iktibasİlhan UzgelABD neoliberalizmi terk mi ediyor? - İlhan Uzgel
yazarın tüm yazıları:

ABD neoliberalizmi terk mi ediyor? – İlhan Uzgel

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Türkiye’de günlük tartışmalar muhalefetin seçim sonrası yaşadığı krizlere, kontrol edilemeyen enflasyon ve Erdoğan’ın para arama seferlerine odaklanırken, ABD bir yandan Çin sorununa bir çözüm bulmaya arayışında, öte yandan ise iktisaden yeni arayışlar içinde. Daha çarpıcı olanı ise aşağıda detaylı bir şekilde ele alacağım gibi Türkiye, Erdoğan iktidarı altında neoliberal öğretinin kemer sıkma yöntemlerini uygularken, ABD Biden yönetimiyle sosyal devlete dönmeye çalışıyor. Türkiye’de birkaç yazar dışında yeterince takip edilmeyen ama küreselleşme ve neoliberalizm gibi paradigmatik bir değişim anlamına gelen bu gelişme üzerinde durmak gerekiyor. ABD aslında etkileri şimdilik küresel sistemde yeterince hissedilmeyen yeni bir ekonomik model deniyor. İlk kez bir ekonomik model ile dış politikayı ilişkilendirmeye çalışıyor. ABD içinde küreselleşme ve neoliberalizmi dönüştürmeye, bunlara en azından yeni bir biçim vermeye ve ülkedeki sınıf ilişkilerini yeniden tanımlamayı içeren sancılı bir süreç yaşanıyor. Belki 1970’lerin sonunda neoliberalizme geçiş kadar belirgin, kesin bir kırılmadan bahsetmek için erken, sonuçları ve kalıcı olup olmayacağı belirsiz ama son 40 yıldır tanık olmadığımız bir süreç yaşanıyor. Bu noktada en çok dikkat çeken ve Türkiye’de çeşitli uzman ve gözlemciler tarafından ele alınan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın geçen mart ayında yaptığı konuşma oldu. Ama bunun çok ötesinde Biden yönetiminin birçok alanda alışkın olmadığımız bir sermaye karşıtı ve alt ve orta sınıfı koruma söylemine geçtiğini görüyoruz. Söz konusu dönüşümün dinamiklerine ve içeriğine daha yakından bakmak gerekiyor.

ABD’NİN SORUNU NE?

Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın ABD’nin küresel ekonomi içindeki yerini tartışan kapsamlı bir konuşma yapması kendi içinde birçok ipucu veriyor. ABD bir yandan çözemediği Çin’in yükselişi sorunu, öte yandan 2008 krizi, pandemi, Ukrayna Savaşı gibi krizler, bunların yarattığı enflasyon, siyasal-toplumsal kutuplaşma gibi sorunlardan mustarip. Sullivan’ın konuşması, ABD sisteminde Obama’nın son döneminde başlayan bir dönüşümün son halkası olarak önem taşıyor. Bu politikanın ana ekseni küreselleşmeden Çin ve ABD’nin diğer rakip ve müttefiklerinin daha çok faydalandığı, küreselleşme süreciyle ABD’nin üretimden uzaklaştığı, kritik sektörlerde dışa bağımlı hale geldiği, üreten değil tüketen bir ulusa dönüştüğü, bunun bir ulusal güvenlik sorunu yarattığı, içeride ise gelir dağılımını çok bozduğu idi. Bunun yanında küresel tedarik zincirlerinde aksama, Amerikan iç bölgelerinin sanayisizleşmesi ve bunun getirdiği sıkıntılar, memnuniyetsizlik, yatırımlarda stratejik değil ekonomik mantığın belirleyici olmasının yarattığı güvensizlik, ABD’li şirketlerinin ucuz işgücü avantajı için yaptığı yatırımların Çin’in teknolojik kazanımı haline gelmesi, ABD’li şirketlerin Çin pazarına girmekte zorlanması, ticaret açığının bir türlü kapanmaması gibi ciddi sorunlar da yaşandı. Dolayısıyla, ABD bir süredir bu sorunların hepsine birden topluca bir cevap üretmeye çalışıyor.

HEM KÜRESELLEŞME HEM NEOLİBERALİZME Mİ KARŞI?

Hatırlanacağı üzere Trump bir yandan Çin’e karşı ticaret savaşı başlatırken öte yandan müttefiklerini ticari ilişkilerde zorlamış, imalat sanayisini ABD’ye geri çağırmış (bunu ilk Obama dile getirmişti), ABD’yi uluslararası ticaret örgütlerinden geri çekmişti. Trump, açıkça küreselleşme ideolojisine karşı olduğunu ilan etmiş ama içeride neoliberal uygulamalardan vazgeçmemişti. Cumhuriyetçilerin geleneksel politikasını devam ettirerek şirket vergilerinde kesintiye gitmişti.

Biden, Trump’ın küreselleşme karşıtı politikasını devam ettirdi. Dahası bunun üzerine neoliberalizmden kopmayı deneyen bir söylem ve politikaya yöneldi. İlk kez açıktan zenginleri, büyük şirketleri karşısına alan bir politikaya geçeceğini önce kampanyasında duyurdu, seçilince bazı politikaları uygulamaya koymaya çalıştı. Bunun anlamı ABD’nin önce küreselleşmeye, sonra da neoliberalizme mesafe koyan bir politikaya kaymasıydı. Hem küreselleşme hem de neoliberalizmin çıkış noktasının ABD olduğunu düşünürsek bunun küresel siyaset için son derece önemli bir kırılma noktası olduğu ortada.

SULLIVAN NE DEDİ?

Sullivan geçmişte Obama’nın ekibinden gelen bir isim. Ama özelliği yeni dönemin anlayışına uygun olarak Carnegie Endowment’ta 2017’de başlatılan “Orta Sınıf için Dış Politika” çalışmasında yer almış bir isim olması. Ekibi de bu görüşe yakın bazı isimlerden oluşuyor. Biden bu söylemi ve daha fazlasını tekrarlarken (küreselleşme ve neoliberalizm ifadelerini ise kullanmıyor), ABD sisteminde önemli bir pozisyonu olan Ticaret Temsilcisi K. Tai, geçen ocak ayında Davos’ta Biden yönetiminin işçilerin korunacağı yeni bir ekonomik dünya düzeni kurmaya çalıştığını açıkladı. Sullivan’ın konuşması bu açıdan büyük bir yenilik içermiyor. Ama yine ilk kez bir Ulusal Güvenlik danışmanı tarafından dile getirilmesi, hem sınıfsal ilişkilerin hem de ekonomi politikasının ulusal güvenlik içinde görüldüğünü göstermesi açısından önemliydi. Burada Sullivan, Biden yönetiminin genel bakışını yineledi. O da şu: 1- Derin ticaret serbestliği (yani küreselleşme) Amerika’nın daha fazla ihracat yapacağı ve işgücünün korunacağı iddiasına dayanıyordu, bu gerçekleşmedi. 2- Ekonomik entegrasyonun diğer devletleri daha sorumlu olmaya iteceği beklentisi gerçekleşmedi (Burada Çin’in güçlenince ABD hegemonyası altında yer almaması, buna Rusya ve diğer bazı ülkelerin de eşlik etmesini kastediyor). 3- Küreselleşme süreci ülkenin sanayi kapasitesine ve inovasyon yeteneğine darbe vurdu. Böylece ABD aynı anda içerideki birikim modelinde revizyon yaparken bunu küresel stratejisiyle birlikte ele alıyordu. Ekonomik gelişmelerle siyaset, dış politika ve stratejinin bu denli açık bir şekilde iç içe geçmesi ilk kez oluyor. Geçmişte uzman ve akademisyenler, dış politika ve içteki siyasal, ekonomik gelişmeler arasındaki bağlantıyı kurmaya çalışırlarken, günümüzde işleri bu açıdan daha kolay. Siyasetin kendisi bu bağlantıyı zaten gözümüze sokuyor.

BÜYÜK DÖNÜŞÜM MÜ?

İddia olarak evet. Bazen “Bidenomics,” bazen “ilerici neoliberalizm”, bazen “Yeni Washington Uzlaşısı” ya da Hazine Bakanı Yellen’in ifadesiyle “modern arz yönlü ekonomi” anlayışı denen bu modelle Biden yönetimi altında ABD bir yandan Çin’e ticaret savaşı açıp küreselleşmeden çekilmeye çalışıyor, öte yandan sanayileşmeyi ABD’ye geri çağırıyor, olmadı kendisine yakın dost ülkelere kaydırmalarını (friendshore) istiyor, aynı anda büyük şirketlere vergi artışı getirmey,, sosyal devlet uygulamalarını başlatmayı ve güçlendirmeyi amaçlıyor. Bir ABD başkanı ilk kez büyük şirketleri hedef alan bir söylem benimsedi. Biden’in “ABD’yi CEO’lar (büyük şirket genel müdürleri) Wall Street bankerleri kurmadı”, “zenginliği değil çalışmayı ödüllendireceğiz”, “ekonomi insanların kapitalizm için çalıştığı değil, kapitalizmin insanlar için çalıştığı bir düzendir” gibi ifadeleri birçok gözlemciyi şaşırttı. 2021’de Ekonomik Danışmanlar Konseyi Carnegie’nin hazırladığı plan doğrultusunda güçlü bir ekonominin kamu yatırımları ile çalışanlara, aile ve topluma yatırımla sağlanacağı anlayışından hareket etmeye başladı. Doğrudan neoliberalizm demese de, “sermayeyi güçlendirirsen onun yapacağı yeni yatırımlar büyüme getirir ve gelir yukarıdan aşağı artar” şeklindeki yukarıdan aşağı ekonomi (trickle down) anlayışının işe yaramadığını, onun yerine ekonomiyi aşağıdan yukarı (bottom up) ve ortadan (middle out) kurmak gerektiğini söyledi.

Biden’ın 1930’lardaki New Deal’a (ABD’ye özgü kamu yatırımları yapan sosyal devlet anlayışı) geri dönülüyor mu tartışmalarını tetiklediği bu yaklaşımının ilk ayağı Covid salgını sırasında Trump’ın başlattığı doğrudan birey ve hanehalklarına yapılan yardımı devam ettirmesiydi. Bu şekilde 1,8 trilyon dolar çek şeklinde birey ve ailelere gönderildi. Biden Altyapı Yasası, Enflasyonu Düşürme Yasası ile buna 2 trilyon daha ekledi. Üstüne yarı iletken çip üretimini teşvik yasası olan CHIPS ve Bilim Yasası ile birlikte 4,37 trilyonluk kaynak sağlandı. Böylece ABD devleti eskiyen yollar, elektrik sistemi, havaalanları, internet şebekesine büyük yatırımları teşvik etmeye başladı.

NELER YAPILDI?

Biden’in doğrudan büyük şirketleri hedef aldığı konuşmaları, açıklamaları oldu. Burada büyük ilaç devleri (Big Farma), büyük petrol şirketleri (Big Oil) ve büyük tarım şirketlerine (Big Ag) yönelik ağır suçlayıcı söylemler kullandı. Petrol şirketlerini bir yıl önce 200 milyar dolar kâr ederken, bunu iç piyasaya yatırım için kullanmamalarına, benzini yüksek kârla satmalarına, ilaç devlerinin kanser ilaçlarını düşük maliyete üretip çok pahalı satmalarına tepki gösterdi. Sağlık alanında şeker hastalarının kullandığı insülinin aylık fiyatını 35 dolara sabitledi (hastalar için aylık maliyeti 2000 dolara kadar çıkıyordu), işitme kaybı olanlara işitme cihazı desteği gibi yardımları hayata geçirdi.

Vergi sistemiyle ilgili olarak, 2020’da en büyük şirketlerden 55 tanesinin 40 milyar dolar kâr ederken hiç vergi ödememesini Amerikan halkına şikayet etti ve yasal sistemdeki açıkları kapatmayı vaat etti. Biden’ın sosyal devlet uygulamalarına dönme çabasında en büyük dirençle bu alanda karşılaştığını belirtmek gerek. Yine de yılda bir milyar dolardan fazla geliri olan küresel şirketlerin en az yüzde 15 vergi ödemesini zorunlu kıldı (Biden yüzde 21 olmasını istemişti). Borsadaki 170 şirketin yüzde 15’ten az vergi ödedikleri bir ekonomide bunun gelirleri artırıcı bir etkisi olacağı hesaplandı. Biden bunu önce 2021’deki G-20 zirvesinde, ardından 130 ülkeye kabul ettirdi. Böylece küresel alanda iş yapan dev şirketler yalnızca bağlı bulundukları ülkelerde değil, faaliyet gösterdikleri ülkelerde de yüzde 15 vergi ödeyecekler.

Bir başka önemli hamle tekelleşme konusunda geldi. Tekelleşme önemli bir konudur ve Marksist literatür de kapitalizmdeki tekelleşme eğilimi üzerinde durur. ABD ekonomisi tekelleşme düzeyi açısından dünyada en ileri düzeyde, ülkede her sektör zincir haline gelmiş durumda ve şirket birleşmelerinin, büyükler tarafından yutulmanın en yüksek olduğu ekonomi. Biden’ın “Rekabet olmayan kapitalizm sömürüdür” gibi tuhaf çıkışında (rekabet olunca sömürü olmuyormuş gibi) görüldüğü gibi, bunun için Ulusal Ekonomi Güvenliği Kurulu, bir alt birim olarak yeni bir Rekabet Konseyi oluşturdu. Aralarında Simon&Schuster yayınevinin diğer dev Penguen Random House ile birleşmesini ya da Lockheed Martin’in başka bir savunma şirketini almasını önlemek, tavuk üretiminden deniz ulaştırmacılığına, biracılık sektörüne dek çok sayıda tekelleşme girişimini önledi. Hatta küçük ölçekli tavuk üreticilerine kendilerini devasa şirketlere karşı koruyacak destekler verildi.

Yine bununla ilişkili olarak şirketlerin birinden ayrılan çalışanların diğer şirketlere daha yüksek maaşla geçişini önleyen (bu durum hamburger zincirlerinde çalışanlara kadar inmişti) şirketler arası uzlaşıya karşı da kararname çıkardı. Bu uygulamanın Türkiye’de bazı sektörlerde devam ettiğini hatırlatalım.

Biden yönetimi bunu küresel çalışma düzeni adı altında başka ülkelere de aktarma iddiasında ama yine en zayıf kaldığı alan bu oldu.

Bu politikalar Amerikan sağından ve sermayesinden büyük tepki çekti. Amerikan şirketlerinin rekabetini azaltacağı, enflasyonu artıracağı, ekonomik büyümeyi yavaşlatacağına dair eleştiriler geldi. Amerikan kapitalizminin yalnızca şirketlere, hâkim sınıflara dair bir olgu olmadığını, kuruluşundan bu yana süren ama 1945 sonrası koşullarda ideolojik aygıtların dominansı altında halkın önemli bir kesiminde vahşi kapitalizmin ideolojik temellerinin bulunduğu bir kez daha görüldü. Buna tabii ki çok güçlü bir sol, sosyal yardım karşıtlığının eşlik etmesi de söz konusu. Örneğin, Biden’ın üniversite mezunlarının burs borçlarının ödenmesini öneren ve eğitim hakkının orta sınıflaşma için önemli olduğu yaklaşımından kaynaklanan girişimi çok büyük tepki çekti. Dahası Amerikan Anayasa Mahkemesi 40 milyondan fazla insanı etkileyen bu konuda, Biden’ın kararını iptal etti.

Biden yönetiminin çocuk desteği, bedava yüksekokullar ve ücretli hastalık izni gibi girişimleri ile, ABD’de çok ciddi bir sorun olan üniversite mezunlarının okul borçlarının kamu bütçesinden ödenmesi gibi çabaları kendi partisinden iki senatörün de destek vermemesi nedeniyle sonuçsuz kaldı.

Bütün bunları tartışırken Biden’ın 40 yıllık bir siyasetçi olarak ABD sisteminin merkezinde yer aldığını, arada kendisinin kapitalizme inanan bir siyasetçi olduğunu hatırlattığını biliyoruz. ABD’nin bu geri çekilmesinin bir arayış olduğunu, küresel sistemde kapanma eğilimi, jeopolitik gerilimler, sınıfsal eşitsizliklerin toplumsal rızayı zedeler noktaya gelmesi gibi zorunluluklar karşısında çıkış yolu aradığı ortada. Bir sonraki yazıda bu çabada gelinen noktayı ve olası sonuçları tartışacağım.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin