İsrail’in Gazze’de uyguladığı katliam, Batı akademi dünyasında önemli bölünmelere ve tartışmalara yol açtı. İsrail’e desteği “her iki taraf da” (two sideism) diye başlayan cümlelerle örtme çabası anlı şanlı düşünürleri sosyal medyada hesap vermek, yazdıklarını düzeltmek zorunda bıraktı, bazıları hâlâ sessiz. Okuyucunun aydına itirazını gözlemlemek çok verimli lakin Batı’nın “mutlak” diye pazarladığı değerler için çanlar çalıyor.
Fitili ateşleyen 13 Kasım’da Nicole Deitelhoff, Rainer Forst, Klaus Günther ve Jürgen Habermas imzalı bildiri oldu. İsrail ve Almanya’daki Yahudilerle dayanışma amacıyla yazılan bu metin “Hamas’ın genel olarak Yahudi yaşamını ortadan kaldırma niyetiyle gerçekleştirdiği katliam, İsrail’i karşılık vermeye sevk etmiştir”le kapıyı açıyor, “Filistin halkının kaderine ilişkin tüm kaygılara rağmen, İsrail’in eylemlerine soykırımcı niyetler atfedildiğinde yargı standartları”nın saptırıldığından dem vuruyordu. “İsrail’in eylemleri hiçbir şekilde, özellikle de Almanya’da, antisemit tepkileri haklı çıkarmaz”la kalmıyor, bu tepkilerin dile getirilmesindeki tehlikeye dikkat çekiyordu. Bu savunu Yeşiller Partisi’nden Almanya Şansölye Yardımcısı Robert Habeck, “İsrail’in güvenliği Almanya’nın varlık nedeninin bir parçasıdır” sözleriyle uyumluydu. Bu bildiriye gelen 00eleştiriler arasında en öne çıkan İsrail’in bugüne dek Filistinlilere karşı işlediği suçları ve katliamları görmezden gelmesi (örneğin Hamas’ın katliamıyla alakası olmadığı halde Batı Şeria’da süregiden şiddeti görmemesi) ve Almanya’da yaşayan Yahudi nüfusuna eş Filistinliler ve onlarla duygudaşlık kuran Müslümanları dışlamasıydı. Çoğumuzun anlamakta zorlandığı Almanya’daki bu “varlık nedeniyle” tarif edilen İsrail yanlılığının sebepleri için Birikim’de Volkan Çıdam’ın yazısına ve Mediapart’tan çevrilen Enzo Traverso ile söyleşiye bakabilir.
Türkiye’de Medya ve Demokrasi, Yeni Despotizm, Şiddet ve Demokrasi kitaplarıyla bilinen Sydney Üniversitesi’nden Siyaset Bilimci John Keane’in, ortak araştırmacısı olduğu Almanya WZB Sosyal Bilimler Araştırma Merkezi’nden istifası konunun bir başka boyutunu tartışmak açısından anılmaya değer. “Shahada” (Şahadet) olarak bilinen yeşil zemin üzerine “Allah’tan ve onun peygamberi Muhammed’den başka ilah yoktur” yazılı bayrağın fotoğrafını içeren paylaşımı “terörist bir örgütü ve onun şiddetini desteklemek” olarak yorumlanıp hakarete varan bir tepkiyle karşılaşınca Keane derdini dört sayfalık bir mektupla anlattı. Ve üniversitede özgür düşüncenin önemini Max Weber’in “yüksek öğrenim kurumları ortodoks görüşlere boyun eğdiklerinde kendi boğazlarını kesmiş olurlar” sözüyle hatırlattı. Neyse ki bunlara kuvvetle karşı çıkan Public Seminars gibi küresel entelektüel müşterekler var.
Okyanus ötesinde de benzer tartışmalar var. Kampüslerde İsrail’in sivillere yönelik katliamını protesto eden öğrenciler anti-semitizmle suçlanıyor. Üniversitelere bağış yapan, aralarında İsrail’e silah satan havacılık ve savunma teknoloji şirketi Lockheed Martin’in de olduğu şirketler, protestolar devam ederse parayı keseceğini söylüyor. En vahimi geçen hafta başında yaşandı. ABD Temsilciler Meclisi’nin Cumhuriyetçi Konferans Başkanı, aynı zamanda Eğitim ve İşgücü Komitesi üyesi Elise Stefanik Pennsylvania Üniversitesi, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü ve Harvard Üniversitesi rektörlerine “Yahudilere soykırım çağrısı yapmak okulunuzun davranış kurallarını ihlal ediyor mu?” diye sordu, manipüle edilmiş bu soru karşısında rektörler “ama bağlam…” diye geveledi. Stefanik “evet ya da hayır” cevabını istedi. Salı günü bir açıklamayla bu üniversiteler hakkında soruşturma başlatacaklarını, hatta başka üniversiteleri de inceleyeceklerini duyurdu. Bu her tarafıyla başarılı bir strateji, hem üniversiteleri öğrenciler üzerinde baskı kurmaya zorluyor, hem konuyu Gazze’deki katliamdan uzaklaştırıp Yahudi öğrencilerin güvenliğine yanı sıra üniversitelerin özgürlüğü tartışmalarına kilitliyor.
Lockheed Martin’in İsrail’le ilişkilerini 2007’de yazdığı Şok Doktrini kitabında detaylıca anlatan Naomi Klein, okuyucularında hayal kırıklığı yaratan bir başka isim. Klein, gelen tepkiler üzerine Guardian’a yazdığı yazının başlığını, spotunu ve bazı cümlelerini değiştirdi. Yazının önceki haline ulaşılamıyor ancak yorumlardan Gazzelilerin 7 Ekim’deki Hamas saldırısını kutladığına yönelik cümlelerini biraz yumuşattığı anlaşılıyor. Bu tür tepkilerin Siyonizmi beslediğini söylüyor ve de “iki taraf da” argümanını ahlaki tutarlılık ile işgalci ile işgal edilen arasındaki ahlaki eşdeğerlilikle aynı şey olmadığını söyleyerek açıklamaya çalışıyor. Klein, 2007’de, “İsrail devletinin ‘karşı terörizmi’ ihracat ekonomisinin merkezine yerleştirmesinin [Oslo] barış görüşmelerinden tamamen vazgeçilmesiyle çakışması bir rastlantı değildir” demişti. İşçileri sıkı denetim altında tutarak, maden ocaklarında kölelik koşullarında çalıştıran Güney Afrika apartheid rejimiyle kıyaslayarak İsrail’in inşa etmeye çalıştığı durumu insanların çalışma haklarını elinden alarak onları “artık insan” olarak kategorileştirip etrafına duvarlar çekmek olarak tanımlamıştı. İsrail’in 2000’lerde güvenlik ve savunma teknolojisine yaptığı yatırımlar onu nasıl dünyanın en büyük gözetim sistemi ihracatçısına (hemen tüm devletler bu şirketlerin müşterisi) dönüştürüp ekonomisine can verdiyse, bugün Gazze’de giriştiği yeni strateji de yoksullardan, göçmenlerden, “uyumsuzlardan” kurtulmak isteyen sağ muhafazakâr rejimler için ilham verici olmalı.
Batı aydınları Gazze’de yaşananın soykırım olarak adlandırılıp adlandırılamayacağını tartışa dursun bugün 75. yılı dolan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin dayandığı yaşama, çalışma ve mülkiyet hakkının duvarlarla çevrili bir küçük coğrafyada vahşice ihlal edilişini yıllardır izliyoruz. Bugün Bildirge’deki o “soyut insan” sanki ete kemiğe büründü, ırkını, cinsiyetini, ideolojisini haykırıyor, varlık sebebinin ötekini (çitlenmiş bir alanda) köleleştirmek veya öldürmek olduğunu artık açıkça ilan ediyor.
Bitirmeden, başından beri soykırımı teknik bir tartışmaya başvurmadan anan, eşitlik ve adalet olmadan barışın imkansızlığını vurgulayan Judith Butler’a kulak vermekte fayda var “Yine de bazılarımız, şu anki yapıların sonsuza kadar var olacağına inanmayı reddederek bu umuda çılgınca sarılmalıyız. Bunun için şairlerimize ve hayalperestlerimize, evcilleşmemiş aptallara, nasıl örgütleneceğini bilenlere ihtiyacımız var.”