yazılariktibasYeni demir perde - Ayşe Kadıoğlu
yazarın tüm yazıları:

Yeni demir perde – Ayşe Kadıoğlu

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Modern gerçeklik ulus-devletlerden oluşuyor. Ulus-devletlerin en temel refleksi ise kendi sınırlarını korumak. Bu durumun gündelik hayatlardaki yansıması ise en açık hali ile vize süreçlerinde yaşanıyor. Ulus-devletler bu süreçleri zorlaştırmaya, insanları yıldırıp vazgeçirmeye çalışıyorlar adeta. T.C. vatandaşlarının Schengen Vizesi süreçlerinde yaşadıkları zorluklar uzun zamandır konuşuluyor, yazılıyor. Avrupa Komisyonu’nun Schengen Vizesi’ne ilişkin paylaştığı istatistiklere göre 2017’de Türkiye’den yapılan Schengen Vizesi başvurularından yüzde 6,5’i reddediliyor iken, 2022’de bu oran yüzde 15,7’ye yükselmiş. Schengen Vizesi başvurularının reddedilmesi sadece T.C. vatandaşlarına özgü değil. Dünya genelinde de reddedilen başvurular 2017’de yüzde 8,2’den, 2022’de yüzde 17,9’a kadar yükselmiş durumda.[1] Almanya 2022 yılında Türkiye’den yapılan Schengen Vizesi başvurularını en fazla reddeden ülke olmuş.[2]

İnsanın aklına Türkiye’de yaşanan deprem felaketi sonrasında bölgeyi ziyaret eden Avrupalı siyasetçiler ve verdikleri sözler geliyor. Örneğin, Almanya Dışişleri ve İçişleri Bakanları Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesini ziyaret ettiklerinde vize süreçlerinde kolaylıklar sağlanacağı sözünü vermiş ve hatta bölgede bir “vize otobüsü” bulunacağını belirtmişlerdi.[3] Deprem bölgesinin ne kadar çok ili kapsadığı ve yaşanan felaketin boyutlarının büyüklüğü düşünüldüğünde vize otobüsü gibi önerilerin ne denli yetersiz olduğu anlaşılır sanırım. Üstelik depremzede olmanın vize başvurusunun reddine dahi neden olduğunu vatandaşların sosyal medya paylaşımlarında gözlemlemek mümkün. Örneğin, depremde evladını ve evini kaybeden bir annenin, belki de biraz nefes alabilmek için Schengen bölgesinde oturan diğer evladını ziyaret etmek üzere yaptığı vize başvurusu reddedilmiş. Üstelik başvurunun reddedilmesi de annenin -herhalde evini kaybettiği için- ülkesine geri dönüp dönmeyeceğinin şüpheli bulunması gibi insanlığa sığmayan, utanç verici bir açıklama ile kendisine bildirilmiş. Ulus-devletlerin, sınır korumak adına yaptıklarını en pervasızca ifade ettikleri bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın yeni demir perdesi kuzey ve güney ülkeleri arasındaki sınırlarda ortaya çıkıyor.

Yeni Demir Perdeyi inşa eden demokrasiler

“Yeni Demir Perde” ifadesi ile tarihçi Timoth Garton Ash’in 2023’de yayınlanan Homelands: A Personal History of Europe (Anavatanlar: Avrupa’nın Kişisel bir Tarihi) başlıklı kitabında karşılaştım. Timothy Garton Ash, Oxford Üniversitesi’nde Avrupa Çalışmaları alanında çalışmalar yapan bir akademisyen. Uzun yıllardır The Guardian gazetesi ve The New York Review of Books gibi mecralardaki yazıları ile de tanınıyor. Homelands başlıklı kitabında Avrupa’nın çeşitli ülke ve sınırlarında edindiği kişisel gözlemlere yer vermiş. Bunlar arasında devlet başkanları ile yaptığı görüşmelerin yanı sıra, sıradan vatandaşlar ile karşılaşmaları ve izlenimleri de bulunuyor. Timothy Garton Ash “Yeni Demir Perde” ifadesini İspanya’nın Kuzey Afrika’da bulunan yerleşim bölgesi Ceuta’dan söz ederken kullanmış.

İspanya’nın Kuzey Afrika’daki toprakları olan Ceuta (Septe) ve Melilla uzunca bir zamandır Fas’tan gelen göçmenlerin geri püskürtüldüğü sınır bölgeleri durumunda. Geri püskürtme ifadesini düşünerek kullandım çünkü Ceuta ve Melilla’da tam anlamı ile bu yapılıyor. Fas’dan bölgeye geçme girişiminde bulunan göçmenler gaz bombaları ile ve sınır polislerinin şiddet kullanarak onları sınırdan geriye itmesi yolu ile püskürtülüyor.  Bu süreçte ciddi can kayıpları yaşanıyor. 24 Haziran 2022’de Melilla ile Fas sınırındaki Barrio Chino geçit bölgesinde, duvarları ve dikenli telleri aşmaya çalışan birçoğu Sudan ve Güney Sudanlı göçmenler bir yandan gaz bombalarından kaçmaya çalışırken bir yandan da sınır polisi tarafından sopalarla korkunç bir şekilde dövüldüler. Melilla Katliamı olarak anılan o gün yaşanan şiddet ortamında 37 göçmen yaşamını yitirdi; 77 göçmenin ise akıbeti bilinmiyor.[4]

“Demir Perde” ifadesi 1990 öncesinde Sovyetler Birliği’nin etki alanı içinde olan Doğu Avrupa ülkelerine atıfla kullanılır ve bu ülkeler ile Batı Avrupa ülkeleri arasındaki ayrışmaya işaret ederdi. 1989 sonrasında ise eski demir perde ülkelerine Avrupa Birliği üyeliği yolunu açan süreçler gündeme geldi. Eski demir perdeyi diktatörlüklerin hüküm sürdüğü ülkeler inşa etmişti. Günümüzdeki yeni demir perdenin mimarları ise demokrasiler. Bu durum başlı başına bir açmaz. Homelands kitabının yazarı Timothy Garton Ash, Ceuta’da Fas sınırındaki yüksek duvarlara ve dikenli tellere bakarken Berlin Duvarı’nı hatırladığını belirtiyor.

Demokrasiler mimarı… Diktatörlükler bekçisi

Elbette “Yeni Demir Perde” sadece Kuzey Afrika’daki İspanya toprakları ile Fas arasındaki sınırda değil. Aynı perde Türkiye-Yunanistan sınırında, binlerce göçmenin yaşamını yitirdiği dünyanın en güzel ancak bir o kadar da ölüm barındıran denizlerinde, yani Ege ve Akdeniz’de de var. Üstelik günümüzün demir perdesini inşa eden ülkelerin hemen hepsi 1951 Cenevre Mülteciler Sözleşmesi’ne imza atmış ülkeler. Sözleşme, sığınma isteyen kişilere uluslararası sığınma sağlanması ve can güvenliğini emniyet altına almak gereğine işaret ederken, bu kişilerin terk ettikleri ülkeye geri gönderilmeme haklarını (non-refoulement) tanıyor. Yani geri gönderilmeme prensibi bu sözleşmenin tam kalbinde yer alıyor. Oysa biz uzunca bir süredir demokrasi olarak bilinen ülkelerin sınırlarından sopalar ile dövülerek geri püskürtülen göçmenleri izliyoruz. Elbette perdenin öte yanında bu sürece destek veren otoriter rejimler de var. Demokratik ülkelerin inşa ettiği yeni demir perdenin bekçileri çoğu kez “dışarıdaki” otoriter rejimler oluyor. Bu durum otoriter rejimlere kontrol altında tuttukları göçmenleri bir tehdit silahı haline getirme imkânı veriyor. Örneğin, Mayıs 2021’de Fas Kralı, Batı Sahra’da çatışma içinde olduğu Polisario Cephesi liderinin İspanya’da sağlık nedeniyle konuk edilmesine sinirlenip sınırları açmış ve 8000 kadar göçmenin Ceuta’da sınıra yığılmasına ve İspanya polisi ile gerilimli günler yaşanmasına neden olmuştu.

Vatandaş olmak için ölmek

Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra kendi içinde köprüler kuran Avrupa ülkeleri bugün artık “dışarıya” karşı yeni duvarlar inşa ediyor. Bir yanda Schengen Vizesi ile Avrupa içinde özgür hareketlilik öte yanda kendisini göçmenlerden bir kale gibi koruyan Avrupa…Yeni demir perde kuzey ile güney ülkeleri arasında ve ideolojileri değil sosyal ve hak temelli eşitsizlikleri temsil ediyor. Göçmenler, iklim değişikliği sonucu yaşanan olumsuzluklar, savaşlar, ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, siyasal ve sosyal baskılar karşısında yaşadıkları zorlukları aşmak için bulundukları ülkeleri terk ediyorlar. Bu uğurda tekinsiz botlarda denizleri aşmaya kalkacak kadar büyük bir çaresizliğin içinden geliyorlar. Bu süreçlere çoğu kez ailelerini riske soktuklarının bilinciyle giriyorlar. Kimi zaman da ailelerini, sevdiklerini kaybediyorlar.

19 Nisan 2015’te Eritre, Suriye, Etiyopya ve Batı Afrika ülkelerinden gelen 850 kadar göçmen Trablus’un kuzeyindeki sularda boğularak öldüler. İtalya’ya gidiyorlardı. Bundan tam 10 yıl önce, Lampedusa adası yakınlarında bir hafta ara ile iki ayrı teknenin batması sonucu aralarında çok sayıda çocuğun olduğu yüzlerce göçmen boğularak öldüler. Bu hafta, Lampedusa’daki trajedinin 10. yılı idi ve ada daha iyi bir yaşama doğru gitmeye çalışırken boğularak hayatını kaybeden yüzlerce göçmeni hatırlamaya yönelik etkinliklere ev sahipliği yaptı. Lampedusa, geçtiğimiz haftalarda, artan sayılardaki göçmen akımı ile yeniden gündemde idi. Akıl alır gibi değil ama, 10 yıl önce Lampedusa’da yaşanan trajediden sonra, dönemin İtalya Başbakanı, yaşamlarını yitiren yüzlerce göçmene İtalyan vatandaşlığı verileceğini ve hatta devlet töreniyle defnedileceklerini söylemişti. Yani yaşarken zanlı ya da şüpheli olarak görülen göçmenler, ölünce nihayet vatandaş olabileceklerdi…Demek ki göçmenlerin vatandaş olmak için büyük bir trajedi sonucu ölmeleri gerekiyordu… Sonuçta onlara ne vatandaşlık verildi ne de devlet töreni yapıldı ama bunların dile getirilmesinin bile insanı nasıl garip bir utanç ile doldurduğunu hatırlıyorum. Demokrasinin ulus-devletler ile sınırlı olduğunu dünyada bundan daha iyi gösterebilecek bir örnek daha yoktur sanırım.[5]

Demokrasi insan vatandaş olduktan sonra mı başlar? Vatandaş olmayanlar istenmeyen işleri yapan ve bu yüzden de olsa olsa varlığına katlanılan “ötekiler” olarak kalmaya mahkûm mudurlar? Demokrasi farklı olanların bir arada yaşamasını mümkün kılmayı da içermiyor mu? Pandemi döneminin ulusal refleksleri yükseltmesi sonrasındaki gerçekliğimiz daha da fazlasıyla ulus-devletler ile sınırlı bir hale geldi. Sınırlar elbette var ama sınırlara sopalı polis yığmak ile sınırları yönetmek arasında bir tercih yapmak mümkün. Bugün göçmenleri ötekileştirenler sadece göçmen karşıtı partilerin üye ve destekçileri değil. En muhalif demokratlar bile bugün açıkça göçmen karşıtlığı yapıyor. Dünyanın yeni demir perdesini dışlayıcı politikalara rağbet eden “demokratlar” inşa ediyor.


[1] Simge Akkaş, “Schengen Vize Başvurularının Ret Oranı Yükselişte,” Doğruluk Payı, 2 Haziran 2023. https://www.dogrulukpayi.com/bulten/schengen-vize-basvurularinin-ret-orani-yukseliste

[2] “40yüzde of Denied Schengen Visa Applications of Turkish Applicants in 2022 Were Rejected by German Embassy, Data Show,” schengenvisa news, 15 Ağustos 2023. https://www.schengenvisainfo.com/news/40-of-denied-schengen-visa-applications-of-turkish-applicants-in-2022-were-rejected-by-german-embassy-data-show/

[3] “Alman bakanlar deprem bölgesini ziyaret etti; vize sürecini hızlandırdıklarını söyledi,” Euronews, 21 Şubat 2023. https://tr.euronews.com/2023/02/21/alman-bakanlar-deprem-bolgesini-ziyaret-etti-vize-surecini-hizlandirdiklarini-soyledi

[4] Matthew Bremner, “The Melilla massacre: how a Spanish enclave in Africa became a deadly flashpoint,” The Guardian, The Long Read, 29 Ağustos 2023. https://www.theguardian.com/world/2023/aug/29/the-melilla-massacre-spanish-enclave-africa-became-deadly-flashpoint-morocco

[5] Lampedusa trajedisi ve vatandaş olmak için ölmenin gerekmesi üzerine son derece çarpıcı bir makale Kim Rygiel tarafından kaleme alındı, “Dying to live: migrant deaths and citizenship politics along European borders: transgressions, disruptions, and mobilizations,” Citizenship Studies, 20/5, 2016, ss. 545-560. https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/13621025.2016.1182682

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin