“İrlandalı şarkıcı Sinéad O’Connor 56 yaşında hayatını kaybetti.”
Dünya ve Türkiye medyası Sinéad O’Connor’ın ölüm haberini böyle duyurdu. Oysa o, ben ve benim kuşağımdaki birçok kişi (en çok da lubunyalar ve kadınlar) için bir şarkıcıdan/sanatçıdan/yıldızdan çok daha fazlasıydı. Tam da olması gerektiği gibi, lubunyalar ve kadınlar onu adına, hayatına ve yaptıklarına yaraşır bir biçimde; acıyla, özlemle, hüzünle, ama en çok da alkış, takdir ve minnetle uğurladı. Herkes kendi meşrebince taziyesini bildirirken, akıllara -tabii ki- hemen 1992 yılında, ünlü TV programı Saturday Night Live’daki protestosu geldi.
Hafıza-i beşer nisyan ile malül. Hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var:
O’Connor, kariyerinin en şaşalı döneminde SNL’e davet edilmiş, çıplak sesle seslendirdiği “War” (Savaş) şarkısının sonunda Katolik Kilisesindeki istismar olaylarını protesto etmek için Papa’nın resmini yırtmış ve “Gerçek düşmanla savaş!” diye bağırmıştı.
TV tarihinin en etkileyici, en şok edici anlarından biri olduğu yıllar içinde yeniden yeniden tescillenen bu eylemin ardından O’Connor SNL tarafından sonsuza yasaklanmış, hem medya hem müzik hem de genel olarak sanat dünyası tarafından dışlanmış ve kariyeri bitme noktasına getirilmişti. Onun 92 yılında gösterdiği cesareti ilerleyen zamanlarda pek gösteren olmadı. İkiyüzlü dünya tarafından linç edildi ama tarih onu haklı çıkardı. Yıllar sonra Katolik Kilisesindeki çocuk istismarı vakaları ardı ardına gün yüzüne çıktı, hayatta kalanlar konuştu ve O’Connor, dünyanın seslerini duymayı reddettiği çocukların belki de hayatlarını sonsuza kadar değiştiren isim oldu. Konu artık o kadar inkar edilemez bir noktaya geldi ki, O’Connor’ın kariyerini bitirmeye girişen Katolik Kilisesi bile bu utancı kabul etmek zorunda kaldı. (Ancak O’Connor’dan asla özür dilenmedi.)
Sadece İrlanda’da 70 bin çocuğun Katolik Kilisesi rahipleri tarafından istismar edildiği ortaya çıktı. Altını kalın kalın çizmek istiyorum: SADECE İRLANDA’DA… 70 BİN ÇOCUK… Biri Instagram’da şöyle yazmış ölümünün ardından: “Bugün ben bensem ve hayattaysam, ve yaşadıklarımı anlatabildiysem senin sayende. Ömrümün sonuna dek bunun için sana minnet duyacağım.”
12 yaşında SNL’deki protestosunu haberlerde izlediğimde hissettiğim dehşeti bugün 43 yaşımda bile tarif etmekte zorlanıyorum. Şiddete ve istismara uğramış bütün çocuklar olarak ona minnettarız ve öyle de kalacağız.
2021 yılında ona bu anın kariyerini tanımlayıp tanımlamadığı sorulduğunda şöyle diyor: “Evet, hem de çok güzel bir şekilde.” Ve şöyle devam ediyor:
“Bu kaltağın kim olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktu. Artık bu kadını bir pop yıldızı sanmak yoktu. İnsanlar ‘Kariyerini mahvettin’ diyor ama benim için düşündükleri kariyerden bahsediyorlar. Plak şirketindeki adamların satın almak istediği Antigua’daki evin içine ettim. Onların kariyerini mahvettim, kendiminkini değil.”
Bu yazının, daha doğrusu derlemenin amacı Sinéad O’Connor’ın bu eylemden çok daha fazlası olduğunu Velvele sayfalarına not düşmek. Çünkü, her ne kadar bugün sağcı yobazlar cancel culture ocakları yıkıyor, diye zırlasalar da, asıl “iptal kültürünün” onlar tarafından yıllardır zaten işletildiğini yinelemek istiyorum.
Sinéad O’Connor, muhteşem şarkıları ve sesinin yanı sıra, meslektaşlarının ve dahi birçok insanın sırtını çevirdiği, kulaklarını tıkadığı, gözlerini kapadığı sayısız konuya ve olaya cesurca ses çıkardı. Toplumun, medyanın ve iktidarların ötelediği, horladığı, sahipsiz ve yalnız bıraktığı, ölüme, açlığa, sessizliğe terk ettiği herkesin yanında durarak bir rock yıldızından çok daha fazlası oldu.
Onu diğerlerinden ayıran bazı olayları ölümü vesilesiyle hatırlatmayı bir görev biliyorum. Aşağıda okuyacağınız bazı şeyleri ben de ilk kez duydum ve şimdi onu daha da çok seviyorum.
İsrail devletinin zulmüne karşı Filistinlilerin yanında!
İrlanda, kendi tarihinden de mülhem, Filistin konusundaki en duyarlı toplum olabilir. O’Connor da o İrlandalılardan biri.
1997’de İsrailli ve Filistinli kadınların Kudüs’te birlikte organize ettikleri “İki Başkent, İki Devlet” (Two Capitals, Two States) başlıklı festivale katılacaktı. Ancak konser ne yazık ki gerçekleşemedi çünkü O’Connor ve grubu ölüm tehditleri almışlardı. Neredeyse herkes bu tehditleri organize eden kişinin İsrailli aşırı sağcı provokatör Itamar Ben-Gvir ve örgütü “İdeolojik Cephe”nin olduğundan emindi ancak Ben-Gvir bunu asla kabul etmedi. Oysa bir radyoda konserin iptal olmasıyla ilgili epey övünmüştü. O Ben-Gvir bugün İsrail’in Kamu Güvenliği Bakanı.
Sanatçı bu olayların ardından Ben-Gvir’e zehir zemberek bir mektup yazarak şunları söyledi: “Ruhunuzun başarısızlığından başka hiçbir şeyde başarılı olamadınız.”
O’Connor 2014’te de Filistinlilerle dayanışmak için İsrail’de katılacağı bir etkinliği iptal etti. Hot Press’e bu kararını şöyle açıklamıştı:
“İnsani açıdan bakıldığında, aklı başında hiç kimse Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü duruma sempati duymaktan başka bir şey yapmaz. Dünya üzerinde İsrailli yetkililerin yaptıklarını herhangi bir şekilde onaylayan aklı başında tek bir kişi bile yoktur.”
Sanatçının ölüm haberinin ardından Palestine Chronicle’a “Sinéad O’ Connor sadece İrlanda halkı için değil, birçok Filistinli için de bir ikondu.” diyen Filistinli gazeteci Ramzy Baroud şunları eklemiş:
“Bu muhteşem sanatçıya olan sevgimiz ve takdirimiz sadece Filistin konusundaki ilkeli duruşu nedeniyle değil, aynı zamanda kişisel mücadelelerini birçok yönden Filistinlilerin kolektif mücadelelerine yansıtması nedeniyledir. O’Connor hayatındaki pek çok trajediye rağmen iyi bir mücadele verdi. Ani vefatından dolayı üzgünüz ama aynı zamanda ilkeli ve mümkün olan her şekilde cesur bir insan olduğu gerçeğiyle de teselli buluyoruz.”
Her zaman LGBTİ+’ların yanında!
Sinéad O’ Connor, hayatı boyunca hep ama hep LGBTİ+’ların yanında oldu, mücadelemize omuz verdi ve sahip olduğu platformları bizler için hiç düşünmeden kullandı. Hem de LGBTİ+ destekçisi olmanın hiç de “cool” olmadığı ve eşcinselliğin ülkesi İrlanda’da suç olduğu yıllarda zamanlarda yaptı bunu.
Birkaç örnek:
1988 yılında, Margaret Thatcher önderliğindeki muhafazakar hükümetin Britanya’da “eşcinselliği teşvik etmeyi” suç sayan 28. Madde’yi kabul ettirmesinden sadece bir ay sonra pop ikilisi Erasure ile Londra Pride’da sahne aldı. Lubunyaların ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüğü ve Pride’ın bir protesto olduğu zamanlar…
O’Connor’ın LGBTİ+ topluluğuna verdiği destek hayatı boyunca devam etti.
“İrlandalı her queer, kadın ve dışlanmış kişi bu gece Sinéad’ın vefatını hissediyor.” diyen Transseksüel Eşitlik Ağı İrlanda’nın (TENI) eski çalışanı Toryn Caitriona Glavin, O’Connor’ın kıyafetlerini ihtiyaç sahibi trans gençlere bağışladığını aktardı.
İslam’ı seçtikten sonra başörtüsü takan O’Connor, 2019 yılında Good Morning Britain programına üzerinde gökkuşağı bayrağının renkleri olan bir kıyafetle katıldı.
Yazar Keeanga-Yamahtta Taylor’ın tweet zinciri bu ara başlığa çok yakışacak.
Sessizliği ve önyargıları jilet gibi yırtan AIDS/HIV aktivizmi
Sinead O’Connor HIV/AIDS ile yaşayanların anlatısını değiştirmek için çok çabaladı ve bunu başardı da. Konuyla ilgili en karanlık günlerde pek çok kişinin sesi oldu.
Örneğin 1986’da, daha 19 yaşındayken, iki bölümlük “AIDS: The Last Chance” (AIDS: Son Şans) adlı korkunç yapımla dalga geçmek için çekilen “Prophyltex: Ekstra Güçlü” prezervatif reklamında yer aldı. İngiliz televizyonlarında prezervatif reklamlarının yasaklandığı bir dönemde çekilen bu reklam AIDS/HIV mücadelesi için -pozitif anlamda- bir provokasyondu ve büyük ses getirdi.
1990’da, the Late Late Show’a, bugün adı artık HIV Irleand olan Dublin AIDS Alliance’ın tişörtüyle katıldı. Dernek ondan “HIV ile yaşayan ve AIDS’ten etkilenen insanların gururlu müttefiki.” diye bahsetti:
O’Connor aynı yıl, HIV/AIDS araştırmalarına para toplamak için düzenlenen “Red Hot + Blue” kapsamında eşcinsel besteci Cole Porter’ın “You Do Something to Me” şarkısını yorumladı. Şarkı için çekilen video, döneminin çok çok ilerisindeydi ve bugün izleyince bile insanı hayretlere düşüren bir LGBTİ+ temsiline sahipti.
Her dem anti-faşist
1990 yılında, Şili diktatörü Pinoche iktidardan henüz uzaklaşmışken, onun ve katiller ordusunun devrimcileri katlettiği stadyumda Af Örgütü’nün düzenlediği konserde sahne aldı. Etkinlikte önce politik kadın tutsakları İspanyolca selamladı, ardından da orada katledilenler için seyircileri bir dakikalık saygı duruşunda bulunmaya çağırdı. Yanında Şilili efsanevi devrimci grup Inti-Illimani üyeleri vardı.
O konserde Peter Gabriel ile seslendirdiği Don’t Give Up’ı da şuraya bırakayım:
2000 yılında Dublin’deki Anti-Nazi League’in (Nazi Karşıtı Birlik) yürüyüşüne kucağında kızıyla katıldı (foto aşağıda); 1983’te Londra’da bir polis karakolunda bir polis tarafından vurularak öldürülen 21 yaşındaki Siyah genç Colin Roach için “Black Boys On Mopeds” adlı şarkıyı yazdı. Bir söyleşisinde Van Morrison’ın “Astral Weeks”ine gönderme yaptığı şarkıda şöyle diyordu:
“İngiltere, Madam George’un ve güllerin efsanevi ülkesi değil. Orası motosikletli Siyah çocukları öldüren polislerin memleketi.”
Sinead O’Connor’ın kariyeri İngiliz sömürgeciliğine, Kuzey İrlanda’nın bağımsızlığına, polis/devlet/kilise şiddetine karşı yazdığı şarkılarla ve verdiği demeçlerle dolu. Kadınların, lubunyaların, beyaz üstünlükçülerin şiddet uyguladığı “diğerlerinin”, anti faşistlerin, ırkçılık karşıtlarının ve adaletsizliğe karşı mücadele edenlerin yanında, onlardan biri olarak yer alarak yaşadı. ABD milli marşına, Grammy’lere ve müzik endüstrisine posta koydu. İkili cinsiyet sisteminin kalıplarının dışına taştığı görüntüsü, cinsel yönelimine dair yaptığı açıklamaları, erken yaşta anne olma, kariyerini mahvedersin diyen sektör erbaplarına karşı çocuk doğurup, bunu gururla sahiplenmesi… saymakla bitmeyecek, alkışlamaya doyulmayacak şeylerle dolu bir hayat/kariyer.
Maruz bırakıldığı hiçbir şey onu eğip bükmedi, kıramadı ama oğlunun intiharı yıktı. Bu dünyadan çok ani, çok genç göçtü ancak ikiyüzlü medyanın, müzik endüstrisinin ve ikisini de maşa gibi kullanan güç sahiplerinin arzuladığının aksine, bizler için bir efsaneye, işaret fişeğine dönüştü; sahici öfkesi ve cüreti hepimiz için bir jeneratör gibiydi, öyle olmaya da devam edecek.
Tam da bu nedenlerle onu, karşısında durduğu karanlığın bize dayattığı gibi değil, hak ettiği gibi hatırlamamız gerekiyor.
Sinead O’Connor cüretkar bir asi, yürekli bir müttefik ve her daim mazlumun yanında durmuş, bunu görev bilmiş bir punk, bir militandı! Bu zalim dünyanın ona yaptıkları onların utancı olarak kalacak. Bizse geride bıraktığı muhteşem mirasa gözümüz gibi bakacağız.
Hoşçakal Sinead!
Ne seni unutturmalarına izin vereceğiz ne de sana yaptıklarını unutacağız!
Şarkı(n)da da dediği(n) gibi,
“Hiçbir şey seninle kıyaslanamaz.”