Liberalizm bireyin otonomisi fikrine dayanır. Buna göre, birey özgür iradesini kullanarak tercih yapan rasyonel bir varlıktır. Liberalizm otonom bireyi, özellikle özgür ekonomik faaliyet hakkı üstünden tanımlar. Ekonomik çıkarlarının peşinde koşar, serbestçe ticaret yapar, mal-mülk sahibi olur. Amerika Birleşik Devletleri anayasasında yazdığı gibi, “mutlu olma peşinde koşma hakkına” sahiptir.
Liberalizme göre, ekonomide devletin rolü sınırlı olmalıdır. Piyasanın “görünmez eli”, ekonomik aktörlerin serbest uğraşları sonucunda toplumsal bir denge yaratır. Bu noktada devlete rol düşmez!
Liberalizmin otonom bireyi ekonomide devlete rol biçmez ama devleti bireyin yaşamı ve özel mülkiyeti korumakla görevlendirir.
Bunun böyle olmasının temel nedeni, liberalizmin içine doğduğu tarihsel koşullardır. Liberalizm Avrupa’yı perişan eden din savaşlarının sona ermeye yüz tuttuğu 17.yüzyılın ortalarında tarih sahnesine çıkmıştır. Yüz elli yıla yakın bir süre devam eden din savaşları sadece Martin Luther’in reformları sonucunda Protestan akımın ortaya çıkarak Katoliklerle savaşlara sürüklenmesi yüzünden yaşanmamıştır. Monarşilerin kilisenin mallarına el koyma çabası sonucunda da yaşanmıştır bu savaşlar.
Aynı dönemlerde Thomas Hobbes’un liberal demokrasinin temellerini atması tesadüf değildir. “İnsan insanın kurdudur” diyen Hobbes, “insanın en büyük korkusunun kanlı bir ölümle hayatını sonlandırmasıdır” diyordu.
Hobbes bu görüşleri İngiliz iç savaşı devam ederken kaleme almıştı ve güçlü ve egemen bir yönetime ihtiyaç duyulduğunu ileri sürmüştü. Hobbes, bireylerin rızasıyla toplumsal bir sözleşme oluşturulmasını, otonom bireylerin egemenliklerinden kısmen feragat ederek merkezi bir iradeyi (Leviathan’ı) görevlendirmelerini savunmuştur. Böylece egemen Leviathan (devlet) hem yaşamlarını hem de mülklerini koruyacaktır.
Hobbes’tan sonra liberal görüşe esaslı katkılar koyan John Locke ise, bireylerin yaşamını sadece savaşların değil, baskıcı bir devletin de tehdit edebileceğini ileri sürerek devletin yetkilerinin yurttaşların rızasıyla sınırlandırılması gerektiğini savunmuştur.
Aydınlanma’ın etkisiyle giderek seküler dünya görüşünü de benimseyen liberalizmin özellikle “insanlar eşit doğarlar” şiarı, Fransız Devrimi’nin temellerinin atılmasına katkı sağlamıştır.
Görüleceği gibi, liberalizm bireyin mutluluğunu serbest piyasa ekonomisi ve bireysel özgürlükleri garanti altına alan liberal demokraside aramaktadır.
Tarihsel olarak liberalizme karşı en ciddi eleştiri Marksizm’den gelmiştir. Marksizm Liberalizmin “rasyonel tercih yapan otonom birey” anlayışına ve serbest piyasa ekonomisine esaslı eleştiriler getirmiştir. Liberalizmin otonom birey anlayışını soyut bir kurgu olarak gören Sola göre, toplumu kuran otonom bireyler yoktur, toplum içinde otonomlaşan bireyler vardır. Dünyaya doğanın bir parçası olarak gelen insanın birey olması geleneklerin, etik değerlerin, üretim ilişkilerinin ve toplumsal örgütlenmenin yönlendiriciliği altında gerçekleşir. Marks’ın tanımlamasıyla, “toplumsal varoluş, bilinci belirler”.
Serbest piyasa modeline gelince. Bu model, sömürüye dayanıyor ve eşit doğan insanlar arasında eşitsizliklere yol açıyor. Bu yüzden, Marksizm liberlizmden farklı olarak, eşitliğe öncelik verir…
Fakat günümüzde Marksizm liberalizm karşısında eski ağırlığına sahip değildir. Liberalizmi zora sokan, hatta tehdit eden, paradoks bir biçimde, artık neo-liberalizmdir.
Hükümetleri, hatta toplumları yok sayan piyasa-odaklı neo-liberalizm, Şikoko ekolünden Milton Friedman gibi iktisatçıların geliştirdiği bir doktrindir. Ronald Reagan ve Margaret Thatcher tarafından benimenerek uygulanan bu ekonomi politikasının sonucunda toplumlar arasında ve toplumlar içinde eşitsizlik görülmemiş boyutlara ulaşmıştır. Pek çok ülkede insan kitleleri gelecek kaygısı içinde yaşamaktadırlar. Aşina oldukları dünya ve yaşam tarzı tehlikeye giren insanlar korkuya kapılıp ırkçı ve yabancı düşmanı eğilimler geliştiriyorlar. Popülist Sağ ise insanların bu korkularını istismar ederek, bizzat liberal demokrasiye karşı bayrak açıyor.
Neo-liberalizm Aydınlanmadan ve rasyonel düşünceden bir kopuştur. Yıkıcı eğilimlere yol açan bir akılsızlık içindedir. Liberalizmin bireysel özgürlüklere verdiği önemi kar maksimalizasyonu yönünde kullanmaktadır. Üretkenliği ve verimliliği azamileştirmeyi, bireyin “özgürce kendini gerçekleştirmesi” olarak sunmaktadır ama gerçekte bireyin özgürlüğünü ortadan kaldırmaktadır. Paranın gücüne tapan doyumsuz biryeler, “mutluluk peşinde koşmaktan” çok, başarı ve performans hırsıyla kendine yabancılaşmış, özyıkıcı, mutsuz bireylere dönüşmektedir.
Yeniçağ sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.