Halkın, demokrasi söylemine onay vermesi ve iktidarla, seçim dolayısı ile yüzleşmek istemesi önemlidir.
Gerici yönelimlerin vazgeçilmez sayılıp, Cumhuriyete yönelik hamlelerle, kazanılmış toplumsal ve kültürel ilerici değerlerin yok edilme girişimleri, iktidarın rıza yaratma yeteneğini daha da yıpratmıştır.
Türkiye’de kritik bir seçim sürecine girildi. Ya muhalefet değiştirecek ya da bu sistem devam edecek. Muhalefet denilen, bu sistemin yürümeyeceği konusunda uzlaştı. CHP etrafında bileşildi. Bu uzlaşının detaylarını burada tartışmanın bir anlamı yok. Mevcut yönetim sürecinden rahatsız olanların, rahatsızlıklarını dile getirme ve aşma temelinde bir araya geldikleri bir ittifak oluşturuldu. Sağın bir kesiminden sola, sosyalist kesime kadar bunun aşılabilme koşullarının yaratılabilmesi için öncül bir koşul olarak mevcut yönetim makamının değişmesi konusunda bir değerlendirme yapıldı. Böyle bir değerlendirmenin yapılmış olması önemli. Çünkü şu anda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen denetlenemez ve tanımlanamaz bir egemenlik yönetimi yaratılmıştır. Bu yüzden Cumhurbaşkanlığı konusunda muhalefetin uzlaşması olumlu bir tespittir. Bu bağlamda ciddi bir süreç yaşanıyor. Seçimin kazanılması durumunda da nelerin yapılacağı konularını uzunca bir süre çalıştılar.
Bu sürecin ana fikri, Sosyal Devlet’in yeniden oluşturulabilmesine gönül veren bir muhalefet tarzı oluşturmaktır. Bunun bir sebebi var. Çıkmazın Pandemi ile geldiği söylenmişti. Aslında bu yalnızca bir etkiydi. Baş edilemez bir çöküşle girilmişti. Bunun Kapitalizmin çöküş yolculuğu olduğu IMF tarafından bile ifade edilmişti. Sermaye kesiminin fedakarlık yapması gerektiğinden söz edilmekteydi. Bu süreçte ABD, hane başına ‘karşılıksız’ çek dağıtmaktaydı. Bu duruma Pandemi süsü verilmişti. ABD’de uzun zamandır işsizliğin sürekli artış halinde olmasının başka sebepleri olmalıydı. Bu iş Pandemi ile gelişen tedarik sıkıntılarından kaynaklanmış olamazdı. Öyle olsa toplumun her kesimi etkilenmiş olurdu. Yalnızca varlıklı sınıfların dışındakiler mağdur olmazdı.
Kapitalist ağızla ‘değirmenin dönmesi’ konusunda sorun yaşanıldığı dillendirilmeye başlandı. Fakat ayni suyu değirmenden sürekli geçirip ayni dönüşü elde edemezsiniz. Bir gün gelecek değirmen tamamen duracak. Verimlilik gittikçe azalmak zorundadır. Buna karşın bildikleri tek yöntem bu. Sermayenin karlılık oranı düşmeye devam ediyor. Çünkü dünya kaynakları sınırlı ve hızla tüketilmektedir. Sosyal yapılar hızla tüketilmekte. İnsanlık aşağılanmakta. Demokratik kazanımlar tüketilmeye çalışılıyor. Sosyal oluşumların tümüne karşı, Neoliberal dediğimiz süreç, en azından kırk yıldır topyekun saldırıya geçmiş durumda. Yetmişlerden sonra mesela, bunalımın adına ‘Petrol Krizi’ dediler. Şunun yüzünden, bunun yüzünden oldu dediler. Kimisi çıkmış Arapların yüzünden oldu demiş. Bunun adı sistemin çöküşüdür demediler. Sakladılar. İnsanlar yine kandırıldı. Bir de Devlet harcamaları sorun oluyor dediler ve Devleti küçültme uygulamaları gündeme geldi. Fakat asıl çabanın sermayeyi büyütmek olduğu açığa çıktı. Buna paralel yoksulluk arttırıldı.
Bugüne geldiğinde IMF bile, bu krizin büyümesinden sonra, sermayenin fedakarlık yapması gerekir dedi. Böylece, değirmenin döndürülmesi, yolların açılması gerektiği ifade edildi. Diğer yandan sözde Devletin sosyal bir görünüme büründürülmesi amaçlanmalı anlamında görüşler ifade edildi.
Türkiye’deki çıkmazı da, bu genel çerçeve içinde değerlendirmeliyiz. Geçtiğimiz kırk yıllık sürecin devamında, yukarıdaki sebeplerin etkisi ile yeni bir iktidar biçimi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu yönelim Türkiye’de yeni yönetici güçleri gerektirmekteydi. Kriz sürecine yeni bir bölge egemenliği ile daha hakim olunabileceği amaçlanmaktaydı. Hakim olunacak alanlar yaratılmaktaydı. Sözü edilen Büyük Ortadoğu Projeleri gibi projeler ile sistemin yürüme şansı olamayacağı ortaya çıktıktan sonra Türkiye’ye verilecek sorumluluk ve merkez ülke hayalleri de suya düşmüş oldu. Yaşanan bu süreçte yüceltilip desteklenen AKP iktidarı, iç siyasette istediğini elde ederek güçlü bir yaptırım gücüne sahip oldu. Güçlü bir iktidar sistemi yönetimi ile zirveye ulaştı.
