yazılariktibasYoksulluktan gıdadaki zehre, bir siyasi alan olarak sofra - Murat Sabuncu
yazarın tüm yazıları:

Yoksulluktan gıdadaki zehre, bir siyasi alan olarak sofra – Murat Sabuncu

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bu yazıyı yazmama neden olan toplantının adı, “Tarımda Kullanılan Zehirler Hakkında Gerçekler ve Rakamlar: Pestisit Atlası.” Bu atlas, uzmanlarca dünya taranarak hazırlanan bir çalışma

Türkiye, gıda fiyatları artışında rekor kıran bir ülke. Çiğdem Toker’in; Dünya Bankası’nın 2 Ekim’de açıkladığı Gıda Güvenliği Raporu’na dayanarak yazdığı yazıda gıda-fiyat enflasyonu en yüksek 10 ülke arasında Türkiye 4. sırada. Sierra Leono ile Ruanda arasında… Milyonlarca çocuğun gıdaya erişimde sorun yaşadığı, iktidarın tercihi yoksuldan değil zenginden, emekten değil sermayeden yana kullandığı bir dönem.

Öte yandan, tüketilen gıda ürünlerindeki ‘tehlikeli/kanserojen madde/ilaç’ konusu da son derece kritik. Başta çocuklar ve kadınlarda, büyüme sorunlarından meme kanserine insan bünyesinde tahribat yaratan bu maddelerin kullanımı; Avrupa Birliği’nin ‘zengin ülkeleri’nde azaltılır ve/veya kısıtlanırken, yine aynı ülkeler bu maddelerin kendi ülkelerinde üretilip başka ülkelere ihracatına izin veriyor. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, 2020 Temmuz ayında yaptığı bir açıklama ile gelişmiş ülkelerin yasaklı ve zehirli kimyasallarının gelişmekte olan ülkelere ihracatını eleştirdi. Bir şey değişti mi? Hayır. Para hırsı ve kapitalizm sınır tanımıyor.

Bu yazıyı yazmama neden olan toplantının adı, “Tarımda Kullanılan Zehirler Hakkında Gerçekler ve Rakamlar: Pestisit Atlası.” Bu atlas, uzmanlarca dünya taranarak hazırlanan bir çalışma.

Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği Proje Koordinatörü Yonca Verdioğlu ve Pestisit Atlası’nın Türkiye’ye dair bilgilerini oluşturan ve bilimsel okumaları yapan Gıda Mühendisi Dr. Bülent Şık’ı, hem dinledik hem de sorular sorduk. Başlıklarla aşağıda aktaracağım. Son bir not aktarayım. Gıdadaki zehirlerden tüketen herkes, ama en çok tarım işçileri zarar görüyor. Bülent Şık’ın verdiği bilgiye göre, tek korunaklı alan ise Cumhurbaşkanlığı Sarayı… Çünkü orada, “yenilen her şeyin sofraya gelmeden önce analiz edildiği muazzam bir gıda laboratuvarı var.”

Pestisit nedir?

Tarımda ekinlere ve bitkilere zarar verme potansiyeli bulunan haşereleri, istenmeyen yabani otları, böcekleri yok etmek ve kontrol altında tutmak için kullanılan kimyasal bir zehir olarak tanımlanıyor.

Türkiye’de yoğunlukla hangi illerde kullanılıyor?

Dünyadan başka ülkelerin de analiz edildiği Pestisit Atlası’nda, Türkiye’de kullanılan pestisit miktarının yaklaşık yüzde 50’sinin Adana, Mersin, Manisa, Aydın, Bursa, İzmir ve Antalya’da kullanıldığı ifade ediliyor. Bu illerde hektar başına kullanılan pestisit miktarı çok fazla. Antalya’da, 2020 yılında hektar başına pestisit kullanımı yaklaşık 14 kilogram, Manisa’da 9 kilogram seviyesinde. Pestisit kullanımının yoğun olduğu illerde halk sağlığında sorunlar, biyoçeşitlilik kaybı, kimyasal kirlilik gibi sıkıntılar görülebiliyor.

Zehirli pestisitlerin Türkiye’de kullanıldığı alanlar

Glifosat: Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) kanser araştırma ajansı tarafından “muhtemel kanserojen” olarak sınıflandırılıyor. Türkiye’de zeytin, üzüm, portakal, mandalina, fındık, elma, kayısı, şeftali, greyfurt, limon, asma yaprağı üretiminde kullanılıyor.

Tiametoksam: Arılar, başta uçucu böceklere zarar verdiği için AB’de tarım arazilerinde kullanılması yasaklandı. Syngenta şirketi tarafından üretilen zehir, Türkiye’de marul, soya fasulyesi, yağlık zeytin, mısır, karpuz, hıyar, patlıcan, biber, domates, patates, şeftali, armut ve elma başta olmak üzere çeşitli ürünlerde kullanılıyor.

Glufosinate: Avrupa Kimyasallar Ajansı’na göre, “üremeyi riske atıyor.” Türkiye’de zeytin, üzüm, erik, şeftali, kayısı, armut, kiraz, elma, limon ve turunçgillerde kullanılıyor.

Klorantraniliprol: Su organizmaları için çok tehlikeli. Türkiye’de kullanılmasına izin verilen ürünler arasında en başta gelen pestisitlerden biri. Pamuk, şeker pancarı, mısır, yer fıstığı, mercimek, asma yaprağı, baş lahana, karnabahar, kornişon, hıyar, patlıcan, biber, domates, patates, ceviz, Antep fıstığı, fındık ve üzüm başta olmak üzere yaygın olarak tüketilen tüm meyve çeşitlerinde kullanılıyor.

Siprokonazol: AB’ye göre “üremeyi riske atıyor.” Türkiye’de şeker pancarı, buğday, mısır, pirinç, asma yaprağı ve üzümde kullanılıyor. Corteva tarafından üretilen Siprokonazol 2018 yılında dünyada 144 milyon dolar ciro elde etti.

Avrupa’dan, pestisit kalıntısı sebebiyle Türkiye’ye iade edilen ürünler

Türkiye’de, 2019 yılında yapılan bir çalışmada analiz edilen gıda örneklerinin yüzde 49’unda sucul canlılar, arılar, su yosunları ve faydalı böcekler açısından çok zararlı olan, yüzde 42’sinde ise doğal hayatta biyolojik birikime neden olan ve toksik etkisi uzun süre kalıcı olan pestisitlerin kalıntısı tespit edildi. Türkiye’de, 2013 ve 2014 yıllarında yapılan bir araştırmada analiz edilen gıda örneklerinin yüzde 85’inde birden fazla sayıda pestisit kalıntısı bulundu. Tespit edilen pestisit sayısı 2 ile 13 arasında değişim gösteriyordu.

1 Ocak 2022 ile 10 Mayıs 2022 tarihleri arasında Türkiye’den Avrupa Birliği ülkelerine ihraç edilen, ancak pestisit kalıntısı çıktığı için geri çevrilen 208 parti gıda ürününün 111 tanesinde klorpirilos kalıntısı tespit edildi. AB kayıtlarına göre, 2020 yılında sorunlu çıkan örneklerin dörtte biri 2021 yılında ise beşte biri tarımsal üretimde kullanılması yasaklanan pestisitleri içeriyor. Üstelik bazı pestisitlerin yasaklanmasına yönelik kararların üzerinden 10 yıl geçmiş durumda.

Pestisit nelere sebep olabiliyor?

Pestisit Atlası’na göre her yıl dünyada 385 milyon kişi pestisit zehirlenmesi yaşıyor. Mağdurların kendilerini yorgun, halsiz ve bitkin hissedebildiği ya da gripte olduğu gibi baş ağrısı ve eklem ağrıları yaşayabildikleri vurgulanıyor. Bunun ötesinde sindirim sistemi etkilenebiliyor, mide bulantısı, kusma ve ishal görülebiliyor. Sinir sisteminin pestisitlerden etkilendiği vakalar da bulunuyor. Pestisit zehirlenmesinde ağır seyreden vakalarda kalp, akciğer ya da böbrek gibi organların iflas etmesine de sıkça rastlanıyor. Her yıl yaklaşık 11 bin kişinin bu şekilde hayatını kaybettiği belirtilen Pestisit Atlası’nda bunun en yoğun tarım sektöründe çalışanları etkilediğine vurgu yapılıyor. Pestisitler havaya ve suya kolayca karışabildiği için tarımsal alanların dışında yaşayan ya da tarımla uğraşmayan insanlar açısından da tehlike yaratıyor. Bulaş yoluyla çevreyi kirleten pestisitler sadece kullananları değil, pestisit kullanılmış ürünü tüketenleri de etkiliyor. Bu maddelerden zehirlenen kişilerin pek çoğunda uzun vadeli etkilerin gözlendiğine dikkat çekilirken, son yıllarda özellikle parkinson hastalığı veya lösemi gibi kronik rahatsızlıklarda önemli bir artış yaşandığına da vurgu yapılıyor. Pestisitler ayrıca karaciğer ve meme kanseri, tip 2 diyabet ve astım, alerji, obezite ve hormon bozuklukları açısından artan risk oranlarıyla da ilişkilendiriliyor. Yine doğum kusurları, erken doğum ve büyüme bozukluklarını da pestisitlerle olan temasla gerekçelendirilebiliyor. Çocukların bilişsel sistemini de etkiliyor. Muhakemesi zayıflabiliyor, hafıza sorunları, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu yaşanabiliyor.

Üreticiler davalık oluyor, uzlaşı arıyor

Dünyanın en büyük pestisit üreticisi Bayer’e açılan tazminat davalarının 30 bin kadarı devam ediyor. Geçmiş yıllarda birçok davayı kaybeden Bayer’in yaklaşık 96 bin davacıyla uzlaşmaya vardığı bilgisi de var. Bugüne kadar varılan uzlaşmaların şirkete 11,6 milyar Euro’ya mal olduğu tahmininde bulunuluyor. Dünyada en çok pestisit üreten dört şirket sırasıyla; Syngenta, Bayer, Corteva ve BSF.

Yoksullar daha çok maruz kalıyor

Dr. Bülent Şık, “maruz kalmanın sınıfsallığı”na da dikkat çekiyor:

Dünyanın her yerinde yoksul kesim toksik maddelere daha fazla maruz kalıyor; sadece pestisit değil. Her açıdan bu böyle. Hava kirliliği, atık alanları, çalışma koşulları, sektörel anlamda girdiği işler nedeniyle yoksul kesim daha fazla maruz kalıyor. Mesela Amerika gibi ırkçılığın yüksek olduğu yerlerde atık alanlarının, kirletilmiş bölgelerin yüzde 75’i siyahların yaşadığı alanlarda yoğunlukla.

Pestisit için söyleyeyim, dünya genelindeki norm oluşturan kurumlar, kullanılan pestisitlerin sadece yüzde 7’siyle ilgili güvenlik testlerini yapmıştır. Yüzde 93’ünün güvenlik testi yok. Bunu şundan anlatmaya çabalıyorum, siz kendinize bir korunaklı alan yaratamazsınız. Böyle bir dünya yok. Havayla gelir, içtiğin suyla gelir, farkında olmazsın. Hepimiz oturup da dört duvarın içerisinde yaşamıyoruz. Evimizde inek beslemiyoruz, balkonumuzda tarım yapmıyoruz. Basitleştiriyorum. Böyle bir dünya yok. Gelir, bir ölçüde koruyuculuk sağlar ama nereye kadar? Bu sistem, sonunda bir yaygın kirlilikle herkesi etkileyecektir, özellikle taşınım söz konusu olduğunda. Gider, havanın çok temiz olduğu korulukta bir yer tutarsınız ama öyle bir hâkim rüzgar vardır ki falanca yerdeki kiri olduğu gibi size taşır.”

Sadece arılar değil, serçeler de azalıyor

Bülent Şık, azalan türlere şöyle örnekler veriyor:

“Genelde arıları çok duyuyoruz. Çünkü arılar ekonomik faaliyet aynı zamanda. Yoksa dünyada yaşayan 8,5 milyon canlı türü var, insan dahil. Her 5 canlıdan biri kın kanatlı. Hiç kın kanatlı neymiş bilmeyiz, görmeyiz. Müthiş yaygındır. Tamamen popülasyonu azalıyor. Kuşlarla böceklerin arasında ilişki var. Kuşlar böcekleri yer, evet tohumlardan beslenirler, tohumları başka yerlere taşırlar. Bazı kuşlar topladıkları büyük tohumları gider bir yerlere gömer. Ama serçeler bir indikatör, yani gösterge. Çünkü dünyanın hemen her ülkesinde -çok sert iklim koşullarının olduğu yerler hariç- yaygın bir kuş türü ve onların popülasyonundaki azalma tamamen pestisitlere bağlanıyor son yıllarda. İki şekilde; bir tabiattan beslendikleri börtü böcek. Onlar zaten pestisitleri bir şekilde bünyelerine alıyorlar. Kuş onu yediğinde o zehri bünyesine alıyor. İki; özellikle tarımın yoğun olduğu bölgelerde su kaynaklarındaki kirlilik yine onları etkiliyor. Kuşlar, özellikle orman ekosistemlerinin devamlılığı için de kritik rolleri olan canlılardan biri. Onlarla ilgili bir kayıp, ormansızlaşmayla ilgili meseleyi de büyütecek bir kayıp ne yazık ki.”

Çöp alanı haline getirme

Dr. Bülent Şık, Türkiye’nin çöp alanı haline getirilme çalışmalarına da dikkat çekiyor:

“Türkiye, özellikle tehlikeli materyallerin artık bir nihai noktası olan çöp alanı diyelim. Plastik üzerinde bu tartışma var. Avrupa Birliği’nin, aşağı yukarı 600-700 bin ton civarında plastik çöpü Türkiye’ye geliyor. Hangi plastik geliyor biraz ona bakmak lazım ve ne oldu da 2015-2016’dan sonra birden bire Türkiye’ye gelen miktarlar anormal seviyelere çıktı? 2015’te Avrupa Birliği’nde bir karar alındı ve özellikle bazı sert plastiklerde kullanılan kurşun miktarı azaltıldı. Kurşun, yine çocuk sağlığı için en tehdit edici kimyasalların başında gelir. Plastik ürünlere esneklik kazandırmak için kullanılan üretimin bir parçası. Ciddi azalttılar ve azaltma gerekçeleri çocuk sağlığını korumak… Fakat burada şöyle bir mesele var, ellerinde milyonlarca ton yüksek düzeyde kurşun içeren mevzuat değişikliğinden önce üretilmiş çöp var. Bunları ne olacak? Çok ciddi bir akademik tartışma okudum bu konuda. Orada deniliyor ki; ‘Bunlardan yakarak dahi kurtulamayız.’ Kurşun bir elementtir. Yanmaz, havaya karışır, toz olur yapışır bünyeye. Hava kirleticisidir. En makul çözümün ya çok iyi izole edilmiş depolama alanları oluşturmak gerektiği ya da başka ülkelere gönderilmek gerektiğini düşündüler. Gönderilen ülkelerden biri Türkiye. Yine diğer riskli alan gemi söküm işi. Türkiye dört büyük gemi söküm merkezinden biri. O başlı başına zaten kapkaranlık bir şey. Hiçbir şekilde girip bir akademik araştırma yapamıyorsunuz, sadece çevresel etkiler üzerinden dolaylı bir şeyler söylüyorsunuz. Pestisitler topraktaki biyolojik canlılara da zarar veriyor. Biz onlara organik madde diyoruz. Solucanı, börtü böceği, kanatlısı ne kadar zenginse verimlilik o kadar fazla oluyor ve biz buna toprak organik madde içeriği diyoruz. Toprak organik madde içeriği, ideal yüzde 5 civarındaysa tarım yapılabilir. Yüzde 3 alarm, yüzde 2’nin altı kritik eşik. Yani toprağı rehabilite etmek, onarmak gerekir. Türkiye topraklarının yüzde 88’indeki organik madde içeriği yüzde 2’nin altında. Tarım Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çevre Nakanlığı, yerel yönetimler ‘Bu meseleyi nasıl çözeriz?’ üzerinde düşünmeli aslında. Biz geleceği kaybediyoruz, bu çok açık. 25 büyük sulak alanın tamamı toksik maddelerle kirletiliyor.

