Kıbrıs iktibasAhmet AnGeçmişten günümüze Kıbrıs Solu’nun ortak eylem sorunsalı - Ahmet An
yazarın tüm yazıları:

Geçmişten günümüze Kıbrıs Solu’nun ortak eylem sorunsalı – Ahmet An

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kıbrıs Solu’ndan söz ederken önce, bundan neyi kastettiğimizi açıklamalıyız. Kıbrıslı Rum yazar Kiriyakos Cambazis, “Bir Mitin ifşası” adlı kitabında Kıbrıs Rum toplumunun milliyetçi liderliğinin “yayılmacı” bir anlayışla Kıbrıslı Türkleri, “Kıbrıs halkı” tanımına dahil etmediği vurgulamaktadır. Bu durumda Kıbrıs halkı, sadece adada yaşayan çoğunluktaki Rum toplumundan oluşacağından, onların Yunanistan’la birleşme talepleriyle uyuşmayan Kıbrıs Türk toplumunun da dışlanmış olması, siyasal bütünlük açısından bir zorunluluk olmaktadır.

AKEL VE AZINLIKLARIN DIŞLANMASI

Cambazis, 1926’da kurulan ve milliyetçilerin Enosis hedefine karşı politika geliştiren Kıbrıs Komünist Partisi (KKP)’nin, adanın tam bağımsızlığını kendine ana hedef olarak koyduğunu ve bunun sadece iki cemaatin ortak mücadelesiyle başarılabileceğini savunduğunu yazmaktadır (Lefkoşa 2013, s.55).

Oysa KKP’nin yerini alan ve “Kıbrıs Emekçilerinin İlerici Partisi” olarak kendini tanımlayan AKEL’in liderliği ise, milliyetçi Kıbrıs Rum liderliği gibi “Kıbrıs halkı = Kıbrıs Rum toplumu” tanımını benimsemekte ve başta Kıbrıs Türk toplumu olmak üzere Maronit, Ermeni, Latin gibi diğer dini grupları da ortak siyasal mücadeleden dışlamaktaydı.

Kitabında AKEL’in Enosis politikasını ve Kıbrıslı Türklere yaklaşımındaki hatalarını eleştiren üyelerin varlığı ve görüşleri hakkında bizlere bilgiler de veren Cambazis, partinin “Neos Dimokratis” adlı dergisinde yer alan ve AKEL  Politbüro üyesi ve Kıbrıs Türk toplumundan sorumlu Pavlakis Yorgiyu’nun kaleme aldığı “AKEL ve Azınlıklar” başlıklı bir makalesinde (Sayı:12, 1954, s.294-297) şunları yazdığını aktarmaktadır:

“AKEL, hem Rum halkını mücadelenin zorluklarıyla ilgili eğitmemiş, hem de azınlıkların rolünü küçümsemiştir. Bu sebeple de hiçbir zaman azınlıklara hitap etmemiş, onları hiç aydınlatmamış ve mücadeleye çağırmamıştır… Ayrıca Türk azınlığın ilerici partimiz tarafından yok sayılması, ya da küçümsenmesi bu şovenizmin bariz bir ifadesinden başka bir şey değildir.” (s.31)

Cambazis,  bu alıntıyla ilgili dipnotunda ise şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Alıntıda sözü geçen küçümseme, emekçi toplantılarında ve parti belgelerinde Türk dilinin kullanılmaması ile sınırlıdır. Tabii, dilsel iletişim temel bir etken teşkil etse de, tek etken değildir. Kıbrıslı Türk emekçilerin tepkisi, AKEL’in destek verdiği ilhak siyasetiyle ilgiliydi. AKEL yönetimiyse, bunu, dilden ötürü tezlerini açıklamasının mümkün olmadığı şeklinde yorumluyor ve altta yatan sebepleri incelemeyi reddediyordu.” (s.31)

Ben de, “Sol ve Kıbrıs Sorunu” grubunun daha önce düzenlemiş olduğu toplantılarda, 2018’de “Kıbrıs’ta Ortak Sınıfsal Mücadelede Dil Sorunu (1924-1954) ve 2020’de de  “Kıbrıslı Rumların Enosis Sorunu ve Kıbrıslı Türklerle Siyasal İşbirliği (1902-1941” başlıklı bildirilerimde bu konulara değinmiştim.

ENOSİS’TEN FEDERASYON’A

AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Kıbrıslı Türk gazetecilerle 1989’da yaptığı bir basın toplantısında, enosis konusuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle yanıtlamıştı:

“Şimdiki programımız 1962’de onaylandı ve hâlâ değişmedi. O zaman hedef tam bağımsızlıktı. O günün koşullarında Türkler dağınıktı ve federasyon için koşullar yoktu. 1974’den sonra iki ayrı bölge ve federasyon için koşullar oluştu. Bizce çözümde Türkler Kuzeyde, Rumlar Güneyde yaşamalı ve Türkler Kuzeyde çoğunlukta olmalı. Bütün bu görüşler yenidir ve doğal olarak 1962 koşullarında öngörülemezdi. Programımızda değişiklik yapılması gerekir. O program bugün geçerli değildir. Geçerli olan 1974’den sonra alınan parti kararlarıdır. Şimdi gündemde olan federasyondur ve enosis ve taksim ebedi olarak gömülmelidir. Enosis’ten boşandık, enosis artık gömüldü.” (Halkın Sesi, 19-23 Nisan 1989)

13 Ekim 2000 akşamı AKEL’in düzenlediği bir etkinlikte konuşan Parti Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas, Kıbrıs’ın uzun yıllar ve çetin mücadeleler sonucu bağımsızlığını kazandığını, bu mücadelede halkın çoğunluğunun yer aldığını, ancak iç cephede bazı hatalar olduğunu ve Kıbrıs Türk faktörüne gereken dikkatin verilmediğini söyledi (Kıbrıs gazetesi, 16 Ekim 2000).

Kıbrıs Rum solu’nun en büyük partisi olan AKEL’in Kıbrıs Türk toplumunu dışlayan politikası hakkında Hristofyas’ın yaptığı bu önemli saptama, bana 1952 yılında “Demokratis” gazetesinde çıkan bir makaleyi anımsatmış ve “Yusuf Aydın” takma adıyla kaleme aldığım, “AKEL ve Kıbrıs Türk Faktörü” başlıklı bir makalede, şu önemli noktayı bir kez daha vurgulama ihtiyacını hissetmiştim:

“Ama ne yazık ki, Kıbrıs işçi sınıfının partisi olmakla övünen AKEL’in bizzat kendisi, Kıbrıs Türk faktörüne gereken dikkati hâlâ daha vermemektedir.” (Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Sayı:58, Kasım-Aralık 2000)

Yakıcılığını yitirmeyen bu konuya parmak basan ve yarım yüzyıl önce konuya gereken dikkatin verilmesini isteyen bu tarihsel makale, AKEL’in yayın organı “Demokratis”ten alınarak, 19 Mart 1952 tarihli Halkın Sesi gazetesinde de Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştı. “Kıbrıs Halkının Kurtuluş Mücadelesi. (Yazan: G.İoannidi, K.Koliyannis, P.Rusu, Çeviren: K.Muhtaroğlu) =Türk Azınlığı=” başlıklı bu makalede diğer şeyler yanında şöyle denmekteydi:

“AKEL Türk azınlığına, Yunanistan’la ilhakta temin edilecek müstakil idarenin Kıbrıs Türklerine bol otonomi, Milli, Dil, Siyasi, Dini ve sairde gelişme sağlayacağını veciz ve hassas kelimelerle açıklamalıdır. AKEL eğer Türk azınlığı işçisini de, siyasi sahada ve teşkilat olarak nüfuz edip kazanmaya muvaffak olmadıkça, Kıbrıs halkının mücadele partisi lideri olmayacaktır.”

Mart 1952’de Demokratis’te çıkan bu uyarıların haklılığı o zaman kabul edilmiş ki, PEO, Kasım 1952’de Kıbrıslı Türk üyeleri için ayrı bir Türk Dairesi kurdu. AKEL’in de ayrı bir Türk Bürosu kurduğu haberi, 1954 yılı Haziran ayı içinde Kıbrıs Türk basınında yer aldı. Halka dağıtılan “AKEL Türk Kolu Dairesi” imzalı ilk bildiri ise, 20 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi gazetesinde tam metin olarak yayımlandı. (A.An, Kıbrıslı Türklerde Sınıf Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş ve İşçi Muhalefeti, Lefkoşa, 2005, s.208-212)

Cambazis, kitabında AKEL’in savunduğu Enosis konusu hakkında Türk üyelerin tutumuna ilişkin olarak şunları yazmaktadır: “Maalesef, AKEL yönetiminin parti üyesi Türkleri de bilgilendirdiğine veya bilgilendirmişse bile, bu üyelerin tepkisinin nasıl olduğuna dair herhangi yazılı bir belge bulunmamaktadır.” (s.25)

Ben de “İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri-1958’e Kadar Emek Hareketinde Kıbrıslı Türkler” başlıklı kitabımda (Khora Yayınları, Lefkoşa Ocak 2011), önemli ve hassas olan AKEL’in Enosis politikası ve Kıbrıslı Türkler konusuna da yer vermek istemiş, fakat sadece elde edebildiğimiz iki anektodu aktarmıştım. (s.141)

FEDERAL DEVLET

1974 yazındaki faşist Yunan darbesi ve onun ardından Türkiye tarafından adanın taksimi, AKEL dahil Kıbrıs Rum liderliğini federasyon modelini kabul etmeye zorladı. 1965’de SSCB’nin “federal devlet şekli de düşünülebilir” görüşü ile ters düşen AKEL, şimdi hangi gerekçelerle bu modeli kabul etmekteydi?

Bu satırların yazarı olarak ben de, dünyaya işçi sınıfının dünya görüşü çerçevesinde bakmaya başladığım zamandan beri, kafamı kurcalayan birtakım soruları, sempati duyduğum AKEL liderliğine sormayı çok istiyordum. Nitekim, AKEL’e ilettiğim 20 Aralık 1977 tarihli bir mektupta, daha önce parti tarafından şiddetle karşı çıkılan federal çözüm şeklinin kabul edilme nedenlerinin açıklanması talep etmiş ve şu soruları sormuştum:

“AKEL’in 14. Genel Kurulu’ndan önce, Kıbrıslı Türklerle ilgili teorik ve örgütsel sorunlar için bir konferans toplanması yararlı olmayacak mı? Kıbrıs’ta  etnik-siyasal bir bütünleşmenin geleceği nasıl olacaktır?”

Ne yazık ki bu öneriye yanıt bile verilmedi ve “Kıbrıslı Türklere yaklaşım ve milliyetler sorunu” kanayan bir yara olarak iki toplumun ilişkilerinin düzelmesini engellemeye devam etti.

KIBRISLI TÜRKLERLE RUMLARIN ORTAK CEPHESİ

24 Şubat 1989 tarihli AKEL Merkez Komitesi Plenum Toplantısında alınmış olan aşağıdaki karar, bugün de güncelliğini korumaktadır:

“Savaşımımızın utkuya ulaşması ve Kıbrıs’ın kurtuluşu hususunun bir diğer önkoşulu, Kıbrıslı Türklerle Rumların ortak cephesidir. AKEL’e göre bugün, ortak savaşım cephesinin kurulmasının gerçekleştirilmesi görüşü olgunlaşmaktadır. Kıbrıs Rum tarafında ortak bir savaşım vermenin gerekliliği daha geniş halk tabakaları tarafından benimsenmekte, kabul edilmektedir. (…) Kıbrıs Rum toplumu içerisinde geniş bir saygınlığı olan, Türk toplumu içerisinde de saygınlığı olan AKEL, tekrar yakınlaşma ve ortak bir cephe kurma görüşünü pratiğe indirgemek için inisiyatif koyacaktır. Bu görev, hiç de kolay değildir. Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızla arzu edilen düzeyde bir görüş birliğine varmak için birçok hususlar vardır ki, tartışılmalı, aydınlığa kavuşturulmalıdır.”

Mayıs 2005’de kaleme aldığım “AKEL’in 80. Yıl Tezlerinin düşündürdükleri” başlıklı yazı dizisinde şunları dile getirmiştim:

“23 Nisan 2003 tarihinde, Kıbrıs Türk tarafının yeşil hattın iki yanına karşılıklı serbest geçişlere sınırlı da olsa izin vermesinden sonra, AKEL’in yeniden yakınlaşma politikasında yeni açılımlara tanık olamadık. İlginçtir, Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu’nun Kıbrıslı Türk Koordinatörü Ahmet An tarafından, Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemen güç olan Türkiye’ye karşı açılan dava, 12 yıllık bir bekleme süresinden sonra 20 Şubat 2003’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazanıldı ve ana konusu, “örgütlenme özgürlüğü”nün engellemesiydi.   

“Bu özgürlüğün elde edilmesinden sonraki ilk ay içinde AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas’a yönelttiğimiz “AKEL’in 1974’de temasların artık olası olmadığı gerekçesiyle kapattığı Türk Bürosu’nun ne zaman açılacağı”na yönelik sorumuza, “yoldaşların güvenliği” gerekçesiyle olumsuz bir yanıt almamız, verilmesi gereken mücadelenin ne kadar zor olacağının bir işaretiydi. Kaldı ki 2 Aralık 1974 ile 4 Kasım 2003 tarihleri arasında partiye ulaştırılan ve Kıbrıslı Türklerle ilgili teorik ve örgütsel sorunlara yönelik görüş talep eden 30’a yakın mektubun da yanıtsız bırakıldığı bilinmektedir. 

