2021’den bu yana Batı ve Orta Afrika’nın büyük kısmında askeri darbeler hükümetleri devirdi. Darbe dalgası Çad’da (Nisan 2021) başladı, ardından Mali (Mayıs 2021), Gine (Eylül 2021), Burkina Faso (Ocak ve Eylül 2022), Nijer (Temmuz) ve son olarak da bağımsızlıktan bu yana ülkeyi yöneten Bongo ailesinin iktidardan uzaklaştırıldığı Gabon’a yayıldı. Bunların tamamı eski Fransız sömürgeleri, dolayısıyla bu olaylar zinciri, Fransa’nın kontrolündeki ortak para birimi CFA ve Fransız askeri üslerinin varlığıyla tanımlanan Françafrique’de hâkim olan sömürge sonrası anlaşmanın krizde olduğunu gösteriyor.
Seçilmiş liderlerin devrilmesi genelde yaygın bir kamuoyu onayı ile karşılandı ve bunun başlıca istisnası da oldukça manidar. İktidarın ele geçirilmesine karşı büyük protestoların yaşandığı Çad’da darbe, 30 yıldan uzun bir süredir iktidarda olan babası Idriss’in ölümünden sonra Mahamat Déby tarafından yönetilmişti. Başka bir deyişle, Çadlılar darbe olduğu için değil, son askeri darbeleri kutlayan komşu ülke vatandaşları gibi eski elitlerden kurtulmak istedikleri için protesto ettiler.
Siyasi bağımsızlıktan altmış yıl sonra, demokratikleşme ve kalkınma vaatlerinin halkların büyük çoğunluğu açısından yetersiz faydalar sağladığı Batı liderliğindeki küresel düzen, Afrika’yı hayal kırıklığına uğrattı. Bu noktada darbe dalgası Küresel Güney’den gelen bir başka hikayeyle kesişiyor: BRICS ülkelerinin artan nüfuzu, son zamanlarda dolar hegemonyasına alternatifler geliştirme konusunda çeşitli teşebbüslerde sergileniyor (Örneğin Hindistan ve Suudi Arabistan, rupi cinsinden ilk petrol anlaşmasını imzaladı). Afrika açısından kredi piyasasının kontrolünü ele geçirmek, anlamlı bir dekolonizasyonun ön koşulu. Dolardan arınma da bunu sağlayabilir ama bu sadece doların yerine yuan ya da rublenin konulması anlamına gelmiyor.
Afrika’daki mevcut düzensizlik, 1970’lerin sonundaki petrol krizinden bu yana kırk yıllık neoliberalizmin kıtaya getirdiği kaosla kıyaslanamaz bile. Tek kutuplu Amerikan ve Batı Avrupa hegemonyasının yükselişi, barış ve refah getirmek bir yana, yoksulluğa, açlığa, yerleşik yolsuzluğa ve tabii kaynakların yağmalanmasına yol açtı. Şu anda kıta genelinde patlak veren halk öfkesi bunun kaçınılmaz sonucu.
Daha önceki egemenlik projelerinin çöküşünü değerlendirmenin bir yolu, kıtanın ilk bağımsızlık liderlerinin son derece önemli bir rol biçtiği Afrika üniversitesi. Amílcar Cabral, Kwame Nkrumah, Julius Nyerere ve Léopold Senghor gibi yazar, şair ve filozoflar bu liderlerin pek çoğunu oluşturuyordu. Afrika uluslarının ancak bağımsız bir fikir çerçevesi ile gerçekten özerk olabileceklerini biliyorlardı. Devrimci entelektüel ve bağımsızlık lideri Nkrumah, 1963 yılında Gana’nın Legon kentinde Afrika Çalışmaları Merkezi’nin açılışını yaparken şunu ilan etmişti: “Gana’nın ve Afrika’nın tarihi, kültürü ve kurumları, dilleri ve sanatları, sömürge döneminin önermelerinden ve varsayımlarından tamamen bağımsız olarak, Afrika merkezli yeni yollarla [incelenmelidir]”.