Türkiye’de oluşturulan yeni iktidar yönetebilirliğini kaybetmeye başladı. Çünkü esasen zemin çürümüş durumdadır. Sözü edilen iktidarların yeniden rıza yaratmaları sorunlu hale gelmiştir. Artık kalkınmacılık ve büyüme söylemleri halkta karşılık bulmuyor. Ekonomik büyüme adına halkın giderek yoksullaşması o kadar derinleşti ki gözden uzak tutulamıyor.
İktidarın temel sorunu, Kapitalizmin ülkeyi topyekun çöküşe götürmesidir. Bütün sosyal varlıklar sermayeye devredilecek şey sayılmıştır. Bu yüzden halkın rızasını giderek kaybetmiştir. Diğer yandan gerici yönelimlerin vazgeçilmez sayılıp, Cumhuriyete yönelik hamlelerle de kazanılmış toplumsal ve kültürel ilerici değerlerin yok edilme girişimleri, iktidarın rıza yaratma yeteneğini daha da yıpratmıştır.
Buna karşın öylesine güçlü bir hakimiyet kurulmuştur ki bunu tersine çevirmek kolay olmayacaktır. Yani ne olmuş oldu? Bahsetmiş olduğumuz kırk yılın sonunda böylesi bir güç yaratılmış oldu. Böylelikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi, yönetememe sorunu olarak ortaya çıkmış oluyor.
İkinci dünya savaşı sonrası süreçte sermaye karlılığının arttığı, sosyalizmin güçlendiği ve iççi sınıfının sermaye ile olan mücadelesinde avantajlar elde ettiğinden beri elde edinilen sosyal hakların, Sosyal Devlet uygulamaları adı ile hayata geçirildiğini unutmamalı. Bu aşamada sosyal hakların geri istenmesi, toplumun muhalefeti bakımından önemlidir. Aşağılanmışlığa bir karşı duruş sergilenmektedir. Bu bağlamda muhalefet, iktidara karşı bir savunma geliştirmiş oluyor. Mücadeleyi toplum kabullenmiş durumdadır. Bu önemli bir aşamadır. Sosyal Devlet oluşturulabileceği konusunda her tür konuyu dile getirmekteler. Bunun dışında da demokrasi adına ne gerekiyorsa yapabileceklerini söylüyorlar. Müreffeh bir toplum oluşturulabileceğini söylüyor ve topluma duyuruyorlar. Buna haliyle Sosyalist kesim de destek vermektedir. Çünkü bunlar toplumsal muhalefet tarafından isteniyorsa ayrışma noktaları ne isterse olsun tüm sosyalist kesimler tarafından desteklenmelidir. Elinden geleni de yapmak zorundadır. Çünkü ileriye doğru bir özlemin ve kazanılmışlara ve el konulanlara yeniden bir özlem duyulması durumu ile karşı karşıya kalınmıştır. Sol buna kayıtsız kalamaz. Destekliyor. Demokrasi için, bugünden yarına elde edilebilir veya edilemez şeylere toplumun sahip çıkmış olması önemlidir. Türkiye demokrasi mücadele geleneğinde, işçi sınıfının savunma hattı olarak sosyal devlet ilkeleri içerilmiştir. Şu an oluşmuş muhalif ittifak, Kemal Kılıçdaroğlu sözcülüğünde, Sosyal Devlet öngörülerinin hepsini savunduklarını ve hayata geçireceklerini savunmaktadır. Daha önemlisi toplumdan destek görüyorlar. Sosyal devlet, demokrasinin öncülleri olagelmiştir. Bunların çoğu yazılı olmaktan ileriye götürülmese bile ve yasaklı olmasına karşın toplumda demokrasiye olan özlem konusunda zemin oluşturmuştur. Büyük ölçüde ‘muasır medeniyet’ seviyesine bir özlem dediler fakat daha ilerisine izin verilmedi. Şu veya bu şekilde seçim süreci yaşanırken temel hareketin demokrasi hedefi ile seyretmesi sol açısından önemlidir. Baskıların, antidemokratik yönetimin, haksızlıkların kabullenilmeyeceği dile getirilmektedir. Böyle bir zeminin var olmasının önemli bir nedeni de ilerici güçlerin, işçi sınıfının mücadele geleneğidir. Toplumsal uzlaşma, bu zemini kabullenmiş ve doğal olarak sosyalistler oradadır.
Seçim süreci çok önemlidir fakat her şey olmadığı bir gerçek. Net bir tablo belirmiş ve Kapitalist düzenin sarsılmış yüzü, yönetemez iktidar ile görünür olmuştur. Halkın, demokrasi söylemine onay vermesi ve iktidarla, seçim dolayısı ile yüzleşmek istemesi önemlidir. Seçim kazanılsa da kazanılmasa da… Çünkü başka bir yaşamın bugünden yarına yaratılamayacağı, yaşamın bir demokrasi mücadelesi olduğu bilinmelidir. Öyleyse bugün yapılması gerek yapılmalıdır. Kurtarılacaklar tükenince, her şey daha zor olabilir. Öyleyse insanı aşağılayan iktidara karşı halkın çıkarını savunmalı.