Başka AKEL’cilerle yaptığımız görüşmelerde bize söylenen bir başka gerekçe de şöyleydi: “Kıbrıslı Türk ilerici partiler, AKEL’in ayrı bir Türk kolu kurmasına karşıdır. Kuzeyde halen var olan ilerici partilerin desteklenmesi yeterlidir.”

Oysa bildiğimiz kadarıyla bu destek, zaten yıllardır, her yıl düzenlenen dayanışma piyangolarının biletlerinden satın alma şeklinde sürdürülmektedir. Ne yazık ki parti politikasına “hiçbir eleştiri getirmeden sahip çıkan” kesimler de, “AKEL’in kuyruğuna takılı maşrapa olmamak” için verilen mücadeleler yüzünden, sıfıra sıfır, elde sıfır bir sonuç elde etmektedirler! Bir başka deyişle, bir zamanların “acente”leri, sadece “kötü bir kopya”ya dönüşmüş bulunmaktadır!

Kapıların açılmasından bu yana, AKEL, taksim çizgisinin kuzeyinde Kıbrıslı Türkler için henüz herhangi bir siyasal toplantı düzenlememiştir. CTP ile birlikte oluşturulan ortak komisyonların, nedeni ne olursa olsun çalışmaması bir başka olumsuzluktur. Özellikle Annan Planı’nın oylanması sırasında, AKEL’in “güçlü bir evet için hayır” demesi, Kıbrıs Türk toplumu içinde AKEL’e karşı var olan sempati duygularının yitip gitmesine yol açmıştır. Partinin, federal çözümü benimsemiş olmasına karşın, gerek kendi üyelerini, gerekse genel olarak Kıbrıs Rum toplumunu federal devletin ne olup, ne olmadığı ve iktidarın paylaşılması konularında yeterince aydınlatmadığı ortaya çıkmıştır. (…)

KIBRIS TÜRK SOLCULARLA MÜCADELE BİRLİĞİ YOK

AKEL, gerek yüksek öğrenim gençliğinin sol ideoloji ile yakından ilgilendiği 1968 yılından sonra, gerekse 1974’deki darbe ve işgalin yarattığı olağanüstü koşullarda,  tam da yol gösterici bir Türk Bürosuna gereksinim duyulduğu bir zamanda, Kıbrıslı Türklerden uzak durmayı yeğlemiştir.

Hele Türk Bürosu’nu kapatmakla büyük bir hata yapmış ve yeni koşullarda Kıbrıslı Türk emekçilerin, milliyetçi Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına karşı enternasyonalist bir politikayla donanmasını sağlayacak bir önderlikten yoksun kalmasına neden olmuştur. Örgütlenme konusunda yapılan bu yaşamsal hataya, 80. yıl tezlerinde değinilmemesi önemli bir eksikliktir.” (Bu eleştiri yazıları, 15-22 Mayıs 2005 tarihleri arasında Afrika gazetesinde yayımlanmıştır.)

EMPERYALİZM KIBRIS SOLU’NUN BİRLİĞİNİ İSTEMİYOR

ABD’de her yıl yayımlanmakta olan “Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı” adlı kitabın 1990 Yıllığı’nda, Kıbrıs Türk soluna ilişkin şu değerlendirme yer almaktadır:

“Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi ile güneyi bir gün “Federal Cumhuriyet”te yeniden birleşecek olursa, her iki toplumdaki sol kanat partilerinin birleşik oy gücünün, bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyların çoğunluğunu sağlayabileceği tahmin edilebilir.”

İlk defa 1989 Yıllığı’nda dile getirilen ve bir yıl sonra daha açık bir şekilde formüle edilen Amerikan emperyalizminin bu korkusu, ABD’nin neden iki devletli ve adanın taksimine dayanan bir konfederal çözüm peşinde koştuğunu açıklamaktadır. Ayrıca İngiliz ve Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi olagelmiş olan Kıbrıs Türk liderliğinin de “Rum düşmanlığı” ve “toplumların temas ettirilmemesi” politikasının nedenini ortaya çıkarmaktadır. (A.An, ABD’nin Kıbrıs Türk Soluna Bakışı, Sosyalist Gözlem, Ekim 1993, Sayı:5)

1991 Yıllığı’nda ise şu değerlendirme yapılmaktadır:

“AKEL’in Kıbrıs Türk toplumu içinde yasaklanmış olmamasına karşın, parti, “yeşil hat” üzerinden temas sağlamanın zorluğu yüzünden, kuzeyde aktif olmamayı seçmiş bulunuyor.

Kıbrıslı Türkler arasında üç tane sol kanat partisi vardır: CTP, TKP ve YKP… Üç sol kanat partisi de, Kıbrıs sorunu için federal çözümü savunmakta ve buna ulaşmada toplumlararası yakınlaşmanın bir araç olduğuna inanmaktadır. CTP liderine göre, “üç sol kanat partisi de, kendi kendilerine özgüdürler ve hiç biri de Kıbrıs’ın güneyinde veya dünyanın herhangi bir yerindeki her hangi bir partiyi kopya etmemektedirler.” (6 Kasım 1990’da Özker Özgür ile yazar Thomas W. Adams’ın yaptığı kişisel iletişimden öğrenilmiştir.)”

KIBRISLI TÜRKLERİN SOLCU PARTİLERİ

Adanın 1974 Temmuz’undaki olaylar ardından taksim edilmesi ardından kuzeyde toplanan Kıbrıslı Türkler, çeşitli siyasal partiler, sendikalar ve birlikler oluşturdular. Bunların sol kesimde anılanlarının verdikleri mücadeleler, başarıları ve hataları ile bilinmektedir. Günümüzde Kıbrıs Türk solunu siyasal planda temsil etmekte olan partiler şunlardır:

1970 yılı sonunda kurulup, sol sosyal demokrat bir çizgiyi uzun yıllar savunan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), bugün liberal bir politikayı benimsemiştir. CTP’nin eski sol çizgisini, bir ölçüde Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) devralmıştır. YKP, Toplumcu Kurtuluş Partisi (TKP)’den kopan sol kanat tarafından 1989’da kurulmuştur. Özker Özgür ile birlikte CTP’den ayrılanlar, 1998’de YKP ile birleşerek Yurtsever Birlik Hareketi (YBH)’ni oluşturmuş, ama sonradan ayrılıp, 2002’de Birleşik Kıbrıs Partisi (BKP)’ni kurmuşlardır. Sağ sosyal demokrat görüşteki Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP), 1976’da kurulan TKP’nin günümüzdeki devamı olup, kendini yeniden üretemediğinden gelişememektedir.

Bu dört siyasal partinin üye ve yandaşlarının bir kısmı, işçi, öğretmen ve diğer memur sendikalarında o görüşlerin izdüşümlerini oluşturmaktadır. Bu yapılanmalardan bağımsız, siyasal bir görüş sahibi olan Kıbrıs Türk solunun diğer unsurları, dönem dönem bazı yayın organlarında veya kendi dergi veya gazetelerinde düşüncelerini aktarabilmekte, ya da belli dar arkadaş grupları şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler. “Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek” dergisi çevresinin 2002’de kurduğu Kıbrıs Sosyalist Partisi ile “Baraka Kültür Derneği” çevresinin 2018’de kurduğu Bağımsızlık Yolu örnek olarak verilebilir.

Birkaç istisna dışında bütün bu örgütlenmelerin, TMT’nin 1958’de uyguladığı kanlı tedhiş ve baskıyla susturulmuş olan Kıbrıs Türk solunun birikime sahip çıkmaması, dikkate değer bir husustur. Bugünkü politikalarını, eski sol geleneğin hata ve sevabıyla savunduğu ilkelere dayandırmayan bu partiler, Kıbrıs Türk toplumuna, içine düşürüldüğü siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel çıkmazdan çıkış yolunu da açıkça gösterememekte, son çözümlemede onu, çaresiz bırakıp erimeye terk etmektedirler.

Kıbrıs Rum kesimindeki siyasal partilerin hemen hepsi de, adanın taksimine karşı olup, Kıbrıs sorununun iki toplumlu, iki kesimli federal bir devlet yapısıyla çözümlenmesini ve adada 49 yıldan beri askeri güçle dayatılan oldu-bittilere bir son verilmesini talep etmektedir. Kıbrıs Rum solunun örgütlü en büyük partisi olan AKEL’in son başkanlık seçimlerindeki adayının, %48 oranında oy topladığını hatırlatalım.

GÜNÜMÜZDEKİ ENGELLER

Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci ve ayrılıkçı politikalarına karşı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeniden federal bir çatı altında örgütlenmesi ve adamız üzerinde yaşayan iki ana etnik-ulusal toplum olan Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler arasında dostluk ve işbirliğinin yeniden kurulması için güçlerini birleştirmesi gereken Kıbrıs Türk ve Rum solu, bir an önce yeni bir durum değerlendirmesi yapmalıdır. Bağımsız ve federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden yoldaki zorlukların aşılması için, sahte solculardan arınmak ve mücadeleyi yeni baştan örgütlemek artık kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelmiştir.

Federal çözümü savunanlar, her iki taraftaki seçmenlerin %48’ini oluşturmasına rağmen, ne yazık ki birleşik bir federal devlet hedefinden uzağız. Her iki taraftaki federalist başkan adayları olan Akıncı ile Mavroyannis, şeçimleri kazanamamalarının ardından siyasetten istifa ettiler. Zaten Crans Montana’daki toplumlararası müzakerelerin çökmesinden sonra, Kıbrıs Türk tarafı federal bir çözüm için temel alınan BM parametrelerini terk ederek, “iki ayrı devlet” politikasını savunmaya başladı.

Oysa şimdi, federal anayasasının imza aşamasına geldiği birleşik bir Kıbrıs için savaşmak amacıyla, bir tüm-Kıbrıs Federalistler Cephesi kurmanın tam  zamanıdır. Bu mücadelede, federal çözüm yanlısı görünüp de, konfederal çözümü veya nihai taksimi destekleyenlerin deşifre edilmesi kaçınılmazdır. Burada kastettiğimiz, CTP’nin sözde federalist politikasıdır. “Federalist” olduğunu söyleyen CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, bu doğrultudaki çözüm mücadelesini sürdürmeyerek, meydanı ayrılıkçılara bırakmıştır.

Aynı Erhürman, Birleşik Kıbrıs – İki toplumlu Barış İnisiyatifi’nin CTP, TDP, DİSİ ve AKEL liderleri ile 11 Şubat 2019’da Lefkoşa’daki ara bölgede gerçekleştirdiği “İki Toplumlu Tartışma Paneli”nde, KTOEÖS Başkanı Selma Eylem’in “Kıbrıs’ın kuzeyi bugün TC’nin arka bahçesi haline getirilmiştir” şeklinde özetlenecek konuşmasını, “KKTC Başbakanı olmasam bile, bütünüyle reddederim” diyerek, anlatılanlara katılmadığını açıklaması, CTP’nin izlediği ve işgalci ülkeyi suçlamama politikasının en açık kanıtıdır.

Ayrıca 28 Mayıs 2022’de, CTP Kadın Örgütü’nün 10. Olağan Kurultayı’na katılan POGO Kadın Hareketi Genel Sekreteri Skevi Koukouma’nın konuşmasından sonra söz alan Erhürman, Koukouma’nın “Burada yaptığı konuşmada kullandığı bazı terimleri CTP olarak kabul etmediğimizi bizim işgâl altındaki bölge terminolojisini reddettiğimizi açık bir şekilde söylemek yükümlülüğü ve sorumluluğu altındayım” diyerek, yeniden tekrarlamıştır.

Federal çözüm yanlılarının seçim başarısızlığının altında yatan en önemli etken, işgalci gücün müdahaleleri yanında, buralara aktarılan ve “yurttaş yapılmış” nüfusun, Meclis’te sandalye elde etme yarışında oy deposu olarak kullanılmasıdır.

İşgali ve işgalciyi gizleyerek yapılan günübirlik hükümet eleştirileri, “biz daha iyi işbirliği yaparız”dan öteye bir amaca hizmet etmemektedir. Federal Kıbrıs’tan yana olan çözüm güçleri toparlanıp, bir araya gelerek, Kıbrıs Rum kesimindeki federalistler ile bir an önce ORTAK SİYASAL bir platformda buluşmanın yollarını aramalıdır! Sadece ortak bildiriler yayımlamak yetmiyor, uluslararası topluma sesimizi duyurmalıyız!

(14 Ekim 2023 tarihinde Lefkoşa’daki ara bölgedeki “Dayanışma Evi”nde “Sol ve Kıbrıs Sorunu” adlı kuruluş tarafından düzenlenen “Kıbrıs Solu’nun Ortak Eylemi” konusunun işlendiği 5. Yıllık Konferans’a sunulan ve zaman darlığı nedeniyle sadece son iki başlığı okunan bildirinin tam metni)

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin