Daha önce de bahsettiğim gibi uzun bir süre bu köşede Plastik Anlaşmasına dair fikirlerimi ve değerlendirmelerimi yazmaya devam edeceğim. Bu hafta da, Sıfır Taslakta yer alan ve müzakere görüşmelerinde de sıkça atıfta bulunulan Ulusal Eylem Planı (UEP), Ulusal Uygulama Planı (UUP) ve Ulusal Katkı Beyanlarını (UKB) ve bunların plastik kirliliğinin çözümü için ortaya çıkartılacak bir anlaşma metnindeki varlığının sorunun çözümüne nasıl katkılar sağlayabileceğini konuşacağız.
Çok taraflı çevre anlaşmaları da dâhil olmak üzere, çok uluslu anlaşmalar, devletlere, uluslararası yasal belgeleri uygulamak için bireysel veya ortak eylemde bulunma yükümlülüğü getirmektedir. Burada bahsedilen uygulama, ülkelerin antlaşma yükümlülüklerini yansıtan ulusal politikalar oluşturma sürecini ifade eder. Dolayısıyla antlaşmalardaki uygulama hükümleri, antlaşmanın etkinliğini sağlamak üzere tasarlanır ve genellikle bir antlaşma belgesinde belirtilen yükümlülüklerin yerine getirilmesi için ulusal tedbirlerin alınmasını gerektirir. Bu tedbirler de çoğunlukla yönetmelikler, usule ilişkin tedbirler ve ekonomik tedbirler şeklindedir. Dolayısıyla bu kısmın kapsamının ve odağının tartışılması, ortaya çıkacak anlaşma metninin uygulamasının nasıl olacağının da anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Aslında burada biraz da olması gereken konusunda bazı fikirler ortaya koyacağım denebilir.
Plastik anlaşması müzakerelerinin (INC) ilk iki oturumu öncesinde ve sırasında UEP, UUP ve UKB’lere dair dile getirilen potansiyel uygulama tedbirleri, aslında daha önceki deneyimlerden hareketle pozisyon alan devletlerin öğrenilmiş reflekslerine ve anlaşma metinlerinin doğasına dayanmaktadır. Dolayısıyla Plastik Anlaşması kapsamında gerçekleştirilen INC’ler esnasında da birçok devlet UEP’lerden veya UUP ve UEP’lerin bir kombinasyonundan bir şekilde bahsetmişlerdir. Ancak bu bahsedişlerin arasında ciddi uçurumlar olduğunu söylemek mümkün. UEP’lere olan atıfların yaygınlığı, hükümetlerin kendi içlerinde ve aralarında, anlaşma metninin öne sürdüklerinin koordinasyonunu kolaylaştırması, küresel veya bölgesel taahhütleri ulusal eyleme dönüştüren eylem katalizörleri olması gibi sahip olduğu bazı potansiyellerinden kaynaklanmaktadır. Benzer yaklaşımlar Paris Anlaşması ve Stockholm Sözleşmesi gibi mevcut uluslararası veya çok taraflı anlaşmalarda da bulunmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki UEP’lerin kabul edilmesi, onların her zaman işe yarar olacakları anlamına gelmez. Çünkü geçmiş tecrübelerimiz UEP’lerin genellikle gönüllü taahhütlere dayandıklarını ve yaptırım mekanizmalarından yoksun oldukları için de herhangi bir etkin yaptırımı garanti edemediklerini göstermektedir. Yani bu beyanların içerisindeki en riskli kelime ve düğümü de çözecek olan yaklaşım, planların zorunluluğa mı yoksa gönüllülüğe mi dayanacağıyla ilgilidir. Daha önce bu işin gönüllülüğe dayanması gerektiğinin, ABD gibi bazı etkili pozisyondaki devletlerin arzusu olduğunu belirtmiştik. İşte dananın kuyruğunu tam olarak bu durumun koparacağını söylersek abartmış olmayacağız.
Daha önceki uygulamalardan da anladığımız kadarıyla UEP’lerin pek bir işe yaramamasının nedenleri olarak aşağıdakiler sıralanabilir:
- UEP’ler için gerekli olan çabaların tanımları ve ölçütlerinin yeterince tanımlanmaması ve uygulamadaki koordinasyonsuzluk,
- UEP’lerin hazırlanması için gerekli olan yetkilerin içeriğinin yeterince tanımlanmayarak muğlak bırakılması,
- UEP’lerin uygulanmasının denetlenememesi, uygulayıcıların hesap verebilirliğindeki eksiklik,
- UEP hedefleri için gerekli olan şeffaflığın olmamasının yanında, finansman ve yasama desteğinin eksikliği.
Tüm bu saydığımız eksiklikler, anlaşmaların etkisiz çıkması için bilinçli olarak mı bırakılıyor yoksa gerçekten de müzakere komitelerinin konu hakkında gerekli liyakate sahip olmadıkları için mi ortaya çıkıyor derseniz bence her ikisinden birden kaynaklanıyor denilebilir. Çünkü belki de tarihte sadece bir kere elde edilen bir fırsatın heba edilmesi, hem çıkar odaklarının hem de beceriksizlerin ortak çabasıyla mümkün olabilir.
Plastik kirliliği konusunda hazırlanan UEP’lerdeki gönüllülük ilkesinin baskın olmasında çoğunlukla kirletici endüstrinin belirleyici olduğunu söylemek mümkün. Endüstri ile uzlaşmalıyız gibi bir yaklaşıma sahip olanların özellikle müzakere komitelerine danışmanlık yapması bunun arkasında yatıyor. Bakın işte büyük kirleticiler hep belirli bir yılı işaret eden çeşitli gönüllü taahhütler yayımlıyor ama nedense hiçbiri o yıl geldiğinde o hedefe bir türlü ulaşamıyor. Zaten temel amaç da bu: İlgili hedefe ulaşmaktan ziyade ilgili hedefe sahip olmanın ekmeğini yemek! Zaten bu hedeflerin hemen hemen hiçbiri tutarlı bir veri toplama ve izleme mekanizmasına sahip değil. Dolayısıyla bu da etkinliklerini değerlendirmek için gerekli kanıtların oldukça sınırlı bir şekilde ortaya çıkmasına neden oluyor. Bakın Türkiye’nin kendi girişimiyle ortaya koyduğu Sıfır Atık yaklaşımının etkinliğine dair, veriye dayanan ne bir analiz ne de bir rapor söz konusu değil. Tüm değerlendirmeler oldukça üstün körü grafiklere dayanan basın brifinglerinden ibaret. İşte bu nedenle, gönüllü UEP’lerin plastik kirliliğiyle mücadeleye yönelik küresel ve ulusal eyleme etkili bir şekilde katkıda bulunacağı düşünülse de bunun böyle olmadığını etrafınıza bakarak anlamanız mümkün. Zaten etkili olsalardı bugün Plastik Anlaşması yapmak gibi bir gerekliliğe ihtiyaç duymazdık. Ancak hâlâ birçok ülke Plastik Anlaşması görüşmelerinde gönüllülüğe dayalı UEP’lerin savunusunu yapmaktadır. Bu da önümüzdeki en önemli risk olarak kabul edilebilir.
Bu riskin oluşmaması ve UEP’larının etkili bir anlama sahip olabilmesi ancak UEP’lerin yasal olarak bağlayıcı olması, ulusal yasal ve kurumsal çerçevelerle desteklenmesiyle mümkündür. Çünkü yasal olarak bağlayıcı UEP’lere sahip olmak, ülkeleri taahhütlerinden sorumlu tutmak için bir mekanizmanın da oluşmasını sağlar ve ülkeler için de eşit bir oyun alanı oluşturur. Bu da bazı ülkelerin sorumluluklarından kaçmasının ve diğerlerinin de aşırı adımlar atmasına neden olacak eşitsizliğin önlenmesine yardımcı olur. Tabii bu da yeterli değil. UEP’ler, ulusal taahhütlerin yerine getirilmesini sağlamak için sıkı uyum önlemlerine sahip olmalıdır. Yani UEP’ler ülkeler için tek zorunlu gereklilik olmamalı, bunun yanında ülkeler kendi ulusal bağlamlarında antlaşma gerekliliklerine nasıl uyacaklarını da somut olarak göstermelidir. Peki, bu nasıl olacak? Şöyle ki: Açık ve net bir şekilde bazı tedbirler tanımlanabilir, kısa orta ve uzun vadede yasal bağlayıcı bazı hedefler ortaya konulabilir ve tüm bunların da kâğıt üzerinde kalmaması için de bir uyum mekanizması oluşturulabilir. Burada bağımsız ve etkin yaptırım mekanizmalarını da kontrol eden, bilim insanlarının belirleyiciliğinde, yasamanın ve yürütmenin birlikte yer aldığı bir üst kurul oluşturulabilir. Bu kurul ceza ve teşvik mekanizmalarının uygulanmasını taahhüt edebilecek bir kapasitede olursa o zaman işte hiçbir şey kâğıt üzerinde kalmaz.
UEP’lerin işe yarar olmasının bir diğer kriteri de güçlü izleme, değerlendirme, raporlama ve veri paylaşımı prensibine sahip olmasıdır. Böylelikle değerlendirme ve etkinlik analizi de sağlıklı bir şekilde yapılabilecektir. Bu durum da beraberinde ceza ve ödül mekanizmalarının işletilmesine katkı sağlayacaktır. Eğer ki bunlar olmaz ise ortada hesap verebilir bir UEP mekanizması olmaz bu da etkinliğin olmaması anlamına gelir. Aksi durumda, sadece kendi kendine yapılan bir raporlama ve detayları olmayan veri paylaşımının herhangi bir anlamı olmayacaktır. Burada, Aarhus Sözleşmesi Uyum Komitesine benzer şekilde özel bir bağımsız inceleme komitesi örnek alınabilir.
Oluşturulacak bu komite ile hem endüstrinin manipülasyonlarının önüne geçilebilir hem de caydırıcılık sağlanabilir.
Tabii burada UEP’lerin güncelliğinin sağlanması konusuna da değinmekte fayda var. Çünkü plastik kirliliği, plastiğin şekillenebilirliği ve sahip olduğu esneklik göz önünde bulundurulduğunda değişken şekillere bürünme potansiyeline sahip. Dolayısıyla UEP’ler yeni bilgileri içerecek ve politikaların başarı veya başarısızlıklarına uyum sağlayacak şekilde sık sık gözden geçirilerek güncellenmelidir. Bu da ancak UEP’lerin yaşayan bir doküman olmasıyla mümkündür. Ayrıca UEP mekanizmasının mali olarak desteklenmesi de diğer saydıklarımız kadar önemlidir. Gerektiğinde teknik olarak ihtiyaç duyulan destek ve mali olarak ortaya çıkabilecek olan gerekliliklerin sağlanması mekanizmanın işlevselliği için olmazsa olmazdır. Düşünün ki ithal edilmesi gereken bir bilginin ve teknolojinin yerinde izlenmesi ve değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıktığında mali destek mekanizması oldukça kolaylaştırıcı olacaktır. Bu durum modeller üzerinden gerçekleştirilecek yerli ve ulusal mekanizmaların ve teknolojilerin de geliştirilmesine katkı sağlayacaktır.
İşte tüm bunların uygulandığı UEP’ler bir de uluslararası anlaşmalarla paralellik içerir ve onların uygulamalarıyla bağlantılı olarak kurgulanırsa o zaman anlamı ve etkisi olan mekanizmalara dönüşürler. Ancak Türkiye özelinde artık ayyuka çıkan; uluslararası anlaşmalardan uzaklaşma ve onları uygulama isteksizliği eğilimi ne yazık ki geleceğin plastik kirliliği açısından oldukça sıkıntılı olacağı izlenimini veriyor. Biz yine de zamanın ruhunun sahip olduğu olumlu havayı soluyarak karamsarlığa kapılmama yolunu tercih edelim derim.