitalist küreselleşme yaygınlaşmış, benzer politikalar dünyanın farklı köşelerine taşınmış oldu.
Bir kere sendikaların gücü kırıldıktan, emeğin pazarlık gücü zayıflatıldıktan sonra, merkez bankaları kritik anlarda faizleri düşürüp, piyasalara likidite sağlayarak ekonomiyi rahatlatmak için devreye girmeye başladılar. FED’in ultra piyasacı eski başkanı Alan Greenspan her sıkışıklık anında likidite bolluğu yaratarak, başta hisse senedi ve emlak piyasaları, varlık fiyatlarını yükseltip finansal ve reel varlıkları ellerinde tutan rantiye kesimlerin yüzünü güldürdü.
BAĞIMSIZ MERKEZ BANKACILIĞI EFSANESİ
80’lerle birlikte dolaşıma sokulan, giderek piyasacılarca kutsal bir anlam atfedilen kavram “bağımsız merkez bankacılığı” oldu. Bu anlayışa göre, özellikle seçim süreçlerinde hükümetlerin işsizliği azaltmaya ve büyümeyi alevlendirmeye öncelik vermesi, enflasyon sorununu ise tekrar göreve geleceğini düşünerek seçim sonrasına ertelemesi beklenir. Halbuki bağımsız merkez bankasının bu popülist eğilimlere prim vermeyeceği, enflasyonla mücadelede kararlılık göstereceği kesindir. Hele bir de misyonu Avrupa Merkez Bankası’nda olduğu gibi enflasyonu kontrol altında tutmakla sınırlanırsa…
Ana akım iktisatta pek revaçta olan “rasyonel beklentiler teorisi” penceresinden bakılırsa; hükümetlere hedeflenen enflasyon hedefine sadık kalmaları konusunda güvenilemeyeceği gibi, eğer popülizmden uzak dursalar bile, yatırımcıların yüksek enflasyon doğrultusunda pozisyon almaları engellenemez. Enflasyon bu kendinden menkul kehanet üzerinden yükselme eğilimine girer. Öyleyse en doğrusu, merkez bankasının başına teknisyen bir başkan atayıp işi sağlam tutmaktır.
Bağımsız merkez bankacılığında bir enflasyon oranı hedeflenir, bankanın elindeki tüm araçlar bu amacı gerçekleştirmek üzere seferber edilir. Peki düşük enflasyonu öncelikle kim talep eder? Finansal varlıkları ellerinde tutanlar. Eğer portföyünüzde %5 dolar faizli bir tahvil varsa enflasyonun %2’ye düşmesi halinde %3 reel faiz kazanırsınız. Halbuki enflasyon %6’ya sıçrarsa reel getiriniz -%1’e kadar düşer.
Hatta son yıllarda bağımsız merkez bankacılığı “şehirde sahnelenen tek oyun” diye de değerlendirilmeye başlandı. Çünkü metropol kapitalist ülkelerde merkez sağ, merkez sol tüm hükümetler bağımsız merkez bankacılığını benimsiyor, ekonomik sorunların çözümünü merkez bankası başkanlarının hünerine bırakıyordu.
TAM MAAŞ DA KİRAYA YETMİYOR
Sözünün ettiğimiz enflasyon hedeflemesi politikası ilk kez 1989’da Yeni Zelanda’da uygulandı. Hatta Merkez Bankası Başkanının maaşı yüzde 0-2 arasında enflasyon oranını tutturma şartına bağlandı. Halbuki Gaye Erkan enflasyon hala yüzde 62 civarında seyretmesine karşın, bir kesintiye uğramadan maaşını tıkır tıkır alıyor. Ama buna rağmen İstanbul’da bir ev kiralamaya cesaret edemiyor!
Ahmet Hakan’ın ses getiren söyleşisinin ayrıntılarına geçmeden evvel soralım; Gaye Erkan’ın görüşleri neden bu kadar önemli? Çünkü Merrill Lynch yatırım bankasının Londra’da görev yapan kurmayı Mehmet Şimşek ve ABD’nin lider yatırım bankası Goldman Sachs ekürisinden, batan First Republic Bankası’nın tepe yöneticiliğine kadar yükselmiş Gaye Erkan’a uluslararası finans çevreleri “bizden biri” gözüyle bakıyor. Onlar görevde olduğu müddetçe başlarının derde girmeyeceğine inanıyor.
O nedenle Cumhurbaşkanı Yardımcısı Ekonomiden Sorumlu “yerli malı” Cevdet Yılmaz’dan daha fazla onlara kulak veriyor. Türkiye’deki piyasacı kesimler de, bu ekibe desteğini esirgemiyor. Tayyip Erdoğan, onların ekonomi politikalarının başarılı olması durumunda asıl krediyi kendisinin kazanacağını biliyor. En ufak bir tökezleme anında ise, geçmiş örneklerden hatırlanacağı üzere, faturayı hemen Şimşek ekibine çıkartacak. “Benim bir sorumluluğum yok” diyerek işin içinden sıyrılacak.
HAKAN’A KAHVE SOHBETİ TADINDA AÇIKLAMALAR
Şimdi gelelim söyleşinin ayrıntılarına; Gaye Erkan her ne kadar kendisi Manhattan’ı sollayan kiralar yüzünden annesinin evine yerleşse de, son zamanlarda kira artış hızında bir yavaşlama olduğunu söylüyor. Ne var ki TCMB’nin aylık fiyat gelişmeleri raporu bunu doğrulamıyor. Ekim ayında yıllık kira artışı yüzde 100.67 iken, Kasım ayında yüzde 105.81’e yükseldiğine işaret ediyor.
Ekibin en büyük başarılarından biri olarak yatırımcı raporlarında 2024 sonu enflasyonun yüzde 36 ila yüzde 40 arasında çıpalanmasını gösteriyor. Halbuki bir merkez bankasının asıl muhatabı IMF, OECD, Uluslararası Ödemeler Bankası gibi uluslararası mali kuruluşlardır. En güncel raporlarında OECD’nin 2024 enflasyon tahmini yüzde 47.4 iken, IMF’ninki yüzde 46 düzeyinde bulunuyor.
Bir insanın 10 evi olmamalı eleştirisine katılmamak olanaksız da, 10 insanın bir evi olmalı temennisi ne anlama geliyor anlamak kolay değil. Kusura bakmasın araya “sağlık konusunu devletimiz çok oldu çözeli” gibi propagantif ifadeler sıkıştırması da bağımsız bir teknokrattan ziyade, AKP rejiminin organik bir uzantısı olduğu izlenimi veriyor.
Yatırım tavsiyesi kapsamında sayılabilecek, “yabancı yatırımcı girecekse şimdi girecek. Daha sonra çok daha düşük bir getiriden gireceği belli” yorumu ise, asla bir merkez bankası guvenörü ağırlığına yakışmayan, hala Goldman Sachs fon yöneticisi şapkasını çıkarmadığını düşündürten talihsiz bir açıklama.
“Biz çıkarın dediğimiz için bankalar mevduata verilen faizleri artırdı” cümlesine gelince; merkez bankasının bankaları komutası altına aldığı anlamı taşıyor. Benim derdim olmasa da, serbest piyasa ekonomisi iddiası taşıyan bir ekonomi yönetiminin tutarlılığı konusunda ciddi bir çelişki gibi duruyor.
ABD’li fonun bir merkez bankasına gelip pazarlığa girmesi, başkanın ise ilkesel bir nedenle değil teknik kaygılarla sözü edilen teklife sıcak bakmaması ciddi bir kamu yöneticisi açısından asla düşünülemez. Swap üzerinden girişin rezervlere etkisi yok demesi ise, anlaşılır gibi değil. Çünkü övündüğü rezervlerin 141.4 milyar dolarlık düzeyi büyük ölçüde yurtiçi bankalar ile yapılan takas anlaşmaları (swap) kaynaklı. Aynı şekilde Körfez Ülkelerinden gelen dövizler de. ABD’li fon bu kanalla gelse onun dolarları da pekala brüt rezervleri kabartırdı.
Gaye hanımın Amerikan fonlarıyla, belki Wall Street’teki geçmiş hukuktan kaynaklanan laubali bir ilişki içine girdiği ayan beyan görülüyor. Düşünün birisi teklifsiz bir arkadaşı gibi Merkez Bankası başkanını arıyor, “Bak rezervlerdeki artışı gördün mü? 1.5 milyar doları benden”, diye şişiniyor. Evet devlet iç borçlanma senetlerine bir giriş söz konusu. Ancak istatistikler yabancı payının 31 milyar TL’den 70 milyar TL’ye çıktığını gösteriyor. Yani 1.3 milyar dolarlık bir giriş gerçekleşmiş. Bu bulgular tek başına 1.5 milyar dolar soktuğunu iddia eden şahsın beyanıyla çelişiyor.
CUMHURBAŞKANIYLA CİDDİYETSİZ DİYALOGLAR
Cumhurbaşkanı ile diyalogları da tam bir ciddiyetsizlik içeriyor. Talepleri zaten merkez bankasının fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlama ile sınırlı misyonlarıyla çelişiyor. Nasıl savunma sanayiinde önümüzü açtıysanız, bize üç alan söyleyin şahlandıralım diyor. Sanki bunlar merkez bankasının görevleriymiş, hükümetin gelecek stratejisini yansıtan 5 yıllık kalkınma planı ortada yokmuş, orta vadeli program yayımlanmamış gibi, o anda cumhurbaşkanının ağzından çıkacak üç sihirli kelimeden Gaye Hanım feyiz alarak ekonomiyi şaha kaldıracak…
Açık söylemek gerekirse, Gaye Erkan ile ilgili tam bir sonuca varmak güç. Teknik anlamda kalibreli, dersine iyi çalışan biri olduğu belli. Ancak bazı ifadeleri bu mevkide CV’sini güçlendirmeye çalışan, ABD yatırım bankacılığında devam edecek kariyer planları doğrultusunda sistemli hareket eden bir kişilik havası veriyor. Bazen de, cumhurbaşkanının “direktifleri” doğrultusunda her an siyasete atılabilecek, AKP saflarında hamasi nutuklar çekmeye yatkın bir taşra politikacısı izlenimi…