Arendt’in kötülüğün sıradanlığı kavramına ciddi eleştiriler getirilmiştir…
Arendt bu tezini ortaya atarken verdiği örnek yakından da tanıdığı ve Nazilerle iş birliği yapıp milyonları toplama kamplarında esir düşüren Adolph Eichman’ın kişilik özelliklerini ön plana çıkarıp şunları söylemişti :
- “Sıradan” hatta tanıyanlar için oldukça yumuşak bir bürokrat
- “son derece normal”
- “kötü niyeti olmadan kötü şeyler yapan”
- belki de kötü bir niyeti olmadan kötü şeyler yapmıştır ve bu onun “düşüncesizliğine” bağlı bir gerçek, kötü eylemlerinin gerçekliğinden bir kopuştur.?
- “başka birinin görüş açısından bakma kabiliyetinden yoksun olması” nedeniyle “ne yaptığını asla anlayamadı.” Belirli bilişsel becerinin eksikliğinde, “yanlış yaptığını bilmesi veya hissetmesi neredeyse imkânsız koşullar altında suç işledi.”
- Arendt, Eichmann’ın sahip olduğu bu özellikleri “Kötülüğün Sıradanlığı” başlığı altında topladı: o doğası gereği kötü değildi, sadece sığ ve bilgisizdi. Nazi Partisi’ne derin ideolojik inançlarından ötürü değil, amaç ve aidiyet arayışıyla sürüklenmiş bir adamdı. (1)
Buradaki temel eleştiriler son iki haftada toplumun gündemini fazlasıyla meşgul eden ve bir süredir her alanda gördüğümüz “çürümüşlüğün” sonucunda yapılan yanlış yorumların bir benzerinden ibaret..
Tıpkı Arendt’in birini tanıyor diye “özünde iyi” olduğunu saydığı bir kişiye gereğinden fazla odaklanıp yapılan kötülüğün kendisine değinmeme hali değil midir buradaki hata ?
Esas problem olayın ne olduğundan çok X kişisinin gerçekte ne kadar iyi, sakin , “muhalif” hatta “solcu” olduğuna odaklanmaktan kaynaklanmıyor mu ?
Toplumumuz gerçekleşen herhangi bir olay sonucunda olayın içindeki kişilerin:
“kimliğine”
“mesleğine”
“iyi ya da tanınır olup olmamasına”
“partisine”
“ideolojisine” vs bakmıyor mu ?
Basın etiği bile bunlara bağlı olarak değişmiyor mu ? Şüpheli olanın bir göçmen, mülteci ya da ülkeye okumaya gelen bir öğrenci söz konusu olduğunda köken, açık adres ve dava tamamlanmadan suçlu gösterilen insanlar olurken,
Tanınan, mesleği toplum tarafından kabul gören insanlar olduğunda masumiyet karinesi akıllara gelip gizlilikle yürütülmüyor mu çoğu şey?.
****
“İktidarın ahlakı”(2), iktidardan çok daha yaygın bir alanda kendisini göstermektedir. İşgal altında, KKTC gerçeğinde, bölünmüş bir adada bazı kendilerini muhalif diye tanımlayanların da bu mecra içerisinde yaygın bir “iktidar ahlakı” vardır. Bu “muhaliflerin” ahlakı ile iktidarın ahlakı arasında hiçbir fark yoktur. İki düşünce de hareket-topluluk ya da ahlaken ayrışmıyorsa, birbirlerinden farklı birtakım değerleri yoksa, diğer alanlardaki farklılıkları sadece birer detaydan ibarettir ve geçtim apolitik insanları, politika ile ilgilenen insanlar arasında bile birçok partimizin ekonomi-sosyal-siyasal-ahlaki politikaları arasında bir fark görülememektedir.
Artık sol siyasetini ve ideolojisini yeniden tanımlamalı, sadece ulusal sorun olan Kıbrıs Sorunu bazlı değil, emek ve halkın hakları temelli düşünerek ancak sol ve emek temelli bir hareketi yeniden canlandırabilecektir. İktidar ahlakı ile muhalefet yapamazsınız; yaparsanız da o yaptığınız şeyin adı muhaliflik değildir. Kısaca neyin ahlakını yaşıyorsanız osunuz.
- Thomas White- Hannah Arendt ve Kötülüğün Sıradanlığı https://dusunbil.com/hannah-arendt-ve-kotulugun-siradanligi/?utm_source=twitter&utm_medium=social&utm_campaign=ReviveOldPost
- Taylan Kara- ‘Muhalif’lerin içindeki ‘iktidar ahlakı’: Başkasının gözündeki kıymık, kendi gözündeki kütük https://haber.sol.org.tr/yazarlar/taylan-kara/muhaliflerin-icindeki-iktidar-ahlaki-baskasinin-gozundeki-kiymik-kendi