Biz suyla ilgili meseleleri hep kuraklık üzerinden tartışan bir toplumuz. Barajlarda su çekildi, suyumuz azalıyor, daha az yağış alıyoruz. Tabii öyle, çok önemli ama öte taraftan kimyasal kirlilik de çok önemli bir meseledir. Bir yerde su kütlesi vardır ama öyle bir kirletilmiştir ki ne içebilirsiniz ne gıda üretiminde kullanabilirsiniz. O da artık yok kaynaktır ya da kıtlaşmış bir kaynaktır. Türkiye’de 25 sulak alanın tamamı pestisit kirliliği açısından risk altındadır.”

Zehirden kaçınmak İmkânsız, korunma için ‘ipuçları’

Gıda konusu ve sağlığı, Bülent Şık’ın uzmanlık alanı. Peki o bir tarım ürünü alırken-kullanırken nelere dikkat ediyor:

Türkiye’de yenilen her şeyin sofraya gelmeden önce analiz edildiği tek yer Cumhurbaşkanlığı Sarayı. Muazzam bir gıda laboratuvarı var orada, ama onun dışında genel ahvalde öyle bir durum yok. Ben ne yaparım?

-Besin çeşitliliğini ne kadar artırırsak maruziyeti o kadar azaltıyoruz. Bu şu demek; ‘Ben sadece roka yerim, yeşil salatayı günlük öğünde çok yerim ya da sadece şu şu meyveleri yerim’ gibi değil. Tahıllar, çeşitli meyveler tüketilmeli. Tabii bunları geliri ve başka şeyleri paranteze alarak onları söylüyorum; hele ki şu mevcut gıda krizinde… Birincisi, çeşitliliği olabildiği kadar mutfakta yaygınlaştırmak gerekli.

-İkincisi, mevsiminde gıda tüketmek. Bu hep söylenegelen bir öneridir. Mevsim dışına kaydıkça toksik madde kullanımı artar. Bu ne yazık ki böyle.

-Bazı meyveler, sebzeler için mutlaka yıkama önerilir. Yıkama, bir kısmını en azından uzaklaştırıyor. Kabuk soyma çok tartışma konusudur. Besin kaybına da yol açar ama ben çocuklar söz konusuysa bunu öneriyorum, ne kadar az o kadar iyi noktasındayım. Dediğim gibi bireysel önlemler açısından daha zayıf bir pozisyondayız, ben dahil ama bunu bir kamusal tartışmaya mutlak surette dönüştürmek zorundayız.

Bitirirken…

Yoksulluk sebebiyle gıdaya ulaşım zor. Ulaşılan gıdanın ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı. Günü kurtarmaya çalışan bir ülke Türkiye. İsimlere, o isimlerin yaratabileceği mucizelere inanmış, bel bağlamış. İktidar da muhalefet de aynı… Bilimin, bilim insanının daha çok sesini duymak gerekiyor. O kadar gürültü var ki etrafta, ya sesleri duyulmuyor ya da günlük polemikler arasında kaybolup gidiyor.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360’da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.

T24’te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay’ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini “Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi” adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne’da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin