Türkiye’nin de imzacısı olduğu Paris İklim Antlaşması’nın iklim krizini azaltılmaya yönelik maddeleri hayata geçirilmiyor. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre, Türkiye’de sadece 2022 yılında bin 30 aşırı hava olayı meydana geldi. Greenpeace’in, “Türkiye, Avrupa’nın en büyük plastik atık çöplüğü haline geldi” uyarısının ardından Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerden Türkiye’ye ihraç edilen katı atık miktarının 2021 yılında 14,7 milyon tona ulaştığı açıklandı. Uzmanlar ise küresel ısınma, plastik atık ithali ve nükleer santral gibi birçok nedenlerden dolayı uyarılarını sürdürüyor.
ÜRETİM VE TÜKETİM ARTTI
Yeryüzü Ekoloji Kolektifi’nden Utku Şahin, iklim krizini ve buna karşı yapılması gerekenlere dair değerlendirmelerde bulundu. Dünyada birçok canlı türünün yaşayabilmesi için belirli koşullara ihtiyaç duyulduğunu vurgulayan Şahin, insan türünün toplumsallaşmasının ve canlıların bugünkü gelişkinliğinin iklim koşulları sayesinde olduğuna işaret etti. 250-300 yıllık bir zaman diliminde iklimlerde ciddi bir değişim olduğunu söyleyen Şahin, bunun kapitalist sistemin gelişmesiyle ilintili olduğuna dikkat çekti. Şahin, “Yüksek bir düzeyde üretim ve tüketim süreci hızlandı. Atmosfere salınan gazlar, çeşitli biçimlerde zarar veriyor. Bu iklim krizini büyüten nedenlerden sadece bir tanesidir. Örneğin ormansızlaşma, yer altı su kaynaklarının verimsiz kullanılması, iklim krizini büyüten nedenler arasındadır” dedi.
İKLİM KRİZİNİN ETKİLERİ
İklim krizinin etkilerine değinen Şahin, şunları söyledi: “Dünyanın çeşitli yerlerindeki bazı şehirler, deniz seviyelerinin artmasıyla birlikte su altında kalacak. Sıcaklıklar artacak, bununla beraber kuraklıklar da artacak. Sıtma gibi normalde günlük hayatımızdan çıkmış olan viral enfeksiyonlar ve bakteriyel enfeksiyonlarla karşılaşacağız. Orman yangınları artacak. Bazı bitki ve hayvan türlerinin yok olmasına neden olacak.”
Ekosistemin hassas olduğunu sözlerine ekleyen Şahin, bir canlının hayatta kalması için avladığı canlının da hayatta kalması gerektiğini vurguladı. Şahin, şöyle devam etti: “Beslenme zinciri bir yerden kırıldığı zaman, paralel bir şekilde birbirini yıkmaya başlıyor. Dolayısıyla böyle riskli bir olasılıkla karşı karşıyayız. İklim krizini engelleyemezsek ya da belirli bir seviyede durduramazsak, kontrol altına alamazsak, bizi böylesi çok yönlü kötü etkiler bekliyor.”
PARİS İKLİM ANLAŞMASI
Devletlerin iklim krizine karşı yaklaşan tehlikenin farkında olduğunu belirten Şahin, bu konuda çeşitli toplantı ve zirveler gerçekleştirdiğini de kaydetti. Şahin, 2016 yılında gerçekleşen Paris İklim Zirvesi’ni (Antlaşmasını) anımsatarak, “Orada hem bilim insanlarının uyarısıyla hem de çeşitli devlet temsilcilerinin tartışmaları sonucunda bir karar alındı. ‘İklim krizini engellemek için ve gezegenin devamlılığı için sıcaklık artışını 1 buçuk derecede durdurmalıyız’ dediler. Termik santrallerin kapatılması, fosil kaynaklardan vazgeçilmesi gibi kararlar aldılar. Bunu nasıl durdurabileceklerini bizden daha iyi biliyorlar ama bunu sadece sözlü olarak söylediler. Alınan kararların gerçekleşebilmesi için bir yaptırım gücünün olması gerekiyor. Ülkelerin birbirine hukuki yaptırım uygulayacağı bir madde yok. Bizim gibi ekolojik yıkımın büyüklüğünü fark edenler açısından bu beyanların bir gerçekliği yok, hatta sahtekarca görüyor, güvenmiyoruz” şeklinde konuştu.
Devletlerin kendilerine göre ortaya koyduğu önerilerle iklim krizinin durdurulmasının mümkün olmadığının altını çizen Şahin, “Çünkü mevcut tüketim ve üretim ilişkilerini kökten değiştirmeden şu anki gidişatı durdurmak mümkün değildir. ‘Güneş ya da rüzgar enerjisine geçeceğim’ diyorsunuz ama daha fazla üretmeye devam ediyorsunuz. Dolayısıyla bu şekilde krizi durdurmamız mümkün değil. Temelde üretim ve tüketim ilişkilerine odaklanmak gerekiyor” önerisinde bulundu.
DOĞAL TOPLUM ARAYIŞI
Antikapitalist ekolojik mücadelenin büyümesi ve bunun devletlere dayatılması gerektiğini belirten Şahin, “Sermaye temsilcilerini baskılamak ve ekolojik topluma giden yolu yavaş yavaş adımlayarak kurmaktan başka çare yok” diye belirtti. Fosil ve endüstriyel kaynaklardan vazgeçilmesi gerektiğini sözlerine ekleyen Şahin, tarım faaliyetlerinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdi. Şahin, “Yaya odaklı kentlerin inşa edilmesi, beton ve asfalt politikalarından vazgeçilmesi, ekolojik kentlerin inşa edilmesi, kır ve kent arasındaki ikiliğin parçalandığı, tekrardan kır-kent ilişkisinin kapitalizm öncesindeki döneme daha yakın, doğanın kendini yenileyebilmesine müsaade eden bir toplum arayışımız var” ifadelerini kullandı.
EKOLOJİK MÜCADELE
Ekolojik yıkımın en çok yoksulları etkilediğine işaret eden Şahin, sınıfsal mücadelenin de giderek keskinleştiğini kaydetti. Zenginlerin daha da zenginleştiği, fakirlerin ise daha da fakirleştiğini ifade eden Şahin, ekolojik mücadelenin sınıf mücadelesinden ayrı tutulamayacağını vurguladı. Şahin, şunları söyledi: “Kapitalizmi aslında kendi isteği dışında ayakta tutan emekçiler ve yoksullardır. Onu yıkacak olan da emekçi ve yoksul halklardır. Bizde zaten yoksul, emekçilerden oluşan topluluklarız. Dolayısıyla antikapitalist sermaye karşıtı bir ekoloji mücadelesi büyümelidir. Ekolojik tarımın mümkün olduğu, endüstriyel hayvancılığın yasaklandığı, avcılığın durdurulduğu gibi birçok şeyi hayata geçirebiliriz. Bunun için sınıfsal ve ekolojik mücadelenin kaynaştığı bir mücadele büyütmek gerekiyor. Egemenler bu mücadeleyi baskılamaya çalışacaklardır. Bizimde burada toplumsal örgütlenmeyi büyütmemiz gerekecek. İşçiler, yoksul emekçiler de ekolojik mücadelenin en büyük bileşeni olmalıdır. Çünkü tahribattan en çok zarar görenler onlardır. Ekoloji hareketleri yazar, aydın hareketi gibi algılanıyor ancak tam tersidir. Tam anlamıyla bir yoksul hareketidir, dünyanın tamamında Latin Amerika başta olmak üzere, bizim açımızdan da böyledir” şeklinde konuştu.
‘YIKIMI DURDURMAK MÜMKÜN’
Devletlerin de iklim krizinin varlığını kabul ettiğini vurgulayan Şahin, ancak geçici ve çözüm odaklı olmayan formüllerin ortaya konduğunu söyledi. Devletlerin bu şekilde insanları inandırmaya çalıştığını kaydeden Şahin, şöyle devam etti: “Biz inanmıyoruz ama onlarında manipülasyon araçları güçlü olduğu için sözde güneş ve rüzgara yönelerek veya bunun gibi bazı alternatiflerden bahsederek, gezegende biriken karbondioksiti çeşitli yutaklarla biriktirip iklim krizini durduracaklarını söylüyorlar. Oysaki bunlara yönelmek yerine insan türünün temel ihtiyaçlarına odaklı bir tüketim sürecine geçsek, ‘Daha fazla üretim kimin için, niçin lazım?’ sorularını sormaya başlarsak, zaten ekolojik yıkımı durdurmamız mümkündür. Dünyada şu an ki popülasyona yetecek kadar kaynak var. Egemenler çok aç olduğu, doymak bilmediği için ve bir büyüme ekonomisine odaklı bir sistem yürüttükleri için onlara yetmiyor. Bu da, bazı sorunlara neden oluyor ve bu sorunlar da en çok bizi etkiliyor. Zenginler genellikle bunun sonuçlarına katlanmıyorlar. Ekolojik yıkım bizlere çok büyük korku ve tedirginlik getiriyor. Korkmak yerine mevcut hayatlarımızı kurtarabileceğimiz bir mücadele sürecine girmemiz lazım. Yıkımın etkisini beklemeyelim, mücadele edelim.”