yazılariktibasOrtadoğu: Rusya ve Çin tüm taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor - Thomas...
yazarın tüm yazıları:

Serbest gazeteci ve Ortadoğu uzmanı Karin Leukefeld ile söyleşi

Ortadoğu: Rusya ve Çin tüm taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor – Thomas Kaiser

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Zeitgeschehen im Fokus: Rusya birkaç yıldır Suriye’de faaliyet gösteriyor ve düzenleyici bir rol de üstlenmiş durumda. Ukrayna’daki çatışmanın Rusya’nın bölgedeki angajmanı üzerinde bir etkisi oldu mu?

Karin Leukefeld: Suriye’deki durum Ukrayna’daki savaş nedeniyle kayda değer ölçüde değişmedi ya da daha da kötüleşmedi. Bunun nedeni Suriye’deki durumun uzun zamandır çok kötü olması. Ülkemizde kıtlığı ve enflasyon Ukrayna’daki savaşa bağlanıyor ama oradaki Suriyeliler uzun yıllardır bununla yaşıyor. Çok az tahılları var, gübre ithal etmelerine izin verilmiyor, yedek parça yok ve inanılmaz bir enflasyon var. Bu Suriye’deki günlük hayat. Bunun sebepleri iç savaşta yatıyor ve yaptırımların sonucu. Yani bu yalnızca Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden bu yana yaşanan şey değil.

Rusya Esad’ı desteklemeyi sürdürüyor. Esad’ın iki gün boyunca Moskova’da bulunması ve kapsamlı istişareler gerçekleştirmesi bu durumu bir kez daha teyit etti. Askeri destek hala devam ediyor. Rus askeri üslerinin Tartus, Lazkiye ve Palmira’da Suriye ile uzun vadeli anlaşmaları var. Rus askeri polisi de Türkiye ve ABD’den gelen yabancı birlikler tarafından işgal edilen kuzeydoğu bölgelerinde devriye geziyor. Rusya’nın askeri desteği ile ülkenin istikrara kavuşturulması devam ediyor. Suriye askeri desteğin yanı sıra siyasi destek de alıyor. Buna ek olarak iktisadi anlaşmalar da var ama bu hususta her iki ülke de epey düşük bir profil çiziyor.

Siyasi desteğin biçimi nasıl?

Batı basınında neredeyse hiç bahsedilmeyen Astana formatı mevcut. Şu anda orada tartışılan şey Türkiye ve Suriye’nin yakınlaşması. Bu bağlamda Moskova’da müzakereler yapılıyor. Geçtiğimiz günlerde Rusya, İran, Türkiye ve Suriye dışişleri bakan yardımcıları Moskova’da bir araya gelerek dışişleri bakanları toplantısına hazırlık yaptılar. Ayrıca Esad ve Erdoğan arasında olacak görüşmenin kolaylaştırılması planlanıyor. Esad ise bunun ancak Türk askerlerinin ülkeyi fiilen terk etmesi halinde mümkün olabileceğini söyledi.

Burada bir şeylerin olumlu yönde gelişiyor olması dikkat çekici…

Evet, kesinlikle ve aynı zamanda bölgedeki nüfusa bakarsanız, savaştan bıktıklarını ve sadece barış istediklerini görürsünüz. Suriye muhalefetinin iki temsilcisiyle iki telefon görüşmesi yapma fırsatım oldu. Biri şu anda Türkiye’de, diğeri ise Türkiye’nin finanse ettiği orduda görev yapıyor. Kendisi ülkenin kuzeybatısında, Afrin’de bulunuyor. Telefon görüşmeleri Halep’teki bir uzlaşı komitesinin üyeleri tarafından ayarlandı. Bu iki kişiyle yakınlaşmanın ve kaçan insanların geri dönüşünün nasıl gerçekleşebileceğini araştırmak üzere temas halindeler. Afrin’deki muhatap sadece şunları söyledi: “Burada hepimiz çok yorulduk. Sadece köylerimize ve evlerimize geri dönmek ve hepimizin tutuklanmayacağının garantisini almak ve sonuçlara tabi tutulmayacak şekilde geri dönmek istiyoruz.” Konuşmanın sonunda “Kendi evimizi yıktık” dedi. Kendisi Suriye ordusuna karşı savaşan silahlı kuvvetlerin bir parçasıydı. Her şeyin yok edildiğini ve kendilerinin de bu işe karıştığını ifade etti. Halk arasında büyük bir bitkinlik olduğunu dile getirdi. Bu yüzden acilen bir çözüme ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Kişi kendini ve yaşamın temelini yok ettiğini fark ettiğinde bu durum kendi akıbeti hakkında akıl yürüttüğüne işaret eder. Ne yazık ki diğer çatışmalarda böyle bir içgörü yoktur, acı ve sefalet sona ermez.

Deprem hakkında konuşmak istiyorum. Bunun sonucunda Suriye’deki durum ne ölçüde daha da kötüleşti? Çok sayıda kurban verilmesinin sebepleri neler?

Deprem ağırlıklı olarak Halep kenti ve civarının yanı sıra İdlib ve kıyı bölgesini vurdu. Yıkım büyüktü zira insanlar güvenli olmayan evlerde yaşıyordu. Halep’te depremden en çok doğu kesimi etkilendi. İnsanların yaşadığı evlerin güvenli olmadığı biliniyordu. Kent sakinlerinden defalarca bu evleri terk etmeleri istenmişti. Yardım kuruluşları güvenli olmayan bu evlerdeki insanlara yardımda bulunmuş, bu nedenle de insanlar savaş nedeniyle bu evlerde kalmaya devam etmişti. İdlib bölgesinde ve kıyıda, yapısal gereklilikleri karşılamayan çok sayıda yasa dışı inşa edilmiş ev vardı. Bazı durumlarda, ülke içinde yerinden edilmiş kişileri barındırmak için mevcut bir eve, uygun şekilde güvenlik altına alınmamış ilave katlar eklendi. Bu da savaşın ve çok sayıda insanın hayatını kaybettiği yer değiştirmelerin sonucu. Türkiye’de inşaat koşulları, örneğin sağlam olmayan binalar, kurban sayısının yüksek olmasının başlıca sebebi.

Basınımızda özellikle Suriye’ye dışarıdan yardım sağlamanın zorlukları hakkında haberler okuduk. Bu konuda ne öğrendiniz?

Yardımlar çoğunlukla komşu Arap ülkelerinden; Suudi Arabistan, Irak ve aynı gün sınırdan ilk yardım ekiplerini gönderen Lübnan’dan geldi. Lübnan, yardımların Beyrut’taki havaalanına ulaşabilmesi ve yardım malzemelerinin bürokratik işlemler olmaksızın sınırdan geçirilebilmesi için Batı’nın uyguladığı yaptırımları tek taraflı olarak deldi. Fakat depremin yanı sıra siyasi bir deprem de yaşandı. Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere Arap ülkeleri uzun zamandır yapmak istedikleri bir şeyi yapmaya başladılar. Şam’a yakınlaştılar ve “Yardım etmeliyiz” dediler. Bunun İslam kültürüyle de çok ilgisi var. Aynı zamanda Suriye’ye yardım etmeleri için hükümetler üzerindeki kamuoyu baskısı. Ancak bu durum siyasi olarak da kullanıldı. Mısır, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden üst düzey diplomatik personel Şam’a uçtu. Dışişleri bakanları Suriye Devlet Başkanı ile görüşmeler yaptı. Bu süreçte başka şeyler de hazırlandı. Emirlikler ve Suudi Arabistan daha fazla yatırım yapmak ve yeniden inşaya yardım etmek istiyor. Esad da Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’a davet edildi. Siyasi olarak çok şey değişti. Yıllardır Suriye’de sahada olan ve yardım faaliyetinde bulunan BM ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi büyük bir kararlılık gösterdi. Ama silahlı grupların bulunduğu bölgelere, özellikle de İdlib’e girmek zordu. Orada Halep ve Şam’dan gelen yardımların Suriye’deki iç sınırdan geçmesine izin vermediler.

Bu çok ilginç, zira ana akım medyamız hep Esad’ın mahsur kalan insanlara yardım ulaştırılmasını engellediğini yazıyordu.

Tabii ki bu şekilde sunulması siyasi çıkar meselesi. Yardımlar Halep ya da Şam’daki havaalanına ulaştığında önce geçici olarak depolanıyor ve daha sonra etkilenen çeşitli bölgelere dağıtılıyor. Suriye Arap Kızılayı defalarca Suriye içindeki kontrol noktalarından, örneğin İdlib yakınlarından geçişlerine izin verilmediğini belirtti. Bugün artık görevde olmayan bir WFP (Dünya Gıda Programı) temsilcisi de Münih Güvenlik Konferansı’nda, İdlib’deki yetkililerin — kendi ifadesiyle — nakillere ülke içinde izin verilmemesini istediklerini açıkça belirtti. Suriye hükümeti Türkiye’ye iki sınır kapısının daha açılmasına izin vermeyi kabul etti. Dolayısıyla İdlib’e Türkiye’den de, esasen oraya çok ama çok fazla yardım götüren Katar tarafından da, ama aynı zamanda Türkiye tarafındaki Suriyeli sığınmacılar için de yardım yapılıyor.

Daha önce Lübnan’ın Batı yaptırımlarını deldiğinden bahsetmiştiniz. Yaptırımları desteklemişler miydi?

Lübnan’ın Beyrut limanına ya da havaalanına Suriye’ye yardım ya da ürün olarak gelen her şeyin belli başlı belgelerini sağlaması gerekiyor. AB ve ABD’den onay almaları halinde Suriye’de gidecek mallar teslim edilebilecek. Bu amaçla Lübnan Ulaştırma Bakanı, söz konusu prosedürün Lübnan tarafından tek taraflı olarak askıya alındığını, zira şu anda yardıma ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Bir şey getirenlerin artık büyük ücretler ödemesi ve belgeler sunması gerekmiyor ve doğrudan teslimat yapmalarına izin veriliyor. Bu, bu yaptırıma uyması için Batı’nın baskısı altında olan Lübnan hükümetinin tek taraflı olarak aldığı bir tedbirdi. Ayrıca ABD ve AB, Suriye’ye yönelik yaptırımların bir kısmını altı aylık sınırlı bir süre için kaldırdı. Bu özellikle mali yardımla ilgili.

Suriye’nin kuzeydoğusundan söz ettiniz. Orada durum nedir? ABD hala Suriye’nin toprak bütünlüğünü ihlal ederek ülkede mi bulunuyor yoksa geri mi çekildi?

Epey “karmaşık” bir durum söz konusu. Amerikan askerleri ülkenin kuzeydoğusunda, özellikle de petrol sahalarında konuşlanmış durumda. Haseke ve Rakka dolaylarında askeri üsleri var. Oralarda askeri havaalanları da var. ABD Ordusu Başkomutanı iki ay önce Suriye’nin kuzeydoğusundaki bir Amerikan askeri üssüne iniş yaptı. Suriye hükümeti bunu son derece sert bir şekilde eleştirdi. Orada görüşmeler yaptı ve ABD’nin sadece kuzeydoğuda değil orada da kalacağının bilinmesini sağladı. Suriye, Ürdün ve Irak’ın üçlü sınır bölgesindeki el-Velid sınır kapısında halen bir Amerikan askeri üssü bulunuyor. ABD üssün etrafında 50 kilometrelik bir tampon bölge çizmiş durumda. Orada kalmaya devam edeceklerini açıkladılar. Suriye ve Irak’ta faaliyet gösteren Iraklı ve Suriyeli milislerin üslerine yönelik saldırılar artıyor. ABD onları bombalıyor ve bu da şiddetin tırmanması tehlikesini doğuruyor. Kendi ülkeleri tarafından desteklenen bu milislerin ABD için hayatı zorlaştırma niyetinde oldukları aşikâr. Suriye yıllardır ABD’nin çekilmesini talep ediyor, Çin BM Güvenlik Konseyi’nde bu yönde çağrı yapıyor, Rusya da öyle. Bu Suriye’nin kabul etmediği bir durum. Fakat Rusya, sıcak çatışma yaşanmaması için şimdiye de ABD ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçındı. Orada Rus askeri polisi de kısmen Türk askeri ile birlikte devriye geziyor. Rusya şu anda tüm taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışıyor: Kürtler ile Türk hükümeti arasında, Türk hükümeti ile Suriye hükümeti arasında, Kürtler ile Suriye hükümeti arasında. Ruslar bu katkıyı ancak kendileri de orada bulundukları takdirde yapabilirler. Aksi takdirde Ruslar çok düşük bir profil çizerler. Bunu bizzat bölgede bulunduğum sırada tecrübe ettim.

Şu anda verdiğiniz bilgi inanılır gibi değil. ABD, Suriye devletinin rızası olmadan askeri üsler inşa ediyor ve ülkeyi terk etmeyi reddediyor. Şüphesiz bu, uluslararası hukukun tamamen göz ardı edilmesi. Batı’nın her fırsatta makul bir şekilde dile getirdiği “kurallara dayalı düzen”, kendi çıkarları söz konusu olduğunda bir saçmalığa evriliyor. Bu yeni bir şey değil ama Batı’nın Ukrayna savaşının değerlendirilmesindeki tutumunu ortaya koyuyor.

Bunun da ötesinde Suriye’nin ulusal kaynakları olan petrol sahalarından petrol pompalanıyor ve ABD’nin himayesinde Kuzey Irak’a sevk ediliyor. Haftada en az bir kez ABD kontrolündeki sınırdan Irak’a 50 ila 80 tankerden oluşan konvoylar geçiyor. Petrolün bir kısmı Türkiye’ye satılıyor, bir kısmı da Irak’taki Amerikan askeri üslerine gidiyor. Bir kısmı da kuzeyden İdlib ve Afrin’e kaçırılıyor. Savaş hali, daha doğrusu kaos, doğal olarak bunun mümkün hale gelmesine katkıda bulunuyor. Suriye, Irak ve Türkiye ile anlaşarak sınırları kendisi kontrol edebilseydi, bu engellenebilirdi.

Suriye nüfusunun genel gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Kısaca ifade etmek gerekirse, insanlar yurt dışında yaşayan aile fertlerinin desteğiyle hayatlarını düşük bir seviyede sürdürüyor. Suriyelilerin en çok üzüldükleri şey, gençlerin çoğunun ülkeyi terk etmeye çalışıyor olması. Ama şimdi, özellikle İran ve Suudi Arabistan ile yaşanan yeni bölgesel gelişmelerden çok umut var.

Bahsettiğiniz bölgesel gelişmeler sizinle en son görüştüğümüzde henüz başlangıç aşamasındaydı. Nasıl bir gelişme gösterdiler?

Son görüşmemizde ima ettiğim şey o zamandan beri kendini süreklilik arz ederek gösterdi. İran ile Suudi Arabistan arasında 10 Mart’ta varılan, yakınlaşma ve artık vekalet savaşlarında birbirleriyle savaşmama yönündeki anlaşma da bunu teyit ediyor. Bu gelişme uzun zamandır arzulanıyordu.

Her şey Rusya’nın Basra Körfezi bölgesini yeniden düzenleme, yani tüm ülkelerin masada birlikte oturduğu sınır ötesi bir kurum oluşturma teşebbüsüyle başladı. Buna Basra Körfezi’nde sınırı olmayan ya da doğrudan bölgeden gelmeyen ülkeler de katılabilir ama en fazla arka planda danışman sıfatıyla. Bu ülkeler Rusya, AB, ABD ya da Çin olabilir. Bu teşebbüs 2019’da Ruslar tarafından önerilmesine rağmen BM nezdinde kabul edilmedi. Batı buna ilgi göstermedi. Fakat İran ile Basra Körfezi ülkeleri arasındaki müzakereler, Rusya ve Çin’in arabuluculuk tekliflerinin de teşvikiyle — yani baskısıyla değil — o zamandan beri derinleşiyor. Bu müzakereler başlangıçta bölgeseldi, örneğin Irak ya da Umman İran ve Suudi Arabistan arasında arabuluculuk yapıyordu. Daha sonra birkaç gün boyunca orada buluşma ve birbirleriyle konuşma imkânı sundular.

Medyamızda bununla alakalı hiçbir şey yoktu.

Evet, tüm bunlar hakikaten de Batı medyasında yer alan haberlerden azade gerçekleşiyor. Sonunda Çin bu inisiyatifi aldı ve ülkeleri davet etti. Geçtiğimiz günlerde iki dışişleri bakanı Pekin’deydi. Bu son derece çarpıcı. Macron ve von der Leyen de Pekin’deydi. Burada uluslararası diplomasinin Pekin’e ya da Asya’ya kaydığı çok açık. Suudi Arabistan ve İran yeniden büyükelçiliklerini açacaklar. İran zaten Birleşik Arap Emirlikleri’ne büyükelçi göndermişti. Bunun Yemen, Lübnan ve Suriye gibi münferit çatışma noktaları üzerinde bir etkisi olacağı kesin. Suudi Dışişleri Bakanı’nın Suriye’yi Arap Birliği toplantısına yeniden resmi olarak davet etmek üzere Şam’a gelmesi bekleniyor. (Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal Bin Ferhan 18 Nisan 2023 tarihinde Şam’a giderek Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile görüştü.)

Bu da Suriye’nin bölgeye yeniden entegre olabilmesi konusunda kayda değer bir ön koşul oluşturacaktır.

Bilhassa Ortadoğu’da, Çin ve Rusya’nın arabuluculuğunda durumun yatışmasını beraberinde getirebilecek yeni perspektiflerin ortaya çıkması çok çarpıcı. Batı’nın Çinlilere karşı bu kadar kibirli olması şaşırtıcı, özellikle de Ortadoğu’daki sicili düşünüldüğünde. Çinliler buna nasıl tepki veriyor?

Bayan von der Leyen daha önce Washington’da Joe Biden ile görüşmüştü. Çin’e karşı nasıl bir tavır takınacağı kesinlikle orada belirlenmiş olacaktır. Ayrıca Macron’a karşı bir tür bekçi köpeği vazifesi üstleneceği de varsayılabilir. Macron Ukrayna ihtilafı konusunda her zaman oldukça çekingen davrandı ve defalarca Rusya ile müzakere çağrısında bulundu. Bu konuda Avrupa Birliği bünyesinde de farklı görüşler mevcut. Fransa ve Almanya her zaman aynı fikirde değil ve farklı yaklaşımlara sahipler. Çin’in ilerleyişi ilginç. ABD ve Avrupa’nın Rusya’yı bölgeden tecrit etme konusundaki yaklaşımlarını, Çin’e karşı Tayvan’a nasıl kur yaptıklarını gördü. Pekin, Ortadoğu’da Avrupa diplomasisinin olmamasını fırsat bilerek bu bölgeye giriyor ve arabuluculuk yapıyor. Pekin aynı zamanda klasik diplomasi yöntemlerini de kullanıyor. Ticaret, müzakereler teklif ediliyor. Karşılıklı düşman güçleri diyaloğa getirmeyi teklif ediyor. Elbette bu da Çin’in Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarından ileri geliyor. Ancak bu, ABD ve Avrupa’dan aşina olduğumuzdan tümüyle farklı bir yaklaşım. Bu bir “diplomatik darbe” ve İsrail hariç bölgede oldukça pozitif algılanıyor. Afrika ve Latin Amerika’daki ülkeler de bunu çok yakından takip ediyorlar. Ortadoğu açısından bu, çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkması anlamına geliyor.

Çin’in burada, kaynakların “yasal” bir şekilde sömürülebilmesi için itaatkâr hükümetler kurmak amacıyla Irak ya da Libya’da olduğu gibi çoğunlukla şiddete başvuran ABD’nin yedeğindeki Avrupa’dan tamamen farklı bir politika izlemesi epey dikkat çekici.

Evet, kesinlikle. Bir yandan Ukrayna’daki çatışmanın tırmanması, diğer yandan Batı’nın Rusya’ya karşı tüm bu yaptırım paketleriyle yürüttüğü ekonomik savaş, yeni bir düzenin gelişmesini hızlandırdı.

“Şanghay İşbirliği” büyüyor. İran dokuzuncu üye olarak kabul edildi. Suudi Arabistan ilgisini ifade etti. BRICS ülkeleri blokların ötesinde yeni bir güç oluşturmak ve birbirlerine güç vermek için el ele veriyor. Ukrayna’daki savaş olmasaydı daha uzun sürebilecek olan bu süreç geçtiğimiz yıl hız kazandı. Bu savaş nedeniyle herkes Batı tarafından baskı altına alınıyor. Buna karşı kendi güçlerini oluşturmak istiyorlar. Bu çok ilginç ve önemli bir gelişme.

Söyledikleriniz Batı’daki habercilikle taban tabana zıt. Bize Rusya’nın tecrit edildiğini söylemeye çalışıyorlar. Sizi dinlerken, “Rusya’ya diz çöktürülüyor” ya da “Rusya acı çekmeli” gibi söylemlerin giderek boşa çıktığını söyleyebiliriz.

Bu durum pek çok siyasi çevrede de böyle algılanıyor. Almanya’nın eski BM Daimî Temsilcisi Heusgen’i — şimdi Münih Güvenlik Konferansı’nın başkanı — bir etkinlikte dinlemiştim ve Rusya’nın uluslararası hukuka riayet eden bir tutum sergilediğini ve bunun pek çok ülke arasında ilgi gördüğünü söylemişti. Bunu bir sorun olarak sunarak Batı’yı ve “hür” dünyayı buna karşı bir pozisyon geliştirmeye çağırmıştı. Bu, “değer temelli düzen” açısından bir zaruret. Avrupa’daki insanların bu konuda daha net olmaları ve siyasi güçlerden de bunu daha fazla gündeme getirmelerini talep etmeleri önemli. Eğer medya bunu yapmazsa, siyasi güçler siyasi güçler yapmak zorunda kalacaktır.

Alman Dışişleri Bakanı her fırsatta “kurallara dayalı düzen” ya da “Batı’nın değerleri” vs. propagandası yapmaktan imtina etmiyor. Az önce anlattıklarınızın ışığında bu farklı bir mana kazanıyor. Batı bu konuda yanlış yolda değil mi?

Bir yandan, bunun bir istila savaşı olduğu, Putin’in istila savaşı olduğu tekrarlanıyor ve bu bir slogan gibi tekrarlanarak insanların kafasında yer ediyor. Böylece bunun özünde nasıl ortaya çıktığının tartışılması engelleniyor. Eğer bir ihtilafı çözmek istiyorsanız, tarihe bakmak zorundasınız: İhtilaf nerede başladı? Nasıl ortaya çıkmış olabilir? Gibi sorulara yanıt aramanız gerekir. Fakat şu an amaç bu gibi görünmüyor. Bu yüzden medya bunu tekrarlayıp duruyor, gerçek sebepleri ve Batı’nın amaçlarını gizliyor. Aynı şey bu “kurallara dayalı düzen” için de geçerli. 2019-2020 civarında, büyük Alman gazetelerinde Merkel, Macron, Trudeau ve diğerleri gibi Batılı politikacıların imzası olan, bu değerler düzenine bağlı olduklarına dair tam sayfa ilanlar vardı. Bu terimi daha önce hiç duymamıştım. Bunu neden yapıyorlar? Bu, insanların kafasına yerleştirmek için hazırlandı.

Her şeyin bir gelişimi olur, hiçbir şey bir gecede olmaz, ki jeostratejik bir ihtilaf şöyle dursun, siyasette bile öyle. Elimizde jeostratejik düzeyde çok şeyin değiştiği ve değişmeye devam ettiği bir gelişme var. Bir de sonuçlarla karşı karşıya kalan ve ilişkilerin özünü anlayamayan toplumun durumu var. Eğer medya başarısız olursa, o halde öbür sosyal güçler aydınlanmayı devralmak zorunda kalacaktır.

Bayan Leukefeld, söyleşi için çok teşekkür ederim.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin