yazılariktibasGazze’de soykırım - Prabhat Patnaik
yazarın tüm yazıları:

Gazze’de soykırım – Prabhat Patnaik

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

22 Ekim 2023

İsrail kuvvetleri, Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısına yanıt olarak Gazze Şeridi’ni yoğun bombardımana tutarak (cuma gecesine kadar) yaklaşık 2 bin Filistinlinin ölümüne ve en az 7 bin kişinin yaralanmasına yol açmakla kalmadı, bölgeye gıda, elektrik, doğalgaz ve su sevkiyatını da kesti. Buna ek olarak, cuma günü Gazze’nin kuzeyinde yaşayan 1,1 milyon kişiye, yani tüm Gazze nüfusunun yarısına (sadece 365 kilometrekarelik bir alana sıkışmış 2,2 milyon kişi) evlerini terk etmeleri ve İsrail’in kara harekâtına hazırlık olarak 24 saat içinde bölgeyi boşaltmaları uyarısında bulundular. Gazze’den İsrail’e tüm giriş noktaları kapalı olduğundan, Gazze’den Mısır’a tek giriş noktası bombalandığından ve insanlar bu noktayı kullanamadığından (Mısır’ın Filistinli mültecileri kabul etmeyeceğini açıkça belirtmiş olması bir yana), İsrail’in tahliye emrinin uygulanmasının mümkün olmadığı açık.

Ayrıca, Gazze’den çıkışlar mevcut ve açık olsa bile yaşlılar, hastalar, kadınlar ve çocuklar da dahil bir milyon insanın sadece yirmi dört saat içinde, yani saatte yaklaşık 42 bin ya da saniyede 12 kişinin göç etmesi fiziksel olarak imkânsız. Bu emir olsa olsa İsrail birliklerinin kara harekâtı başladığında Gazze sakinlerini bekleyen katliamı örtbas etmeye dönük bir hamle; öyle bir durumda halkın önceden uyarıldığı iddia edilebilir ve eğer halk hala direniyor ve katlediliyorsa o zaman suç saldıran birliklerin değildir. İşgalci birliklerin katliamı bir yana, tahliye emrinin yol açtığı çaresizlik ve panik, evlerinden kaçan çok sayıda insanın çaresizce dolaşması ve mültecilerin geçeceği yollarda sürekli bombalamaların yapılması binlerce insanın hayatına mal olacaktır. Kısacası tanık olduğumuz şey bir soykırım.

1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesine göre soykırım, “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen yok etmek amacıyla işlenen eylemler” olarak tanımlanıyor. Gazze’de yaşananlar tam da bu soykırım tanımına uyuyor. Batılı emperyalist güçler bu soykırımı, İsrail’in terör saldırılarına karşı kendini savunma hakkı olduğu ve bir terör örgütü olan Hamas’ın böylesine vahşi bir saldırı gerçekleştirdiği ve gelecekte de gerçekleştireceği; örgüt Gazze halkının arkasına saklandığı için Hamas’ı bastırmak için bu tedbirlerin alınmasının gerekli olduğu gerekçeleriyle savunuyor.

Batılı emperyalistlerin Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlamasını bir an için kabul edelim, ki Narendra Modi de bunu sadakatle yinelemişti. Fakat hiçbir uluslararası hukuk İsrail’in ya da başka bir ülkenin, aralarında teröristler var diye bütün bir halka karşı soykırım uygulamasına izin vermez. Esasında şahsi olarak işlemedikleri suçlar için bütün bir halka karşı uygulanan toplu cezalandırma, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi kapsamında savaş suçu teşkil ediyor ve İsrail’in yaptığı yalnızca “toplu cezalandırma” değil, soykırım harekâtıdır. Eğer bir “toplu cezalandırma” biçimi olan su, elektrik ve doğalgazın kesilmesi başlı başına bir savaş suçuysa, eğer sivil bölgelerin bombalanması başlı başına bir savaş suçuysa (ve sivil olmayanların bu bölgelerde bulunması bu bölgelerin sivil bölge olarak sınıflandırılmasını değiştirmiyorsa ve dolayısıyla bombalamanın bir savaş suçu olduğu hakikatini ortadan kaldırmıyorsa), o halde Gazze’nin kuzeyini boşaltmaya dönük kesin ve imkansız emir, hayal bile edilemeyecek ölçekte bir savaş suçudur ve Gazze Şeridi nüfusuna gıda verilmemesi de öyle. Birleşmiş Milletler, Hamas’ın saldırısının ardından İsrail’in gerçekleştirdiği eylemleri uluslararası hukukun ihlali olarak nitelendirmişti; bu ihlal soykırımdan başka bir şey değil.

Hamas’ın saldırısının İsrailliler arasında neden olduğu sivil kayıplar konusunda bu denli telaşlanan Batılı emperyalist ülkelerin, Filistin halkına uygulanan soykırım da dahil olmak üzere İsrail’in işlediği büyük savaş suçlarına karşı tek bir kelime bile etmemeleri, Filistinlilerin hayatlarının İsraillilerin hayatlarından daha az önemli olduğu bir zihniyete ihanet etmektedir; bu, emperyalist güçlerin şu anda İsrail’i destekleriyle yöneten apartheid rejimiyle paylaştıkları ırkçı zihniyettir. Fanatik İsrailli yerleşimciler tarafından yayılan, Hamas’ın Yahudi bebeklerin kafasını kestiğine dair sahte hikayelere başvurarak haklı gösterilmeye çalışılan bu zihniyet, İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın Gazze’ye dönük “tam kuşatmayı” savunurken kullandığı sözlerde açıkça görülüyor: “Hayvanlarla savaşıyoruz ve buna göre hareket ediyoruz”. (Marjorie Cohn’dan aktaran Truthout, 12 Ekim).

Ancak Hamas’a “terör örgütü” demek, İsrail’in Filistin topraklarını çeyrek asırdır işgal altında tuttuğunu ve bu süre zarfında Filistin halkının acımasızca baskı altına alındığını, zulme uğradığını, mülksüzleştirildiğini ve aşağılandığını görmezden gelmek demektir. Kısa bir süre önce ABD Emperyalizmi Uluslararası Mahkemesinde jüri üyesiydim ve ABD ve diğer emperyalist güçler tarafından iktisadi yaptırımlara maruz bırakılan 15 ülkeden tanıkların ifadelerini dinlemiştik. Birkaç ay önce Gazze’den bir tanık mahkemede ifade verirken arka planda sahiden de bombalar patlıyordu. Bu açıkça bir sivil bombardıman vakasıydı ve dolayısıyla savaş suçu teşkil ediyordu. İşte bu savaş suçları zinciri, yerleşimci sömürgeciliğini andıran bir şekilde bütün bir halkın boyunduruk altına alınması, El Aksa Camiine yapılan saygısızlıkla doruğa ulaşması, Hamas’ın giriştiği türden bir eylemin ortaya çıkmasına neden oldu.

Uluslararası hukuk uyarınca Filistinlilerin, topraklarının İsrailli işgalciler tarafından zorla ele geçirilmesine karşı silahlı mücadele de dahil olmak üzere direnme hakları vardır; bu tutum 1983 yılında BM Genel Kurulunun “halkların bağımsızlıkları, toprak bütünlükleri, ulusal birlikleri ve sömürgeci tahakküm, apartheid ve yabancı işgalinden kurtuluşları için silahlı mücadele de dahil olmak üzere mevcut tüm araçlarla mücadele etmelerinin meşruiyetini” savunan kararıyla yinelenmiştir (Cohn’dan alıntı, op.cit.). Dolayısıyla Hamas’ı sömürgecilik karşıtı bir mücadele yürüten bir grubun aksine salt bir terör örgütü olarak görmek, Filistin halkının bariz bir şekilde boyunduruk altına alınmasına ilişkin tüm bağlamı görmezden gelmek anlamına gelir. Bu bağlam, silahlı mücadeleye başvurmaları akıllıca olsun ya da olmasın, yasa dışı ya da ahlaksız olarak görülemeyecek bu tür örgütlerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Tüm bunları söylemek Hamas’ın yaptıklarını onaylamak değil, İsrail rejiminin ve onun Batılı emperyalist destekçilerinin, bir halkın boyunduruk altına alınmasını ve topraklarının işgal edilmesini “normalleştirmek” için salt güç kullanılabileceği şeklindeki temel varsayımının tamamen geçersiz olduğunu ve bu görüşün İsrail’de giderek artan sayıda insan tarafından paylaşıldığını vurgulamaktır. İsrail rejiminin Hamas saldırısına verdiği yanıt tam da bu varsayıma, yani bazı “sorun yaratan” “terörist” örgütlerin ortadan kaldırılmasının sorunu “çözeceği” ve İsrail’e barış getireceği varsayımına dayanıyor. Son 75 yıldır bunun gerçekleşmediği hakikati İsrail rejimi açısından bir kayıp. Mevcut soykırım teşebbüsü, gelecekte Filistinli örgütlerden, Hamas’tan olmasa bile başka bir örgütten daha büyük bir misilleme getirecek; artan bir şiddet sarmalında daha da fazla can kaybına neden olacaktır.

Dünyanın dört bir yanındaki demokratik görüşlü insanlar, Yahudi halkının tarih boyunca ve özellikle de Avrupa’da Nazizm altında çektiği acılarla derin bir empati kuruyor; fakat İsrail rejimi ve onun metropol destekçileri, emperyalist projeyi desteklemek için bu acıları alaycı bir şekilde kullanıyor ve böylece önemsizleştiriyor. Filistin halkına yaşattıkları pek çok açıdan Yahudi halkının Naziler altında çektiklerini anımsatıyor: gerçekten de bazıları Gazze’deki ayaklanma ile Yahudilerin 1943’te Varşova gettosunda Nazi işgalcilere karşı ayaklanması arasında paralellik kurmuştu. Ancak Batı emperyalizmi tarafından sonuna kadar desteklenen Netanyahu, faşist gaddarlığında olduğu kadar basiretsizliğinde de acımasız. Fransız hükümeti “anti Semitizm” ile mücadele adına Filistin halkının soykırımına karşı gösterileri yasakladı ve bu yasak metropol dünyasının pek çok yerinde tekrarlandı.

İsrail ile Hamas arasındaki savaşın son dönemde alevlenmesi, Filistin sorununun müzakere yoluyla kalıcı bir çözüme kavuşturulmasının mutlak gerekliliğini ön plana çıkarıyor. Ancak acil görev, İsrail’in Filistin halkına uyguladığı ablukayı kaldırarak ve Gazze şeridine yönelik kara harekâtını önleyerek Filistin halkına yönelik soykırımı durdurmaktır. Emperyalizm Güvenlik Konseyini felce uğrattığı için BM çaresiz bir seyirci haline geldi. Dünya kamuoyunu harekete geçirmek tek umut olarak kalıyor.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin