Ertuğrul Senova – Yenidüzen
Kıbrıs adasının 90 kilometre uzağında bulunan Mersin’deki Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne, Çernobil felaketinin 37’nci yıldönümünden bir gün sonra “İlk Nükleer Yakıt Getirme Töreni” düzenlendi.
Rusya Atom Enerjisi Kurumu’nun (Rosatom) “Yap-İşlet-Sahip Ol” modeliyle üstlendiği ve inşası devam eden tesis, nükleer yakıt çubuğunun bölgeye transfer edilmesiyle teknik olarak faaliyete geçti. Enerji üretiminin, 2025 yılında başlayacağı ifade ediliyor…
Ancak nükleer karşıtı sivil toplum örgütleri ve vatandaşlar, Çernobil ile Fukuşima’da gerçekleşen felaketlere dikkat çekerek, hem güvenlik hem de sağlık konularında Akkuyu ile ilgili endişelerini dile getiriyorlar.
Öte yandan nükleer santralle ilgili kaygı duyan kesimlerin konumu, Mersin ile sınırlı değil. Kıbrıs’ın kuzeyindeki nükleer karşıtları da, adadan 90 kilometre uzaklığa inşa edilen devasa santralin, doğrudan Kıbrıs’ı da etkileyeceğini düşünüyor…
Bu kapsamda, “Kıbrıs Nükleere Hayır Platformu” geçtiğimiz günlerde, ara bölgedeki Dayanışma Evi’nde iki toplumdan yurttaşların katılım gösterdiği nükleer karşıtı bir etkinlik ve eylem düzenledi.
Etkinlikteki seminer için konuşmacı olarak Kıbrıs’ın kuzeyine gelen “nükleersiz.org” Koordinatörü, bağımsız araştırmacı ve çevre aktivisti Dr. Pınar Demircan, ortaya konan endişeler ve Akdeniz için olası risklerle ilgili YENİDÜZEN’in sorularını yanıtladı…
Türkiye’de santral için ilk yer izinin 1976’da, deprem riski gözetilmeksizin verildiğini anlatan Dr. Demircan, “Fukuşima’daki felaketin tetikleyicisi deprem olmuştu” diyerek, Akkuyu için son olarak 2013 yılında verilen iznin “deprem risk raporuna” dair verilerinin ‘güvenlik gerekçesiyle’ kamuoyuyla paylaşılmadığını söyledi.
Santralin muhtemel zararlarından söz eden Demircan, “Sadece çalışması bile radyasyon yayıyor. Yapılan araştırmada, santralin 5 kilometre yarıçapı alanında ‘çocukluk çağı tiroit kanserinin görüldüğünü tespit edildi” dedi.
Akkuyu’nun Kıbrıs adası için risklerini de aktaran Dr. Demircan, Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine gelen suyun kaynağı olan Anamur’daki Dragon Çayı’nın, santralden kaynaklı izotoplardan etkilenebileceğini söyleyerek, “Sadece bu şekilde de değil; yağmur bulutlarında birikir, bu bulutlar Kıbrıs’a gelir ve yağar. Ekosisteme karışır, biyoçeşitlilik etkilenir” şeklinde konuştu.
Kıbrıs adasının doğrudan etkileneceğinin altını çizen Demircan, “Çalışmaya başladığında durdurmak için çok geç olacak. Evet, her zaman durdurulabilir. Ama bir felaket yaşanmadan önlem almak çok daha mantıklı” dedi.
“Kıbrıs, Akkuyu’dan çok da uzak değil, kuş uçuşu 90 kilometre mesafede” diyen Demircan, “Nükleer santrallerle ilgili yaşanacak bir sorun halinde zaten mesafenin de bir anlamı kalmıyor. Mersin konuyu ne kadar sahipleniyorsa, Kıbrıs halklarının da bu şekilde sahiplenmesi gerek. Bu mücadeleyi genişletmek zorundayız. Bu yüzden tüm Kıbrıslılara çağrı yapıyorum; ‘Mare Nostrum’ (Latince ‘bizim denizimiz’) diyorum. Akdeniz, bizim denizimiz” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de nükleer santralin tarihi… “1976’da verilen lisansta, deprem bir risk olarak görülmüyordu”
İlk olarak “Türkiye’de nükleer santralin tarihine” ilişkin bilgiler veren Dr. Demircan, “Nükleer santrale ilişkin çalışmalar 1960’lara dayanıyor, o süreçte hükümetler tarafından bir ilgi doğuyor. Ardından 1976 yılında yer lisansı alınıyor. O süreçte bu lisans verilirken dikkate alınan konular arasında turizm yok, riskler küçümseniyor, deprem bir risk olarak öngörülmüyor. Fakat depremin nükleer konusunda ne kadar büyük bir etki yaratabileceği, Fukuşima nükleer felaketiyle tüm dünyaya anlatılıyor” dedi.
“Fukuşima’daki felaketin tetikleyicisi deprem olmuştu”
Fukuşima’daki felaketin tetikleyicisinin 9 büyüklüğünde bir deprem olduğunu vurgulayan Demircan, “Bu deprem, tsunamiye de neden olmuştu. 15 metre yüksekliğindeki dev dalgaların, nükleer santralin soğutma suyu sistemini bozduğu biliniyor” diyerek, deprem risk analizlerinin nükleer santrallerin yer lisansı için hayati önem taşıdığına dikkat çekti.
“Akkuyu’nun deprem riskine ilişkin veriler ‘güvenlik gerekçesiyle’ kamuoyuyla paylaşılmıyor”
Akkuyu’nun sahibi Rus Devlet şirketi Rosatom’un depremsellik deneyiminin ne kadar olduğunu sorgulayan Demircan, “Bu sorunun olumlu bir karşılığın bulamıyoruz. Rusya, çok depremin yaşandığı bir coğrafya değil. Deprem önemli bir risk. Nükleer santral için 1976’da yapılan analizlerle bu işin yürümeyeceği, 2012 yılından bu yana sivil toplum örgütleri tarafından dillendiriliyor” ifadelerini kullandı.
Akkuyu’nun yer lisansının, 1976’dan sonra ilk kez 2013 yılında yenilenmeye başlandığını, nihai sonucun, “Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Hükümet sistemine geçmeden birkaç gün önce kurulan Nükleer Düzenleme Kurulu”na ait web sitesinde yayınlandığını anlatan Demircan, deprem riskinin ne derece hesaplandığı konusunun “güvenlik gerekçesiyle” kamuoyuyla paylaşılmadığını anlattı:
“Lisansın içeriğinde, Uluslararası Atom Ajansı’na ait bir takım öneriler var. Örneğin, 300 kilometre çevresinde meydana gelecek depremlerin nükleer santrali etkileyebileceği ifadesi yer alıyor. Ayrıca, yenilenen yer lisansında uygulanıp uygulanmadığını bilmiyoruz. Bunu ifade etmemin nedeni; ne mesafedeki depremsellik analizlerinin yapıldığı güvenlik gerekçesiyle kamuoyuyla paylaşılmıyor. Bizim güvenliğimiz adına, güvenliğimizi sorgulamamızı sağlayacak bilgilere erişimimiz engelleniyor.”
“Kahramanmaraş merkezli depremlerin, santrali etkileme ihtimali vardı”
Mersin’deki santralin 300 kilometre çevresini, 6 Şubat’taki Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından araştırdığını ifade eden Demircan, “Kahramanmaraş depremleri, santrale 200 il 400 kilometre mesafede. Yani etkilenme ihtimali vardı. Bundan sonra olacak depremleri de düşünmek lazım. Kör faylar var. Kıbrıs dalma batma çukuru var. Riskler var. Bunların ne kadarının hesaba dahil olduğunu bilmiyoruz” şeklinde konuştu.
“Akkuyu, Rusya için yüzde 70’lere varan bir kar oranına sahip”
Akkuyu’nun ekonomik boyutlarını da anlatan Demircan, karlı tarafından Rusya olduğuna dikkat çekti:
“Rusya için yüzde 70’lere varan bir kar oranından söz ediyoruz. Türkiye’nin elektrik alım garantisi, alınan teşvikler, maliyet düşürücü politikalar… Bunlar Rusya’yı avantajlı kılarken, Türkiye’deki enflasyon ve TL’nin değer kaybı düşünüldüğünde, anlaşma 2010 yapıldı. Dolar o dönemde 2 TL idi. Şimdi bunu 10 ile çarpmalıyız. Sadece bununla bile Türkiye 10 kat geriye düşmüş durumda.”
Tören… “14 Mayıs seçimlerine yönelik popülist bir davranıştan başka neye dayandırabiliriz?”
Geçtiğimiz hafta yapılan “tören” ile ilgili konuşan Demircan, “Yakıt çubuklarının Türkiye’ye gelişine dair bir tören yapıldı. Bu yakıt çubuklarının üçüncü çeyrekte geleceği söylenmişti. 14 Mayıs seçim tarihinin belirlenmesinin ardından bunun birdenbire erkene çekilmesini; seçime yönelik popülist bir davranıştan başka neye dayandırabiliriz?” diye sordu.
Muhtemel zararlar… “Sadece çalışması bile radyasyon yayıyor. Yapılan araştırmada, santralin 5 kilometre yarıçapı alanında ‘çocukluk çağı tiroit kanserinin görüldüğü tespit edildi”
Nükleer santrallerin çevreye vermesi muhtemel zararlardan söz eden Demircan, “Fukuşima’daki felaketin ardından, Kanada kıyılarında radyoaktivite tespit edildi. Radyoaktif kazalara bakıldığında, toprağı, havayı ve suyu kirlettiği için tüm canlılar mağdur oluyor, kanser hastalarının sayıları artıyor” diyerek, şöyle devam etti:
“Nükleer silah testlerinin yapılmasından; uranyum madenciliğine; nükleer santrallerde meydana gelen kazalardan, nükleer yakıtın taşınması sırasında meydan gelen sızıntılara kadar nükleer çevriminin her aşamasında radyoaktif kirlilik uranyumun endüstride kullanılmasının sonucudur.”
Nükleer santrallerin, sıradan operasyon sürecinde bile radyasyon yaydığını söyleyen Demircan, “Bunun ispatını Alman bilim insanlarına borçluyuz. Yaptıkları araştırmalarda, santralin 5 kilometre yarıçapı alanında ‘çocukluk çağı tiroit kanserinin görüldüğünü tespit ettiler. Bu kanserin tek nedeni endüstriyel radyasyon. O hastalık çıktığı zaman santralin etkisi anlaşılabilir. Kanser, Fukuşima’da 306 çocuğa ulaştı ki bu her sene artıyor” dedi.
“Enerji arz güvenliği diyerek bizim güvenliğimizi yok sayıyorlar”
“Bunu sadece 5 kilometrelik mesafede yapıyor ama izotoplar sabit durmuyor, ekosisteme salınıyor” diyen Demircan, Akkuyu ile ilgili riskleri Fukuşima felaketi üzerinden örneklendirerek anlattı:
“İzotoplar denizde de kaybolmuyor. Fukluşima ile ilgili çok önemli bir sorun; 1 milyon 300 bin ton radyoaktif su biriktiriliyor. Bir kısmı denize salındı ama tutulabildiği kadar tutuldu tanklarda. Japonya bu radyoaktif suyu denize boşlatmayı düşünüyor. Biz burada kapitalizmin izlerini de görüyoruz. Fukuşima’da maliyetlerin düşük tutulması için tsunami duvarı, yapılması gereken yükseklikte yapılmadı, bu nedenle tsunamiden etkilendi. Kısacası maliyet hesabı yapıldı. Enerji arz güvenliği diyerek bizim güvenliğimizi yok sayıyorlar.”
Kıbrıs için riskler… “Bulutlarda birikir, Kıbrıs’a yağar… Akdeniz ekosistemi değişerek dönüşür”
Akkuyu’nun Kıbrıs adası için risklerini de aktaran Dr. Demircan, Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine gelen suyun kaynağı olan Anamur’daki Dragon Çayı’nın etkilenebileceğini söyleyerek, “Sadece bu şekilde de değil; yağmur bulutlarında birikir, bu bulutlar Kıbrıs’a gelir ve yağar. Ekosisteme karışır, biyoçeşitlilik etkilenir. Nükleer santral çalışırken soğutma suyu alabilmek için deniz klorlanıyor, oradaki planktonlar ölüyor. Plankton balığın yiyeceği. Beslenemezse ya göç eder ya da ölür. Biyoçeşitlilik düşer” ifadelerini kullandı.
Demircan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kuşkusuz planktonların ölmesi aynı zamanda denizde müsilaj riskini artıracaktır ve bu da soğutma suyu sisteminin arızalanmasına neden olabilir. Ayrıca bu santralin soğutma suyunu Akdeniz’den alacak olması da yıllar içinde Akdeniz’in deniz suyu sıcaklığını değiştirecek etkiler yapacağı bilinmelidir. Zira nükleer santralde soğutma suyu devir daim olarak daha sıcak derecelerde denize geri verilir. Bu durumun deniz suyunu ısıtacağı Türkiye’de devletin yetkililerince de kabul edilmiş ki bu öngörüyle şimdiden Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde Akdeniz’in sıcaklığını 35 dereceye kitleyen madde değiştirilmek isteniyor. Deniz suyunun sıcaklığının değişmesi biyoçeşitliliğin bozulmasını desteklerken, balık çeşitliliği de azalacak, balıkçılık güven yitimi de birlikte düşünülürse bir sektör olarak darbe yiyecek, balıkçılıkla geçimini sağlayanlar için ekonomik sorunlar artacaktır. Bununla birlikte suyun gittikçe ısınması denizin soğutma suyu olma fonksiyonunu yitirmesi anlamına gelmektedir. Nitekim Avrupa’da göl ve nehir kıyılarında kurulu nükleer santraller yaz aylarında santralin soğutmasını sağlayamadığı için devreden devreden çıkarılır. Geçen sene Fransa’da ülke genelinde elektriğin yüzde 70ini karşılayan 58 reaktörün bakım onarım nedeniyle devreden çıkarılmasının gerisinde bu neden vardır. Akdeniz ise ırmak ve göle rağmen bir deniz olma özelliğiyle farklı gibi görünse de suyun sıcaklık derecesi itibariyle benzer akıbetten kaçamayacaktır. Bu durum çubuklarının soğutulması amacıyla çekilmesi gereken suyun yıldan yıla giderek ısınarak santrali tehlikeli hale getirmesine yol açtığı gibi, tehlike öngörülür de santraller devreden çıkarılırsa santralin verimsiz bir yatırım olduğunun da ispatıdır. Sadece bu öngörü bile iklim değişikliğinin kriz boyutuna geldiği günümüzde nükleer santral projesinden vazgeçilmesi için yeterlidir.”
“Çalışmaya başladığında durdurmak için çok geç olacak”
Kıbrıs adasının doğrudan etkileneceğinin altını çizen Demircan, “Çalışmaya başladığında durdurmak için çok geç olacak. Evet, her zaman durdurulabilir. Ama bir felaket yaşanmadan önlem almak çok daha mantıklı” dedi.
“Kıbrıs, Akkuyu’dan 90 kilometre mesafede… Tüm Kıbrıslılara sesleniyorum; Mare Nostrum diyorum”
“Kıbrıs, Akkuyu’dan çok da uzak değil, kuş uçuşu 90 kilometre mesafede” diyen Demircan, “Nükleer santrallerle ilgili yaşanacak bir sorun halinde zaten mesafenin de bir anlamı kalmıyor. Mersin konuyu ne kadar sahipleniyorsa, Kıbrıs’takilerin de bu şekilde sahiplenmesi gerek. Bu mücadeleyi genişletmek zorundayız. Bu yüzden tüm Kıbrıslılara çağrı yapıyorum; ‘Mare Nostrum’ (Latince ‘bizim denizimiz’) diyorum. Akdeniz, bizim denizimiz” ifadelerini kullandı.