yazılariktibasMağduriyet kisvesi altında yerleşimci sömürgecilik - Prabhat Patnaik
yazarın tüm yazıları:

Mağduriyet kisvesi altında yerleşimci sömürgecilik – Prabhat Patnaik

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

19 Kasım 2023

18. ve 19. yüzyıllar iki farklı sömürgecilik paradigmasının ortaya çıkışına tanıklık etti: Birinci klasik Hindistan örneği, yerleşik artı-değer çıkarma sistemleri tarafından sürdürülen yerleşik merkezi yönetimlerin geçmişine sahip ülkelerin fethini ve bu eski yönetimlerin sömürge rejimleri tarafından değiştirilmesini içeriyordu. Bu sömürgeciliğin özü, yerli zanaatkârların zararın Avrupa mallarına pazar bulmanın yanı sıra, bu fazlaya el konulması ve metropolün ihtiyaç duyduğu metalar şeklinde metropole geri gönderilmesiydi. Halihazırda iyi nüfuslu olan ve tropik bölgelerdeki konumları metropolün ılıman konumundan böyle bir göçü caydıran bu ülkelere çok az Avrupalı nüfus göçü oldu.

Klasik ABD örneği olan diğer paradigma, yerli nüfusun topraklarından sürüldüğü ve metropolden gelen yerleşimciler tarafından işgal edildiği toprakların fethini içeriyordu; buradaki esas, metropolden göç ve toprağın (ve diğer varlıkların) ya yok edilen ya da “ayrılan yerlere” sürülen yerli sakinlerden devralınmasıydı. Bu iki paradigmayı sırasıyla “millileştirici kolonyalizm” ve “yerleşimci kolonyalizmi” olarak adlandıracağım.

Bu ikisi arasındaki fark, sömürgeciliğin bir durumda toprağın ürünlerini, diğer durumda ise toprağın kendisini elinden almasıdır. Fakat bunun önemli bir anlamı vardı: ilk durumda, toprakta çalışacak yerli nüfusa ihtiyacı vardı; toprağın ürünlerinin çok büyük bir kısmını millileştirirse, İngiliz Hindistan’ında tekrarlanan kıtlıklar şeklinde meydana geldiği gibi, yerli nüfus açlıktan ölürdü. Ancak o zaman da bazı iyileştirici tedbirler almak zorunda kalır ki kamulaştırması gereken fazlayı üretecek kadar insan hayatta kalabilsin. Ama yerleşimci koloniler söz konusu olduğunda, özellikle de metropolden gelen göçün ölçeği yeterince büyükse ya da yerli nüfusun yok olması durumunda başka yerlerden kolayca işçi temin edilebiliyorsa, yerli nüfusu korumak için böyle zorlayıcı bir ihtiyaç yoktu. Bu nedenle yerleşimci sömürgecilik tipik olarak etnik temizlikle ve çoğu zaman soykırıma varan etnik temizlikle ilişkilendirilmiştir.

Yerleşimci sömürgeciliğinin bir başka önemli niteliği daha vardı. Yerleşimciler tarafından işgal edilen toprakların genişlemeye devam etmesi anlamında yayılmacı olma eğilimindeydi. Bu, bölgeye sürekli göç olduğunda gerçekleşiyordu; ancak başka türlü de ya işgal edilebilecek toprakların doğal bir sınırına ulaşılana ya da güçlü bir komşu devletin sınırları daha fazla işgale engel teşkil edene kadar gerçekleşiyordu.

Normalde tüm bunların geçmişe ait olduğu düşünülebilirdi; emperyalizm kapitalizm altında bir gerçeklik olarak kalmaya devam ederken, sömürgecilik artık günümüzde çok da önemli bir mesele değil. Ama bu yanlış. İsrail, günümüzde yerleşimci sömürgeciliğinin klasik bir örneği haline geldi. Yüzyıllar boyunca zulüm görmüş bir azınlık olan ve maruz kaldığı bu zulüm Holokost’ta korkunç bir doruk noktasına ulaşmış olan Yahudiler, başta İngiliz sömürgeciliğinin teşvikiyle, düşman bir dünyadan kaçan mülteciler olarak Filistin’e geldi ve 1948’de Siyonist İsrail devletini kurdular. Fakat ABD emperyalizminin göz yumması ve aktif müdahalesi ve bu ülkede birbiri ardına iktidara gelen sağcı hükümetlerle birlikte, başta zulüm gören mülteciler için bir sığınak olan Filistin, modern yerleşimci sömürgeciliğinin bir örneği haline geldi. Ülkedeki silahlı yerleşimcilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi gibi yeni bölgelere taşınmaya teşvik edildiği içsel yayılmacı eğiliminden, etnik temizlik eğilimine ve hatta şimdi soykırıma başvurmaya kadar yerleşimci sömürgeciliğinin tüm niteliklerini sergilemeye başladı.

Tüm yerleşimci sömürgecilikler bir apartheid rejimi ile karakterize edilir. Bu bir bakıma, her sömürge kentinde sömürge efendilerinin yaşadığı ve çalıştığı alan ile sıradan insanların yaşadığı alan arasında katı bir bölünmenin olduğu tüm sömürgecilikler için geçerlidir ama yerleşimci sömürgecilik altında, “beyaz” alanlar yalnızca az sayıda sömürge görevlisini değil, büyük bir göçmen nüfusu barındırır ve bu da apartheid durumuna çok daha yakından benzer. Yerleşimci sömürgeciliğin çağdaş örneği olan İsrail’in de klasik bir apartheid tablosu sunması şaşırtıcı değil.

İsrail yerleşimci sömürgeciliği, Batı emperyalizminin sağlam desteği olmadan var olamazdı. Emperyalistler açısından bu, her şeyden önce Yahudilere yüzyıllardır uygulanan zulümden kaynaklanan suçluluk duygusunun üstesinden gelmenin bir yolu. Emperyalist ülkeler Filistin halkı pahasına suçluluk duygusundan kurtuluyor. Ve İsrail sağı açısından, yüzyıllardır süren zulüm ve özellikle de Holokost, yerleşimci sömürgeciliğe bir tür kılıf sağlıyor; bu sömürgeciliğe ve onunla ilişkili apartheid, yayılmacılık, etnik temizlik ve hatta soykırım gibi olgulara yönelik herhangi bir eleştiri derhal “antisemitizm” olarak yaftalanır ki bu da pogromlar tarihi ve daha yakın zamanda Nazizm ile olan ilişkisi nedeniyle açıkça iğrenç hale gelir.

İsrail hükümeti tarafından Gazze halkına yaşatılan dehşetin ortasında bile Filistin yanlısı gösterilerin çoğu metropolde yasaklanmış olmasından da anlaşılacağı üzere bu durum, emperyalizm ve sağ açısından son derece elverişli. Elbette bu gösteriler yine de yapılıyor ama hükümetin onaylamamasına rağmen yapılıyor. Hatta Londra’daki bu tür gösteriler, İngiliz İçişleri Bakanı Suella Braverman’ın Londra polisini Filistin yanlısı olmakla suçlamasına neden oldu!

Emperyalistlerin İsrailli yerleşimci sömürgeciliğine destek vermelerinin ikinci bir nedeni de bu ülkelerin geçmişte yerleşimci sömürgeciliği yoluyla ortaya çıkmış ya da bundan yararlanmış olmaları. ABD, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler yerleşimci sömürgeciliğinin ürünleriydi; kendi ortaya çıkışlarının aracı olarak etnik temizlik uygulamış olduklarından, şimdi, özellikle de İsrail gibi gözde bir ülke bunu uyguladığında, bu uygulamayı pek de hoş karşılayamazlar.

Fakat desteklerinin en güçlü gerekçesi, İsrail’in emperyalizmin Batı Asya’daki yerel satrapı haline gelerek güçlü bir müttefiki olarak ortaya çıkmış olması. Emperyalizm bölgedeki hegemonyasını sürdürmek için İslamcı köktendinci grupları desteklemekten (Hamas’ın kendisi de dahil) bölgedeki ilerici-laik, sol ve komünist hareketleri zayıflatmaya (Komünizmin Arap dünyasında son derece güçlü bir tabanı vardı) ve hatta silahlı müdahaleye kadar çeşitli araçlar kullandı ve İsrail yerleşimci sömürgeciliğine destek ve silah sağlamak, onun cephaneliğindeki son derece güçlü bir araç. Gazze’deki soykırımın ortasında bile ABD’nin BM Genel Kurulu’nun acil ateşkes talep eden kararına karşı oy kullanması şaşırtıcı değil. İronik bir şekilde, “insani” gerekçelerle İsrail saldırılarında ara sıra “duraklama” talep ediyor. Dolayısıyla ABD’nin insancıllığı şu anlama geliyor: İsrail istediği kadar insan öldürsün ve yaralasın, insancıllık ölü ve yaralıların periyodik olarak kaldırılmasını lazım kılar!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
330AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin