yazılariktibasPolitik Ekoloji Teorileri: Tekelci Sermaye İnsanlara ve Gezegene Karşı - Max Ajl
yazarın tüm yazıları:

Makale, “Fosil kapitalizmi”, eko-modernizm, ekstraktivizm ve küçülmenin yanı sıra “post-kalkınma” teorilerini değerlendirmektedir

Politik Ekoloji Teorileri: Tekelci Sermaye İnsanlara ve Gezegene Karşı – Max Ajl

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Özet

Bu makale, baskın politik ekoloji teorilerini tartışmakta ve eleştirmektedir. Makale, eleştiri çerçevesi olarak ekolojik eşitsiz mübadele (EUE) teorisini ele almaktadır. “Fosil kapitalizmi”, eko-modernizm, ekstraktivizm ve küçülmenin yanı sıra “post-kalkınma” teorilerinin iddialarını değerlendirmektedir. Makale, küçülme hariç hiçbirinin emperyalizmi ya da küresel birikim tarihini yeterince ciddiye almadığını ve dönüştürücü yükü tamamen Güney’e yüklediğini ya da yalnızca Kuzey işçi sınıfının eylemliliğine veya sınıf körü bir hareketler hareketine odaklanan bir çerçeve benimsediğini ortaya koymaktadır. Bunun yerine, birikimin kutuplaşmış doğası, atık üretimi ve dağıtımı ve yeni sömürgecilik temelindeki EUE değişikliklerini önermektedir. Bu makale söz konusu eleştirel çerçeveyi, geçim kaynakları doğaya bağlı, çevresel yarı-proleter sınıfların sistem karşıtı rolünü tanımlamak için kullanmaktadır. Buradan hareketle, yirmi birinci yüzyılda kalkınmaya giden yol olarak tarımın ekolojik dönüşümüyle birlikte uygun ölçekli sanayileşme tartışmasını yeniden gündeme getirmektedir.

Giriş

1970’lerde egemen siyaset bilimine, yaygın çevresel determinizme ve Marksizmin ekolojik hasarın işçi sınıfının sağlığı ve refahı üzerindeki etkisine odaklanmamış olmasına tepki olarak, politik ekoloji çalışma alanı ortaya çıkmıştır.1 Politik ekoloji bir disiplin olarak genel itibariyle ekolojiyi ekonomi politik perspektiften anlamakla veya insan toplumunda üretim ve tüketimle ilgili yasaları ortaya çıkarmakla ilgilenen bir bilim olarak anlaşılmaktadır. 1980’lerde marksizmin yeni akımları ortaya çıkmış, değer teorisini çevreye odaklanarak birleştirmek suretiyle marksist ilkeler çerçevesinde ekolojik düşünceyi yeniden inşa etmiştir (Foster, 1999; Mies & Shiva, 1993; O’Connor, 1988). Bu makale, sosyal-ekolojik teorinin öne çıkan belli başlı bazı kısımlarını ele almakta ve eleştirmektedir. Yeniden yapılandırıcı bir araştırma ya da soykütüğü değildir. Ekstraktivizm ve post-kalkınmacı ekol, küçülme, “fosil kapitalist” marksist yaklaşımlar ve ekolojik olarak eşitsiz mübadele (EUE) üzerine odaklanmaktadır.

Bu teoriler, ortaya çıkışlarının dönemselliğini ve mücadele döngülerini, “ekolojik krizi” veya insan dışı ekolojinin işçi sınıfı refahı aleyhine yetersiz yeniden üretimini veya karşı çıktıkları kapitalist birikim koşullarını yansıtan farklı köklere sahiptir (Leonardi & Torre, 2022).2 Söz konusu yeni tartışmalar, dünya sistemini insan yaşamı için elverişsiz hale getirmekle tehdit eden değişimlerin ortasında benzersiz bir şekilde ortaya çıkmaktadır.3 Buna göre, ortaya çıkan tartışmanın arkasında bu teorilerin tekelci sermaye tarafından nasıl yeniden ele geçirilebileceğine veya ulusal kurtuluş ve devrim yoluyla sermayeden nasıl koparılmaya çalışılabileceğine işaret eden eleştirileri yönlendirmesi gereken siyasi unsurlar vardır.

Birincisi, egemen sınıf kurumlarında (Dünya Ekonomik Forumu, 2020) birikimin israf unsurunun sermayenin yeniden üretimi için doğal koşulları baltalamakla tehdit ettiği giderek daha fazla kabul görmektedir. İkincisi, bu tür kurumlar Kuzey’in, emeğin çevreden merkeze modüle edilmiş hareketliliğine dayanan kutuplaşmış birikimi sürdürmek için gerekli nüfus akışını kontrol etme becerisinden endişe duymaktadır. Üçüncüsü, ulusal kurtuluş hareketinin kısmen gerilemiş olmasına rağmen (Abdel-Malek, 1985), Brezilya ve Güney Afrika gibi kısmen sanayileşmiş yarı-çevre bölgelerin radikal güçler tarafından ele geçirilmesi; tekelci sermayenin askeri sonuçları dikte etme kabiliyetinin azalması, özellikle de sömürge karşıtı ya da sistem karşıtı milislerin Batılı vekil güçlerle doğrudan askeri çatışmaya girdiği Arap bölgesinde neredeyse sürekli ayaklanması (Yeros, 2021); Venezuela ve Zimbabve gibi yeni radikalleşen ve sistem karşıtı mücadeleleri koruyan, canlandıran ve somutlaştıran devletlerin varlığı ve doğası gereği geçici ekolojik tartışmalara girip çıkan Çin’in yükselişi gibi süreçler ve güç odakları dünya sisteminin geleceğine meydan okumaya hala devam etmektedir.

EUE teorisi eleştirinin çerçevesini çiziyor. EUE, 1980’lerin ortalarında Marksizmin “biyofiziksel” bir revizyonu olarak ortaya çıkmış ve tarih boyunca dünya ekonomisinin belirli bölgelerinin bir yandan az gelişmiş konumda kalırken, diğer yandan süreğen bir şekilde maddi çıktı ihraç ettiğine dikkat çekmiştir. Bu tür çalışmalar, uluslararası ticaret altında somutlaşan fiziksel değiş tokuşlara odaklanmıştır. Teknolojinin sadece uluslararası değer akışını kolaylaştırması açısından değil, aynı zamanda ekolojik krizin eşitsiz etkileri açısından da tarafsız olmadığını göstermiştir. Küresel birikimin ve ekolojik krizin (Cocoyoc Deklarasyonu, 1975) kalbindeki Kuzey-Güney çelişkisini vurgulayarak, uluslararası ticarette eşitsiz mübadele (Emmanuel, 1972) üzerine yapılan çalışmalara önemli bir ampirik katkı olmuştur. Bu makale, eşitsiz birikimin merkez ve çevreyi nasıl farklı şekilde etkilediğini göstermek için EUE’nin bulgularını kullanmakta ve yeniden yapılandırmaktadır. Ayrıca, birleşik bir emperyalizm teorisi olarak EUE’nin sınırlarını göstermektedir. Çevresel ya da küresel ölçekte doğanın yetersiz yeniden üretiminin çevre ülkelerdeki yarı proletarya ve köylüler üzerinde ne kadar şiddetli etkileri olduğunu göstermek için EUE’yi yeniden ele almaktadır. Bunun sıklıkla, atmosfer de dâhil olmak üzere eski müştereklere sömürgeci ya da emperyal devletler ya da yeni-sömürgeci aracılar tarafından nasıl el konduğunu göstermektedir. Buna paralel olarak makale, tekelci sermayeye direnmede ve insan-ekoloji metabolizması üzerinde toplumsal kontrol sağlamada çevrede yaşayan marjinal/yarı proleter güçlerin merkeziliğini işaret etmektedir.

Makale ayrıca, öne çıkan yeni teorilerin çoğunun iki yol izleme eğiliminde olduğunu savunmaktadır. Birincisi, ulusal olarak oluşturulmuş, Kuzey işçi sınıfının eylemliliğine odaklanan eski bir yolu izliyor ve sınıf analizinden tamamen vazgeçiyor. Böylece kutuplaşmaya ve kalıcı ilkel birikime karşı kör ve duyarsız olan ulusal-şovenist Kuzey eko-mantıksal politikalarını meşrulaştırıyor. Diğeri ise geleceğe giden siyasi yollar konusundaki tartışmayı Kuzey’den Güney’e kaydırıyor, ancak bunu ulusal projeleri reddeden parçalı yollarla yapıyor. Buna göre, bu teoriler, ister yöntemsel sonuçları isterse açık siyasi programlar olarak, küresel kapitalizmin zayıf halkalarındaki büyük çağdaş mücadelelerden kopuk siyasi aktörler/özneler inşa etmektedir. Fosil kapitalizm yanlış bir lineer (düz) proleterleşme teorisine ve popüler ekolojik gelişmenin farklı yollarını hesaba katmadan enternasyonalizm için stratejik çağrılara güvenerek yanılmaktadır. Eko-modernizm (fosil kapitalist düşüncenin yanı sıra) teknolojinin kategorik teknolojik tarafsızlığını savunur. Bu şekilde, EUE’ye ve onun teknolojik gelişmelerle ve daha geniş anlamda kutuplaşmış birikime karşı kördürler. “ekstraktivizm” kökenini çevre ülkelerden alıyor olsa dahi, kategoriyi tamamen reddetmediği takdirde EUE ile yeterince mücadele etmez ve ciddi bir kalkınma teorisinden yoksun kalır.

Makale aşağıdaki şekilde ilerlemektedir. İlk bölüm dört önemli politik ekoloji teorisini ele almaktadır: fosil kapitalizm ve eko-modernizm, ekstraktivizm ve küçülme. Ardından, EUE incelenmektedir. EUE’nin içkin bir eleştirisine geçerek, ampirik bulgularının değer teorisi açısından nasıl daha sağlam temellere oturtulabileceğini göstermektedir. EUE’yi bir atık üretim rejimi olarak kapitalizmin daha geniş bir eleştirisine bağlamakta ve EUE’nin yerel sınıf temelini göstermektedir. Makalenin ikinci yarısı, çağdaş krizlerin çözümünde ulusal kurtuluşun merkeziliğini yeniden vurguluyor.

Emperyalizm mi Fosil Kapitalizmi mi?

Küresel ısınmanın “evrensel” bir mesele olarak yükselişi, Marksizm içindeki klasik tartışmaları yeniden canlandırdı. Marx, tarihsel kapitalizm için “ilkel” birikimin merkeziliğini kabul etmiş ve bu birikimi kendi kapitalizm modeliyle ilişkilendirmiş olsa da, bir sömürgecilik ve emperyalizm teorisi üzerinde durmamıştır. Avrupalı halefleri radikal geleneklerinin Avrupa merkezciliğini kırmakta zorlandılar. Lenin ve Luxemburg, emperyalizme ve kapitalist gelişmenin çevresine dikkat çeken ilk önde gelen Avrupalı Marksist teorisyenlerdi. Asya ve Afrika ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişi ve Latin Amerika devletlerinin radikalleşmesiyle birlikte, çevre ülkelerdeki azgelişmişlikteki “iç” ve “dış” diyalektiğini bütünsel olarak yorumlamak için yeni-sömürgecilik ve bağımlılık teorileri ortaya çıktı. Belli bir Marksizm bu müdahalelere direnmiş, ilkel birikimin rolünü bastırırken, kökenleri esasen yerel İngiliz sınıf yapılarına dayanan tarihsel bir kapitalizm yorumu inşa etmiş ve çevre için öz-merkezli kalkınmaya karşı polemik yürütmüştür (Brenner, 1977). Bu çabalar, emperyalizmden yoksun devletin teorileştirilmesi ve kavramsallaştırılması için zemin hazırlarken, benzer pozisyonlardaki diğerleri kapitalizm için tarihsel olarak ilerici bir rol atfeden şeytanı yeniden ortaya attılar (Ahmad, 1983). Bağımlılık ve yeni sömürgecilik teorisyenlerinin çoğunu ciddi bir şekilde meşgul etmeyi reddeden ve kalkınmayı sanayileşmeye indirgeyen bu tartışma çözülmedi. Aksine entelektüel yapısal uyumun bir parçası olarak siyasi olarak buharlaştı.4

İklim krizinin ortasında -daha geniş kapsamlı ekolojik kriz giderek daha fazla göz ardı ediliyor- birçok politik ekoloji tartışmaların odağını kısmen yeniden Avrupa merkezcilik, metodolojik ulusçuluğa çekti ve emek sürecinin endüstriyel ve Kuzey alanlarına aşırı odaklandı. Bu durum, tarihsel materyalizm ve Marksizmin yeniden ele alınmasını gerektirmiş ve sonraki CO2 merkezli stratejik detaylandırmalar için bir temel oluşturmuştur. Bu teoriler, birikim kavramının etrafına keyfi mekansal ve sosyal sınırlar çizerek, CO2 döngüsüne zar zor dahil olan çevrenin büyük bir kısmının emisyonların politik ekolojisini teorileştirmekle ilgili olmadığını iddia ediyor ve tarım sorununu ekolojik politikadan tümüyle siliyor.

Bu tür bir karbon indirgemeciliği yeni değildir.5 Ancak Andreas Malm (2013), “fosil sermaye”nin yeni bir “genel formülünü” ortaya koyarak, hatırı sayılır teorik sihirbazlık çalışmaları arasında bunu detaylandırmıştır: “artan CO2 miktarları… sermaye birikiminin gerekli bir parçasıdır… değer yaratımı için maddi olarak vazgeçilmezdir… Fosil sermaye… fosil yakıtların CO2’ye dönüşümünden geçerek kendi kendini genişleten değerdir” (Malm, 2013, s. 51-52, italik kısımlar direkt olarak orijinalinde yer almaktadır). Bu teori bir dizi sorunla karşılaşmaktadır. İlk olarak, emek üretimini artıran enerjilerin genel birikim teorilerinin bir parçası olması gerektiğini ima etmektedir -hayvan sermayesinden su sermayesine, fosil sermayeden güneş sermayesine. Ancak, fosil yakıtlar fiziksel olarak üretim devrelerine ve son kullanım metalarına derin şekillerde entegre edilmiş olsa da, kapitalizm muhtemelen CO2 salınımından uzaklaşma yetisine sahiptir. İklime öncelik veren fosil sermaye teorisi, alternatif enerji kurulumlarının (Dunlap, 2019; Franquesa & Bartolome, 2018; Stock & Birkenholtz, 2021) ve maliyetleri ve faydaları emperyalist ve kapitalist güç ve güçsüzlük hatlarına düşecek olan mineral kaynaklarının dağıtımsal sonuçlarını göz ardı etmektedir.

Bu çerçeve, karbon istisnacılığını “acil durum” mantığını kullanarak meşrulaştırmakta, ekolojik krizi ve daha geniş toplumsal yeniden üretim krizini küresel ısınmaya indirgemektedir. Ancak, “diğer tüm [mücadelelerin] üzerinde vuku bulduğu yeryüzünün” doğası, dünya ölçeğinde toplumsal yeniden üretim için sözde gerekli koşullar tartışılmak yerine ima edilmekte veya öne sürülmektedir (Malm, 2016, s. 287). Toprak erozyonu ve biyoçeşitlilik kaybı sermaye birikimi için eşit derecede gerekli olmuştur.6 Yoksul köylüler kuraklığa daha dayanıklı ürünlere geçebilir, ancak bitkisel anlamda genetik çeşitliliği Yeşil Devrim tarafından yok edilmişse veya besin ağları çökmüşse veya gezegensel sınırlar başka bir şekilde aşılmışsa bu mümkün değildir (bkz. Pörtner vd., 2021; Rockström vd., 2009). Küresel ısınma birçok çevresel krizden sadece biridir.

Dahası, “fosil sermaye”, emperyalist yıkım ve saldırının, bununla birlikte çağdaş direnişin hatlarını silerek, “fosil sermayenin” dünya ölçeğinde birikimini açıklama noktasında kendi “merkezi” rolünü ve açıklama kapasitesini abartmaktadır. Malm, Postone’dan yola çıkarak, ” Kapitalist mülkiyet ilişkilerinin zamansallığı… mevsimleri ya da doğadaki diğer somut görünümleri dikkate almayan, olayların cisimsiz tekrarı olarak doğada zuhur ettiği bir zaman anlayışıyla benzerdir” (2013, s. 55). O ve diğer karbon sosyalistleri, kapitalist büyümenin zirve döneminin sanayi devrimi ve karbon temelli enerji kaynaklarıyla ilişkilendirildiğine işaret ederek, artı değerin genişlemesindeki rolü ve sermayenin doğada köksüz olarak yaratılması nedeniyle tekelci sermayenin (ve kapitalizmin bir aşaması olarak emperyalizmin) “fosil sermaye” ile etkili bir şekilde değiştirilmesini haklı çıkarmaktadır.

Her ne kadar Malm iddiasını yumuşatmaya çalışsa ve sadece bir eğilimi gösterdiğini iddia etse de, bu argüman yanlıştır. Sömürgecilik sonrası ve emperyal ulus-devletlerin dünya ölçeğindeki birikim sürecinde siyasi olarak nasıl konumlandıklarını göz ardı etmektedir. Çünkü enerji kaynaklarına miyopça odaklanmak, son iki yüzyılın merkezi bir özelliğini hafife almaktadır: Avrupa sömürgeciliği ve Avrupa yıkım teknolojilerinin niteliksel ilerlemesi. İşgalci yıkımının kendisinin yarattığı etkiler kurbanları için oldukça kuşatıcı olmuştur. Fosil yakıtlarla bağlantılı büyüme, çevrenin üretici güçlerinin ortadan kaldırılması ya da kısmen sökülmesiyle ilişkilendirilmiştir (Patnaik & Patnaik, 2016, s. 30-37). Savaş, sermaye için petrol ve kömür kadar, hatta daha da merkezi bir öneme sahiptir. Dahası, kapitalist mülkiyet ilişkileri doğadaki somut görünümlere dayanmakta, küresel birikimi doğrudan yapılandırmakta ve bu tür görünümler yok olma yönünde ciddi bir eğilim göstermemektedir. Pek çok meta ürünü yalnızca çevre ülkelerde üretilebilmektedir. Bu sebeple çevre, tropikal meta fiyatlarını düşürmek ve paranın değerini korumak adına devasa emek rezervlerini barındırmakta ve az gelişmişliğe maruz bırakılmaktadır. Bu tür somut görünümler, tekelci kapitalizmi üreten drenaj yoluyla ilkel birikim için elzemdir (Patnaik & Patnaik, 2021). Benzer şekilde, petrol üretimi büyük ölçüde çevrede yoğunlaşmıştır. Malm’ın yalnızca çıkarma konusundaki yorumuyla kabul ettiği bir gerçektir bu. Yine de petrolün tamamı çıkarılmamakta ve petrol zenginliğini kimin kontrol ettiği siyaseti, hangi petrolün çıkarılacağının merkezinde yer almaktadır. Arap bölgesindeki petrolün varlığı ve doğası, Arap bölgesi işçi sınıfı nüfusunun fosil yakıtlı enerji sistemine daha az entegre olmasına ve kalkınmanın azalmasına yol açmıştır (Ajl, 2021c; Kadri, 2016, s. 249ff;). Suriye ve Yemen’de, (Higgins, yakında çıkacak) kişi başına düşen ve hatta ABD’nin bu ülkelere karşı yürüttüğü savaşların bir kısmını oluşturduğu brüt CO2 emisyonlarında azalma görülmüştür. Bu savaşlar dünya ölçeğinde birikimin gerçekleşmesi adına ayrılmaz bir parçadır. Değer yasasından ayrı değildirler.

Çağdaş kapitalizmin yapısal benzerliğini ortaya koymak yerine iddia etmek, iklimi daha geniş ekolojikkrizlerden üstün tutmak, süper sömürüyü ve uluslararası değer akışlarını göz ardı etmek, dünya sistemindeki pek çok insanın kapitalist olmadığına ve fosil sermaye ile onun enerji yoksulu kurbanları olmaktan daha fazla bir ilişki kuramayacağına dair temel gerçekliği bastırmak için bir bahanedir. Bununla birlikte bu yönde iddialar petro-dolar emperyalizmini ve çekirdek petrol tekelleriyle ilişkili karları savunmayla yakından ilgili emperyal savaşı görmezden gelecektir.

Strateji analizi çağrıştırır. Malm fosil yakıt kaynaklı küresel ısınmayı “besin zincirinin en tepesindeki hareketlerin hareketi” haline getirmektedir (2016, s. 287). Böylesi sahte bir evrensellik, Kuzeyli işçilerin ya da diğer toplumsal katmanların gündemlerini daha çok ön plana koymak, diğer özgürlükçü mücadeleleri ertelemek ve çevrenin özel ihtiyaçlarını evrensel olduğu iddia edilen ancak Kuzey solunun bakış açısını yansıtan daha geniş bir davaya tabi kılmak için bir bahaneden ibarettir. Kuzey taşımacılığı ve bir iklim “acil durumu” iddiası, iklim zararlarının çevresel toplumsal düzenlemelerin prizmasından nasıl geçtiğini veya bu tür zararların yalnızca gelişmek için CO2 üretmeye ihtiyaç duyan toplumsal bloklar tarafından ele alınabileceğini veya genellikle emisyon azaltımlarından ziyade anti-emperyalizm veya tarım reformuna öncelik verdiklerini dikkate almamaktadır. Bu dar görüşlülük, dağıtım noktasındaki devreleri sabote etmek (“havaya uçurmak”) için müdahale edebilecek siyasi ve sosyal aktörlere (Malm, 2021), yani çekirdek sanayi ve küçük burjuvaya (Sakshi, 2021; Wilt, 2021) dayanan maceracı bir stratejiye yol açmaktadır.7

Ayrıca, endüstriyel kapitalizm altındaki sosyo-ekolojik atık sorununun CO2’ye indirgenmesi ve belirli çevresel sosyal-ekolojik zorluklara karşı körlüğe, bununla birlikte küresel veganlığı veya Yarım Dünya korumasını “tavsiye etmek” gibi yeni-sömürgeci çözümlere yol açmaktadır (Ajl & Wallace, 2021; Büscher vd., 2017). Son olarak, “fosil sermaye” fetişizmi, var olmayan iklim değişikliği etki azaltma teknolojilerini savunmuştur (Malm & Carton, 2021). Bu, toplumsal öznelerden yoksun, çevreden gelen özel taleplerle diyalog kurmaktan kaçınan ve kapitalist teknoloji ya da planlama çözümlerini “ele geçirme” gibi gönüllülük esasına dayalı bir kavramla ilgilenen, bunlara karşı direnişi ideolojik olarak örgütsüzleştiren bir fosil karşıtı kapitalizmdir.

Eko-modernizm

Özünde fosil sermaye literatürünün bir alt kümesi olan bir diğer politik ekoloji de benzer bir sınıf analizine sahiptir. Ancak bazen merkezdeki sınıf kompozisyonuna, özellikle de çevre/iklim STK’larının rolüne daha fazla odaklanır. Yine de, bu eko-modernist literatür türleri, proleterleşmeye yönelik ciddi bir eğilimi kabul etmeleri ve işçi sınıfına farklılaşmamış bir kitle olarak atıfta bulunmaları bakımından fosil sermayeyi çağrıştırmaktadır. Üretim aygıtına ya da öncelikle veya yalnızca sanayi işçiliği/sendikalı sektörler olarak farklı yönelimlerde bulunmakta ve toplumsal emek süreci içinde doğrudan ücretli olmayan emek tartışmalarını görmezden gelmektedir. Bu literatürün bir kısmı, doğal sistemlerin yeniden üretimi için emeğe ihtiyaç duymadığını (Huber, 2018) ve bu nedenle bu tür “doğaya” değer verilmediğini iddia ederek doğal çevreyi toplumsal emekten kopararak sınıf analizine olan ilgisizlik noktasında daha da ileri gitmektedir. Bu düşünce, radikal insan-doğa ayrımlarının a priori apartheid(ayrılıkçılık) kavramına dayanmakta ve emeğin sosyo-doğaların üretilmesi ve sürdürülmesindeki tarihsel ve güncel rolünü göz ardı etmektedir (Erickson, 2008; Toledo, 2001). Çünkü bu tür emek, doğal çevrenin ve insan toplumlarının yaratılması ve yeniden üretilmesi için (tarihsel olarak) gerekli olsa da, nadiren hesaba katılır ve bu doğanın muhasebesinin yapılmaması, çevre arazilerin temellük edilmesini meşrulaştıran ırksal, ataerkil ve sömürgeci ideolojilerle bağlantılıdır (Gill, 2021).

Teknoloji söz konusu olduğunda, biyoyakıtlardan nükleere ve laboratuvarda yetiştirilen ete kadar kapitalizmin teşvik ettiği çok çeşitli teknolojileri kucaklamaktadır (Ajl, 2021a, s. 42-56).8 Bu teknolojik politika, muhalefeti teknolojik gelişmenin belirli yolları aracılığıyla uygulanan tekelci sermayenin gündemiyle karıştırmaktadır.

Bu teori aynı şekilde, Kuzey’in toplumsal uzlaşmalarının özel şeklini oluşturan Güney-Kuzey değer akışlarıyla birlikte süper sömürüyü – ki buna ekolojik alana ışınlanmış Brenner hipotezi denebilir- görmezden gelerek fosil sermaye çalışmalarını çağrıştırmakta ve böylece ulusal sosyalizmlere zemin hazırlamaktadır (Huber, 2022). Emperyalizme yönelik sendika desteği konusunda genel olarak sessiz kalmıştır. Bu noktalar, çekirdekteki işçi sınıfının ekolojik dönüşümdeki rolünü reddetmemektedir. Ancak enternasyonalist bir cephe oluşturma sürecinde, işçi sınıfı içindeki ulusal temellerdeki farklılıkları ve emperyalizme verilen sendikal destekten kopma ihtiyacını hesaba katılması gerekliliğini açıklığa kavuşturmaktadır.

Doğaya Karşı Kapitalist Sanayileşme: Ekstraktivizm

Çağdaş politik ekolojideki bir diğer baskın konu kümesi de insan-çevre metabolizmasıyla ilgilidir. Bir küme olan ekstraktivizm, muhtemelen politik ekolojinin en popüler teorisidir. Başlangıçta, Batılı kapitalist kolonyal devletler içindeki “iç” mücadeleler de dâhil olmak üzere, ekstrasyona karşı bölgesel halk direnişlerine odaklanmıştır. Şimdiye kadar, bu literatür endüstriyel tarım ve emek, daha geniş anlamda ise sömürü eleştirilerini kapsamaktadır. Yüzeysel olarak, bu teoriler çevresel sosyal mücadeleleri ciddiye almakta, ekolojik olarak zararlı kaynak ekstrasyonundan kopamama konusunda Güneyli neo-liberal ve neo-kalkınmacı devletler arasında bir süreklilik olduğunu iddia etmekte ve azgelişmişliğe katkıda bulunduğu için Güneyli emtia ihracatını suçlamaktadır. Ancak kavramsal olarak ekstrasyon tutarsızdır, gelecek planlamasına ciddi bir ilgi göstermez ve siyaseti Güney’e kaydırır. Teşhisleri sıklıkla, üretici güçlerin ve ürünlerinin nasıl konuşlandırıldığını ve dağıtıldığını etkileyen çok sayıda farklı modeli ve sınıf çıkarlarını bir araya getiren bir terim olan teorileştirilmemiş bir “kalkınma” ya karşı saldırılarla eşleştirilir. Ayrıca, emek sürecinin sadece bir kısmına odaklanarak fosil sermaye literatürünü yansıtmakta, emperyalizm ve tekelci sermayeye karşı ortaya çıkan Güney kalkınması ve ulusal kurtuluş çelişkilerini göz ardı etmektedirler.

Bazı tanımları ele alalım. Gudynas ekstraktivizmi “doğal kaynaklara el koyma” olarak tanımlarken (2019), Svampa “neo-ekstraktivizm, doğaya el koymanın bir yolunu ve ihracat yöneliminin yanı sıra doğal malların aşırı sömürülmesine dayalı bir kalkınma modelini ifade eder” diye yazıyor (2019, s. 6-7). Klein, ekstraktivizmin “insanların… acımasızca çıkarılacak, sınırların ötesine itilecek emeğe indirgenmesini” gerektirdiğini yazıyor (2014, s. 169). Bu noktada iki sorun ortaya çıkmaktadır. Birincisi, doğal kaynakların ve emeğin kapitalist kullanımına uygulanan özel zapt etme/sömürü kavramları tutarsızdır. Tüm tarihsel toplumsal üretim, insanın insan olmayan doğayı kullanmasını içerir – “tüm üretim toplumun belirli bir formu içerisinde ve bizzat onun aracılığıyla insan tarafından doğanın işlenmesidir” (Marx, 1973, s. 87), diğer taraftan sömürü teknik anlamda kapitalizme özgüdür (García Linera, 2013). Ekstraktivizm, tarihsel bir sabit olmadığı sürece bu tür bir el koyma olamaz, bu da farklı bir birikim rejimini anlamlı bir şekilde tanımlayamayacağı anlamına gelir. Diğer taraftan “doğal mallar” bir üretim sürecinde tüketilebilir ve geri kazanılamaz -bazı tarım biçimlerinde mümkün olduğu gibi üretkenlikleri artırılmak bir yana- ancak metaforik olarak sömürülmez veya en azından insanların sömürüldüğü gibi sömürülmez. Gerçekten de Klein’ın çerçevesi proleterleşme, emek sömürüsü, metalaşma ve kapitalizmi jelatinimsi bir “ekstraksiyon” içine hapsederek çok az stratejik harita ve daha az kavramsal netlik sunuyor. İkinci olarak, “işleme” kavramları basittir. Madencilik, sabit ve değişken sermayenin insan dışı doğaya uygulanması anlamına gelir; “petrol, çelik kadar pahalı tesisler gerektirir” (Emmanuel, 1972, s. xxx); maden çıkarma sektörlerinde ve tarımda sermaye oranı son derece yüksek olabilir. İşleme derecesi, yurt içinde yakalanan değerin artmasıyla ilişkili olabilir bu da üretim sürecinde güvence altına alınan değerde daha büyük bir emek payı anlamına gelebilir. Üretim teknolojilerine bağlı olarak, daha fazla yerli işleme, insan dışı doğaya daha fazla zarar anlamına gelebilir. Bu ölçütler, kalkınma planlamasında yer alan tercihleri net bir şekilde yakalayamamakta ve çevre içinde işleme ve katma değerdeki tarihsel değişimleri aydınlığa kavuşturamamaktadır.9

Dahası, her ne kadar çevre ülkelerdeki kalkınmacılığın sözde yerli kaynaklı patolojilerine odaklanılsa da, “fosil sermaye”de olduğu gibi, bu çerçeve de metodolojik milliyetçiliğe hapsolmuş durumdadır. Her ne kadar dünya kapitalist sisteminin küresel evrimine ve çevre devletlerin küresel işbölümüne tarihsel olarak eklemlenmesine yönelik jestler olsa da, dünya sistemi ve emperyalizm milliyetçi sosyolojilerden ısrarla uzaklaşmaktadır. Haiti, Irak, Suriye ya da daha önce Afganistan gibi çevre devlet yapılarının merkez devletlerin saldırılarına ve kısmi yeniden kolonizasyonuna maruz kaldığı bir dönemde ulusallaştırma ya da geniş ölçekli tarım reformuna doğru ilerlemenin zorluklarına dair ekstraktivizm literatüründe neredeyse tek bir açık referans yoktur. Uluslararası işbölümünün emperyalist düzenlemesi, “küreselleşme” (Gudynas, 2018, s. 66) ya da “mülksüzleştirme yoluyla birikim” (Lander, 2013, s. 92-94) tartışması yoluyla, David Harvey’den yararlanarak “tarihsel kapitalizmdeki merkez-çevre çelişkisinin yapısal doğasını” (Moyo vd., 2012, s. 88) silmek için yalnızca dolaylı olarak girmektedir.

Ekstraktivist literatür ve “onarıcı devlet”in milliyetçi kurumsal sosyolojisi boyunca, “Pembe Dalga” devletlerinin emperyalizm ve yeni sömürgeci sınıf yapılarıyla yüzleşme konusundaki yetersizlik ve isteksizliklerine katkıda bulunan dünya-sistemik, emperyal faktörlere çok az dikkat çekilmektedir (Koerner, 2022). Bölgesel dev Brezilya’yı hedef alan yeni-sömürgeci şantaj (Antunes de Oliveira, 2022) ya da gerçek bir topraktan çiftçiye tarım reformu uygulamak için akıntıya karşı yüzen tek devlet olan Zimbabve’ye uygulanan yaptırımlar da bunlara dâhildir. Ekstraktivizm, silah harcamalarının yükünden ya da radikal devletlerin, bölgedeki emperyalist entrikaların en sık görülen aracı olan darbelerden kaçınmak için ordularını kısıtlama ihtiyacından da bahsetmiyor. Buna ek olarak, egemen sınıf Thermidor’u – toprak ağasının Venezuela tarım reformunu engellemek için köylü aktivistlere suikast düzenlemek üzere paralı askerler tutması ya da Bolivya egemen sınıfının MAS projesine karşı saldırıları (Vázquez & Arias, 2021)- herhangi bir surette ekstrakvizm sosyolojisine girmemektedir. Venezuela’da katma değer artıran süreçlerin gelişimi ve bunların finansmana erişim kapasitesi açısından yaptırımlar karşısında açığa çıkan sonuçlara dair sessiz kalınması ise bir başka körlüktür(Rodríguez, 2021). Bu açıklamalar, ayrıca, Latin Amerika devletlerini radikalleştiren darbelerdeki ABD rolü konusunda da sessiz kalmaktadır (Svampa, 2019, s. 54-55; Webber, 2020).

Ayrıca bu literatür, radikal hükümetlerin ülke içinde daha büyük mutlak ve göreli değer payları elde etme ve Bolivya’da olduğu gibi daha büyük yerinde dönüşüme doğru ilerleme konusundaki başarılarını küçümsemektedir. Bu tür hükümetlerin yalnızca yerel birikimin temeline saldırmakla kalmayıp, aynı zamanda dünya güç dengesini değiştirmeye yönelik tekliflere karşı kredi düşürme, istikrarsızlaştırma ve yaptırımlar uygulayan neoliberal akıntıya karşı yüzdükleri gözden kaçırılmaktadır. Nitekim bu literatür Bolivya hükümetinin makroekonomik istikrar başarılarını kalkınma modelinin bir eleştirisi olarak kullanmaktadır (McNelly, 2020). Buna göre, bir çevre devletinde sosyalleştirilmiş planlamaya doğru herhangi bir kaymanın, emperyal dayatmalı para birimi değer kaybı ve yaptırım riski taşıdığı ve büyük döviz rezervleri ve düşük enflasyonun bu araçlara karşı bir tampon olduğu gözden kaçırılmaktadır.

Bu metodolojik milliyetçiliğin bir başka yönü de “ekstraktivist” devletlerin eko-mantıksal sicilini sadece bölgesel kutu içinde değerlendirmektir. Oysa Küba, Venezuela ve Bolivya’nın, maden çıkarımında kaçınılmaz olan sosyal ve ekolojik ödünleşmelerden kaçınmanın bir yolu olarak ekolojik borç geri ödemeleri çağrısında bulundukları evrensel olarak kabul edilmektedir. Ekvador “doğa hakkını” anayasasına koymuş ve hatta Yasuni Ulusal Parkı’ndaki petrol rezervlerini işletmek zorunda kalmamak için çekirdek devletlerle müzakere girişiminde bulunmuştur. Ancak teklif bu devletler tarafından desteklenmemiştir. Ayrıca, Amerika Halkları için Bolivarcı İttifak (Alianza Bolivariana para los Pueblos de Nuestra América, ALBA) üyesi devletler, karbon piyasalarında ima edilen atmosferin metalaştırılmasının engellenmesine yardımcı olmuştur (Watts & Depledge, 2018). Buna ek olarak, bu literatür Çin’in rolüne dair ciddi bir tarihsel sosyolojiden yoksun bir şekilde ilerlemekte, Çin’i uluslararası işbölümünde bir başka “ekstraktivist” ortağa indirgemekte (bkz. Moyo, 2016), bazen şüpheli bir “küreselleşmeye” başvuran benzer çalışmalar ise Çin’in Afrika ve Latin Amerika’daki yeni bağımlılık döngüsündeki rolüne odaklanmaktadır. Ancak Çin, çevre ülkelerin geri kalanıyla tarihsel ABD-Avrupa sömürgesi ya da yeni sömürge ilişkisi gibi bir şey üstlenemez. Çünkü Çin kendi çevresine sahip olamayacak kadar büyüktür. Artı değer ithal edebilse de ve çağdaş çekirdeği tamamen yerinden etse bile, bu ithalatı kutuplaşmış bir birikim kutbu haline gelmesini sağlayacak bir oranda yapamaz (Li, 2021). Ayrıca Çin emperyalist değildir, çünkü emperyalizm net değer ithalatı ile bu değer akışlarını istikrara kavuşturan ve derinleştiren şiddet arasındaki ilişkiyle alakalıdır (Kadri, 2019). Son olarak Çin, ilkel birikimi çevre ülkelerdeki iç siyasi düzenleri yeniden yapılandırmak için kullanmamaktadır. Devletlerarası düzeyde sömürücü olmaktan ziyade genellikle işbirlikçidir (Miriam & To, 2021) ve kirlilikteki hızlı düşüşlerin yanı sıra yenilenebilir enerji inşaatı ve kurulumunda dünyaya liderlik etmektedir.10

Her bir yorumlayıcı karar, siyasi dönüşümün yükünü tamamen Güney’e yüklemekte ve sosyalist inşa ve kalkınma planlamasında bölgeselciliğin ve Latin Amerika birliğinin tarihsel ve güncel önemini göz ardı etmektedir (Bruckmann & Dos Santos, 2015; Marini, 1969). Ekstraktivizm çoğu zaman kalkınmanın jeopolitiği olmayan bir politik ekoloji sunar: tek bir ülkede eko-sosyalizm.

Ekstraktivizm basitçe azgelişmişlik teşhisi koymaz, kalkınmanın alternatif biçimlerini ima eder ya da bunlara çağrı yapar. Üç örnek ele alalım. Birincisi, Gudynas (2019) dışa açılmanın tamamen bastırılması çağrısında bulunuyor. İkincisi, Acosta “imalat, tarım, turizm ve özellikle de bilgi birikimi alanlarında sürdürülebilir faaliyetler” önermektedir. Doğaya kesinlikle daha fazla zarar verilmemelidir” (2013, s. 80). Ancak doğaya kategorik olarak zarar verilmemesi konusunda ısrar etmek, popüler kalkınmanın karşıtlıklarını tarihsel olarak en büyük kirletici olan Kuzey’den Güney’e kaydırmaktadır. Diğerleri ise “ekstrasyon sonrası seçeneğin… [doğal varlıkların] bölgesel entegrasyonla birlikte kullanılması anlamına geleceğini” kabul etmektedir (Svampa, 2012, s. 51); kâğıt üzerinde Latin Amerika radikal devletlerinin gündemi budur. Tartışmayı ilerletmek için, bu gündemi engelleyen güçlerin bir sosyolojisine ihtiyaç vardır; ancak yerel sınıf engellerini de  – çünkü bu devletler kendi burjuvazilerini mülksüzleştirmemişlerdir- kapsayan bir dünya-sistemi sosyolojisi tam da ekstrasyonun en zayıf olduğu noktadır.11

Planlama açısından bakıldığında, ekstraktivizm literatürü 1980’lerde sanayileşme üzerine yapılan çalışmalardan temel ihtiyaçlar ve eko-kalkınma üzerine kendine güvenen bir çerçeveye doğru geri çekilmektedir (Oteiza vd., 1983). Çoğu egemen Üçüncü Dünya ülkesi sanayileşmesini, özellikle de metalürji, makine aletleri ve ilgili araştırma ve geliştirmeyi reddediyor gibi görünmektedir. “Sürdürülebilirlik” ve sürdürülebilir üretim çağrıları bunu ima etmekte (ancak nadiren açıkça ifade etmektedir), sanayileşmenin özünde sürdürülemez ve kirletici olduğunu, çünkü abiyotik malzemeler üzerinde çalıştığını ve atıklarını kontrol etmek için harici bir ajana ihtiyaç duyduğunu, oysa toprağa verilen zararın doğrudan tarıma zarar verdiğini akılda tutmaktadır (Duncan & Duncan,1996). Ekstraktivizm, popüler bir anti-kolonyal ve anti-emperyalist kalkınma yolu için gerekli olan göreli kır-kent dengesi mefhumuna ciddi bir şekilde yaklaşmadığı gibi, temel refahları doğrudan ihraç mallarına bağlı olan Üçüncü Dünya yoksulları için ne yapılacağına dair bir cevap da sunmaz. Planlama açısından, ekstraktivizm, meta kartellerini ve fiyat planlamasını savunan bağımlılık ve yeni sömürgecilik literatüründen geri çekilmekte, kapitalizmden ve ilgili ticaret akışlarından basitçe kopulamayacağını anlamaktadır.

Bu eleştirilerin bir kuzeni, “Batı uygarlığı ve ilerlemeye duyulan sınırsız güven” altında faaliyet gösteren sosyalist inşanın reddiyesidir (Lander, 2013, s. 88). Bununla birlikte, ekstraktivist/gelişme karşıtı literatür, tekelci sermayenin nasıl sosyalist inşayı deforme ettiğine oldukça az dikkat çeker. Diğer taraftan özgürleştirici bir ideolojik çerçeveyi fiilen yeniden inşa etme, işçilerin ve köylülerin ihtiyaçlarını savunmak ve tekelci sermayenin gündemini tespit etme ve buna direniş gösterme taraklarındaysa   neredeyse hiç bezi yoktur (Jha vd., 2020). Örneğin Escobar, modernitenin yeni sömürgecilik ve emperyalizmin yerini almasıyla birlikte “bir başka modern ikilik olan” Kuzey-Güney “bölünmelerinin…… çok yönlü perspektifler kendilerini ön plana çıkardıkça  [sic] çözülme eğiliminde olacağını” (2015) öne sürmektedir. Bu tür yanlış değerlendirmeler, ne sol ne de sağ bir “sömürgecilikten arındırma” mantığı kullanarak sosyalist inşanın kalkınma ve ulusal kurtuluştaki rolünü karalama riski taşır. Modernist düşünceden beslenen ve sosyalist inşa tarihinin dışında değil bir parçası olan alternatif kalkınma, alternatif/uygun teknoloji, eko-kalkınma, agroekoloji veya halk bilimi hareketleriyle ilgilenen düşünce çizgisini görmezden geliyorlar (Mauro, 2021; Schmalzer, 2016). Sistem karşıtı mücadele ve sosyalist bağlantılı düşüncenin ne kadarının “modernite” veya “kalkınmacı bagaj” olarak reddedildiği, bu literatürün nadiren tanımladığı terimler olarak belirsizliğini korumaktadır. Aslında bu literatürün bir kısmı, bu mücadeleleri temellendiren çevre Marksizmini tamamen siliyor (Rodney, 2018, bölüm 1).12 Örneğin Hindistan’da geleneğe dayalı “modern” karşıtı duruşların gerici güçler tarafından benimsenmiş olması dikkate değer (Krejčík, 2019); ve devleti ele geçirebilecek, tüm yerli işletmeleri millileştirebilecek ve değer yasasından kopabilecek devrimci bir güç olmadan, hangi devlet literatürün “kalkınmacılık” olarak teşhis ettiği şeyden kopabilir? Aslında, devlet iktidarını ele geçirmek gündemde bile değildir (bkz. Heron & Dean, 2022), Chavista’nın “geçmişte hüküm süren suçlular tarafından yönetilmenin bir seçenek olmadığı” (Marquina & Gilbert, 2020) ya da Arap milliyetçiliğinin “çevre ulusların işçi [sınıfının]… devlet aracılığıyla insan ve doğal kaynakları üzerinde egemenlik kurma hakkını” (Kadri, 2016, s. 272) savunan pozisyonuna karşı, devlete yönelik küçümseme bu literatürü dolduruyor. Devlete yönelik bu düşmanlık, ekstraktivist teorisyenlerin ABD’nin Latin Amerika’ya müdahalesini gizlemesine yol açmıştır.13

Küçülme

Önde gelen yeni dalga Kuzey iklim teorileri arasında küçülme, epistemolojik “dekolonizasyonun” ötesine geçerek dört konuya değinmiştir: Kuzey sosyopolitik dönüşümünün yükü, doğrudan emek aristokrasisi ve emperyal yaşam biçimleriyle etkileşim; teknoloji dönüşümü (Vastinjan, 2018, 2021); EUE ve iklim borcu; kapitalizm ve bazen yeni sömürgecilik ve emperyalizm. Küçülme, her şeyden önce büyümeci ideolojinin Kuzey kapitalizmini meşrulaştırma çabalarına darbe vurmuştur.

Eleştirel tartışmalar şimdiye kadar esas olarak küçülmenin çekirdek işçi sınıfı için kemer sıkmayı mı savunduğu yoksa kapitalizmi mi yanlış tanımladığı üzerine odaklanmıştır. Birincisi, Güney-Kuzey değer akışlarının ortasında giderek daha da yoksullaşan çekirdek işçi sınıfının uluslararası bir cepheye nasıl ve ne zaman dâhil edileceğine dair ciddi bir sorudur.  Ancak giderek artan bir şekilde milliyetçi Kuzey ekonomi-politiği perspektifinden ele alınmaktadır.14 İkinci itiraz konuyla ilgilidir ancak genellikle yanlış ifade edilmektedir. Önde gelen küçülme teorileri giderek daha fazla antikapitalist olmakla birlikte, değeri teorileştirmekten kaçınma eğiliminde olup, “basitleştirilmiş bir kavramsal araç” (Heron, 2022) kullanmakta, genellikle “saçma işler” veya kapitalist büyümenin öznel yararsızlığı veya mantıksızlığı kavramlarına odaklanmakta ve bazen kapitalizmin eşitsizliğine kayıtsız kalmaktadır. Basitleştirilmiş kavramsal araç, küresel birikim tarihi söz konusu olduğunda netlik eksikliğine zemin hazırlayan çoğu (ancak hepsi değil) küçülme analizinin ortak noktasıdır.15 Buna göre, bu çalışmaların bir kısmı tarihsel kapitalizmin çevrenin kalkınmaması önkoşuluna olan bağımlılığı konusunda şeffaf değildir. Bu tür bir gelişmemişlik, küçülme teorisyenlerinin kastettiği şey değildir, ancak üretici güçlerin Kuzey tekelci ve sömürgeci kapitalizmi tarafından tarihsel olarak buharlaştırılmasına daha fazla odaklanmak, küçülmeye ağırlık katacaktır. Dahası, küçülme, büyümenin bir ekonomideki işlemlerin toplamına atıfta bulunan teknik bir terim olduğu ve bu tür işlemlerin yerel ve küresel sınıf gücü dengesine bağlı olarak çok farklı gelişimsel sonuçları olabileceği konusunda nadiren yeterince açık değildir. Dahası, büyüme yalnızca farklı dönemlerdeki çok farklı ilişkilere atıfta bulunmakla kalmaz, aynı zamanda kapitalizmin -her şeyden önce bir hiyerarşi ilişkisinin- bir önceliği de değildir. Son olarak, küçülmenin temelde merkez için olduğu açık olsa da, popüler kalkınmanın çevresel yolları söz konusu olduğunda kısmi sessizlik, ittifakları ve politikaları belirsiz bırakmaktadır.

Bu teorik ve siyasi sessizlikler veya matlıklar nedeniyle, küçülme birkaç riski içinde barındırmaktadır. Birincisi, ulusal kurtuluş ve ayrışma için gereken araçlardan uzak kalmasıdır (Amin, 1987). Küçülme, Arap direniş güçleri ve Zimbabwe’deki ulusal halk kalkınması ile diyaloğa girecek ve Venezüela ve Bolivya’daki birçok taban hareketiyle birlikte devlete karşı değil, devlet aracılığıyla ve devlet için mücadele etmeyi seçecek mi?

Küçülme alanındaki hâkim akım, Latin Amerika’da devlet karşıtı ya da devlet dışı güçlere odaklanmakta ve devleti dışlamaktadır. Böylesi bir konumlanma, AB-ABD ittifakına kayma riski taşımaktadır. Bunun yanı sıra küçülme savunurları Latin Amerika’daki taban mücadelelerine yaslanarak radikal devletleri birincil çelişki olarak görmek yerine, bu tür çelişkilerin çözümünün hiçbir koşulda ABD emperyalizmiyle müttefik olamayacağı konusunda ısrar ediyor. İkinci bir risk: küçülme, tam da teorik bulanıklığından faydalanarak emperyal merkez içindeki kapitalizm yanlısı güçlerin geri kazanma girişimleriyle karşı karşıya kalmaktadır.16 Üçüncü bir risk ise geçişin teorileştirilmesindeki bulanıklıktır. “Küçük güzeldir” diyerek öz-yeterlilik ulusal kurtuluşun merkezinde yer alırken, küçülme küresel işçi sınıfının özellikle sanayi sektöründeki tekelci sermaye tedarik zincirleriyle örülü büyük bölümünü ele almamaktadır. Kamulaştırma ve çevre ülkelerde, üretici güçleri inşa etmek için tarım reformu yoluyla yerli artı değerin seferber edilmesi dışında başka hangi strateji olabilir ki? Böyle bir gündem tekelci sermayeye karşı şekillenecektir, ancak küçülme kapitalizme karşı muhalefeti metasızlaştırma ve sosyal kontrol yerine bir “sosyal adalet” çağrısında eritebilir (Fitzpatrick vd.,2022). Bu nedenle, araçsallaştırılmaya karşı son derece savunmasızdır.

EUE

Siyasi ekolojinin dördüncü bir türü olan EUE, dünya sisteminin kutuplaşmış doğasını tasvir etmektedir. Bu literatür Brezilya’daki çalışmalarla (Bunker, 1988) birlikte serpilmiş ve CEPAL yapısalcılığına kadar uzanan, Güney ihracatlarına ilişkin eşitsiz değişim ve azalan ticaret koşulları üzerine kaleme alınmış eski çalışmalarla birleşmiştir. Bu eski çalışma emtia ihracatına bağımlılık üzerine odaklanmıştır. Daha sonraki detaylandırmalar, Güney-Kuzey ticaretindeki eşitsiz mübadeleyi nicelleştirmiş ve tarihselleştirmiş, göreli verimlilik farklarını aşmıştır – ancak bunlar daha eski ilkel birikim/eşitsiz mübadele süreçlerini yansıtmaktadır (Amin, 1977b; Kadri, 2016, s. 249ff).

Daha önceki çalışmalardan bazıları (Amin, 1977a, s. 138ff), insan dışı çevrenin “israfının” nasıl eşitsiz ve kutuplaşmış bir şekilde gerçekleştiğine ve çevrede merkezden daha ciddi ekolojik krizlere neden olduğuna değinmiştir. Ayrıca “adil” bir fiyatın, yenilenebilir girdilerin sürdürülmesine ya da yenilenemeyenlerin yerine ikame faaliyetine izin verecek kadar bir rant içermesi gerektiğine ve kapitalizm öncesi “onaylama biçimlerinin” bu rantın ödenmemesine izin verdiğine işaret etmişlerdir (Amin, 1977b, s. 154). Ancak bu görüşünü ampirik ya da teorik olarak detaylandırmamıştır. Daha yakın tarihli çalışmalar, sanayi üretiminin merkezden çevreye taşınmasının kirliliği nasıl ortadan kaldırdığı ya da daha da kötüleştirdiğine; çevre kirliliğindeki eşitsizliklere odaklanmıştır. Atmosferik alanın kullanımı ve gezegenin CO2 emme ve metabolize etme kapasitesi; tonaj olarak ölçülen malzeme akışlarındaki eşitsizlikler; ve iklimin tetiklediği felaketler karşısında eşitsiz ölümler ve kırılganlık.

Açıkçası, bu bulgular neredeyse her zaman çevre-çekirdek değer akışlarıyla ilgilidir. Yine de bu tablolardan sömürü ya da değer transferi çıkarımında bulunmanın yöntemsel ve teorik sorunları vardır; bu literatürün çoğu gözlemlediği olguları teorik olarak detaylandırmamakta ya da değer teorisinden ayrı yollarla açıklamaktadır ve bu tür olgular farklı çitleme ya da gasp (el koyma) türlerini yansıtmaktadır. İlk olarak, EUE’nin emperyalizmin ekolojik sonuçlarına ilişkin evrensel bir teori olmadığı konusunda açık olmalıyız. Emperyalizm, ulusal sermayeler arasında net artı-değer transferi ve küresel değer akışlarını istikrara kavuşturmanın doğasında bulunan ilkel birikim, tahakküm ve yıkım projesiyle ilgilidir. Bu, Haiti ve Filistin’de olduğu gibi, üretici güçleri rekabet yoluyla birikimin merkezinde olmayan ya da işgalci kapitalist istilaya maruz kalan ülke ya da bölgelerdeki askeri saldırı ya da yerleşimci-sömürgeci yıkımı içerebilir. İkinci olarak, teorinin kendi terimleriyle, ulusal hesaplar, örneğin rafine edilmiş minerallerin ticaretinde yer alan tüm hammadde yer değiştirmelerini yansıtmamaktadır (Frame, 2014). Üçüncüsü, EUE bazen değer akışları ve tekelci sermayenin küresel yapısıyla ilgilenmeyerek madencilikteki hataları yansıtır. Eşit olmayan tonaj kendi başına sömürü oluşturamaz, çünkü ABD buğday, mısır ve soya fasulyesi ve türevlerini ihraç ettiğinde ABD ulusal sermayesinin sömürüldüğü anlamına gelir – aslında, büyük hektarlar kullanılarak yapılan buğday ihracatı, ithalata bağımlılık ve Üçüncü Dünya kalkınması üzerinde siyasi kontrol kurarak emperyalizmin bir bileşenidir (Friedmann & McMichael, 1989). Ayrıca metalar için farklı üretim koşullarını da göz ardı etmektedir. ABE sıklıkla ve yanlışlıkla bu akışları, bu tür akışların dayanabileceği ancak dayanmak zorunda olmadığı ekolojik zararla birleştirir – örneğin buğday ihracatı, toprağın bozulmasına veya üretim için doğal koşulların zayıflatılmasına dayanabilir ancak dayanmak zorunda değildir.

ABE mübadelesinin gerçekleştiği olguları ayrıştırmak ve bunları uygun araçlarla, özellikle de çağdaş Marksizm içinde çok tartışılan insan dışı çevrenin değer oluşturmadaki rolünü takdir ederek yeniden işlemek daha iyi olabilir (Moore, 2015). Örneğin, Güney’in dünya pazarlarına yaptığı ihracatın ticaret hadlerindeki düşüş göz önünde bulundurulduğunda, ki bu düşüş mantıksal ve mantıksal olarak toprak, su ya da birincil üretim de dahil olmak üzere Güney’in kullanım değerlerinin ya da zenginliğinin somutlaşmış akışları yoluyla Kuzey’in kullanımının artmasına tekabül etmektedir, çevresel doğaların merkez tarafından “temellük edilmesinin” ne olduğu açık değildir.

Bu tür bir eşitsizlik gerçektir, ancak bağımlılık/yeni sömürgecilik teorileri kullanılarak teorileştirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, ABE’nin bu yönünü, ulusal düzeyde ilkel birikim-yeni sömürgeciliğe karışan yerel sınıf yapılarıyla kenetlendikleri için, dünya ticaret ilişkilerinin tekelci/emperyalist kontrolü yoluyla insan dışı doğanın eşitsiz kullanımı ve erişimine atıfta bulunacak şekilde yeniden çerçeveleyebiliriz. Bir yönü, çevresel ihracatın sermaye ile takas edilmesi ve bir ulusal sermayenin başka bir ulusal sermaye ile eşitsiz rekabete girmesi nedeniyle eşitsiz ticaret koşullarından muzdarip olması şeklinde ortaya çıkar (Dussel, 1988). Güç ilişkileri, çevre ihracatı için değerinin altında, temel mallar için ise değerinin üstünde tekelci fiyat belirlemeye izin vermektedir. Dahası, farklı ulusal sermayeler rant payları üzerinde mücadele eder. Son olarak, emperyalist savaş genel ticaret hadlerini sürekli olarak sıfırlar ve Marini’nin (1973) ileri sürdüğü gibi, süper sömürü kötüleşen ticaret hadlerini kısmen telafi ederken, merkez devletler kısmen çevrede düşük ücretler sağlamak için savaşır. Son olarak, daha yüksek çekirdek ücretler, çekirdek ihracat için daha yüksek fiyatlara bağlıdır.

Ancak bu ticaret, ilkel birikim ve şiddet kullanımı anlamına gelen el koyma ya da kamulaştırmadan farklıdır. Bu tür bir şiddet emperyalizm için sabittir ve mübadele ilişkisinde farklı ulus-devletlerin göreli gücüne katkıda bulunur, ancak kavramsal olarak bu dinamikten farklıdır. Dahası, doğaya fiilen el konulması ya da doğaya tecavüz edilmesi yeni-sömürgeci kapitalist ulus-mekân içinde gerçekleşir. Gerekirse orada durdurulabilir, metalar için daha yüksek fiyatlar talep edilebilir veya katma değerli işleme gerçekleşebilir ya da metalar dünya pazarında eşitsiz rekabete girmeden tüketilebilir. Tarihsel madalyonun diğer yüzünde, ulusal devletler metasızlaştırma yoluyla değer yasasına karşı çıkan iç politikalar uyguladıklarında, onları “normal” kapitalist ticaret ilişkileri alanına geri getirmek için yaptırımlar, vekalet savaşı ve doğrudan savaş yoluyla emperyal şiddetle karşı karşıya kalmışlardır. Bu tür emperyalist eylemler ABE’nin oluşmasına yardımcı olur ancak onunla özdeş değildir.

Daha sonra, küresel kaynakların kutuplaşmış kullanımıyla ilişkili olan ancak buna indirgenemeyen ekolojik zararlarla daha doğrudan ilgilenen ABE teorileri vardır. Bununla birlikte, ABE literatürü genellikle sermayenin toplumsal bir metabolizma olarak teorileştirilmesine, yani sermaye ilişkisinin ekolojik krizi tarihsel olarak üretmesine yeterince dikkat etmeden ilerlemiştir. Ekolojik krizleri ve kirlilik, sağlık sonuçları ya da doğal afetlere karşı kırılganlıklardaki eşitsizlikleri haritalamak, bunları teorileştirmekle aynı şey değildir. Emek sürecinin girdileri olarak insan ve insan dışı doğanın sistematik tahribatı, sağlam bir atık kavramının detaylandırılması ihtiyacını ortaya koymaktadır. ekolojik yıkımı sistematik olarak değer teorisine dahil etmiştir. Marx bu süreci embriyonik bir biçimde ortaya koymuş ve “[k]apitalist üretimin teknolojiyi nasıl geliştirdiğine ve çeşitli süreçleri toplumsal bir bütün halinde nasıl bir araya getirdiğine, ancak tüm zenginliğin asıl kaynaklarını -toprağı ve emekçiyi- nasıl tükettiğine” değinmiştir (Marx, 1976, bölüm 15). Atık kavramı bu sürecin bir ayrıntılandırmasıdır. Bunun, işçilerin üretim araçlarından gönülsüz ve dışsal yollarla ayrılmasını ifade eden ilkel birikimden farklı olduğunu belirtmek gerekir (Patnaik, 2017). Eğer merkezdeki ilkel birikim yaygın toplumsal farklılaşmaya ve proleterleşmeye yol açtıysa, bu durum Üçüncü ve Dördüncü Dünyaların yaygın israfı ve yıkımı sayesinde gerçekleşmiştir. İsraf, insanlığın ve insanlığın inorganik bedeninin yok edilmesidir ve 1492’den beri birikim sürecinin bir girdisi olarak varlığını sürdürmektedir. Kadri’nin yazdığı gibi,

[Emperyalist savaşta, tarihin kişisel olmayan ve nesnel güçlerinin cisimleşmesi olan sermaye tarafından doğanın bozulması, emeğin yeniden üretimini kontrol etmek ya da yeniden düzenlemek için bir araçtır. Emek, artı değerin, direkt kârın kaynağıdır. Emeğin toplumsal ve doğal destek platformlarının aşınması, nüfusu azaltan ya da yaşam süresini tarihsel olarak belirlenmiş düzeye göre kısaltan önlemler, emeğin elde ettiği toplumsal üründen değer payını azaltır ya da emeğin ruhunu zayıflatır. Buradaki emeğin ruhu, aksi takdirde emeğin toplumsal üründen aldığı payı artıracak olan sınıf çalışmasındaki mücadele öznesini ifade eder. (Kadri, 2019, s. xi)

Sermaye, herhangi bir anda emeğin yeniden üretimi için hem “verili” olarak alınan, işçilerin tüketim fonunun bir benzeri, toplumsal doğa biçimlerine dayanır hem de bunların altını oyar. Sermaye insan emeği tarafından değiştirilen ve sürdürülen, “ücretsiz” birer armağan olan çeşitli “doğa”larla karşılaştırıldığında birçok farklı bozulma biçimi mümkündür. Sermaye doğanın bu kısmını “sermaye birikimi için bir fona” (Marx, 1973, bölüm 24) dönüştüren kirlilikle dönüştürebilir. Bu tür bir israf ampirik olarak gözlemlenir ve insan hayatının tarihsel olarak verili olası seviyesinden önce kaybedilmesi veya yaşam kalitesinin bozulması yoluyla toplumsal olarak kaydedilir. Böylece emeğin yeniden üretiminin sermaye üzerindeki toplam yükü azalmış olur.

ABE aynı şekilde sermaye hareketliliğine, ister yeni sömürgecilik ister Çin’inki gibi egemen projeler altında olsun, sanayileşmenin işgücü arbitrajına yol açtığına işaret etmiştir. Bu eğilim, çevre toplumlarda göreceli olarak az yeniden üretime ve aşırı kirliliğe doğru ilerlemektedir. endüstriyel sahalar (Althouse vd., 2021; Duan vd., 2021). Bu dinamikler dizisi içinde, ABE’nin atıfta bulunduğu birçok teknik-sosyal-ekolojik sürecin doğasında bulunan bozulma türleri benzerdir: endüstriyel üretimden kaynaklanan kirlilik, hayli kirletici maden çıkarma teknolojilerinin kullanılması veya temizleme maliyetlerinden kaçınılması. Ekolojik hasar merkez ve çevre işçi sınıflarını farklı şekilde etkilediğinden, ABE neredeyse çağdaş emek arbitrajının doğasında vardır. İkincisi, artı-değer yaratımı için daha yüksek bir sosyal “bedel” ödemektedir, çünkü bu bedel yalnızca onların emeğinden değil, ekolojik koruma için harcanan daha az sermayeden gelmektedir. Bu nedenle, ücret ilişkisini ABE’ye taşıyarak, çevredeki düşük ücretlerin büyük ölçekli ekolojik sonuçları olduğuna işaret edebiliriz. Bunlar, çevreyi yüksek oranda kirleten fabrikaların mekânsal olarak yer değiştirmesine neden olmaktadır. Bununla birlikte, çevre işgücünün daha düşük ücretleri, ekolojik zarar için daha müsamahakâr bir ortamla ilişkili olma eğiliminde olacaktır; bu da genellikle çevre ulusal başkentlerin ve devletlerinin genel zayıflığını, postkolonyal devlet oluşumu ve emperyalizm tarafından üretilen “sert” bir engeli yansıtır. Bu durum, yeni bir tarihsel normu zorlayan ekolojik hareketler yoluyla Kuzey sermayesine dayatılan maliyetler olan, doğal çevreyle bağlantılı sağlık ve güvenlikle ilgili sabit sermaye maliyetlerinin bastırılmasına olanak tanır. Kuzey’in havası ve suyu korunurken, Güney’in havası ve doğası korunmamaktadır.

Üretim, insan sağlığını koruma ve ekolojik temizlik ve iyileştirme maliyetinin sabit sermaye maliyetine eklenmediği yerlere taşındığında, meta üretimi için toplumsal olarak gerekli emek zamanı azalabilir. Bu nedenle Somerville’in (2022, s. 68) daha yüksek ücretlerin (ve ekolojik zararlardan daha iyi korunmanın) “öncelikle emek gücünün yeniden üretim maliyetinin Kuzey’de Güney’den daha yüksek olması nedeniyle” gerçekleştiği yönündeki itirazı, noktayı tamamen kaçırdığı için çok da yanlış değildir. Bu tür maliyetlerin Kuzey-Güney hattında farklılık göstermesinin nedeni kısmen Kuzey’in Güney’e müdahale ederek ücretleri sonsuz yöntemlerle kısmasıdır. Dahası, Somerville ücretlerden emeğin “günlük ve kuşaksal yeniden üretiminin” maliyeti olarak söz etmektedir, ancak bu verili bir durum olmayıp, emperyalist ve yeni-sömürgeci baskılara maruz kalan ulusal düzeydeki ücretlerde kristalize olan sınıf mücadelesinin kazanımlarını yansıtmaktadır. Benzer şekilde, sabit sermaye maliyetleri, Güney’in emek-çevre korumalarının eksikliği yoluyla azaltılmaktadır. Ve emperyalizm, siyasi egemenliğin altını oyarak ve Bolsonaro’da olduğu gibi sosyal olarak gerici ve ekolojik olarak yıkıcı çevre hükümetlerinin kurulmasını destekleyerek bu tür koruma eksikliklerini siyasi olarak tasarlamaktadır. EUE’nin işaret ettiği olgular bunlardır ve inkâr edilemezler.

EUE ayrıca iklim değişikliğinin ya da atmosferin sömürgeleştirilmesi ve ilkel birikiminin, doğal afetler yoluyla yaşamların doğrudan yok edilmesi ya da Güney’in üretkenliğine uzun vadede zarar verilmesi de dahil olmak üzere, Kuzey’e kıyasla Güney üzerindeki daha büyük etkisine işaret etmiştir. Ancak bunu tartışan ABE literatürü (Roberts & Parks, 2006) bu tür bir eşitsizliği gerçekten teorize etmemiştir. Çevrenin düşük gelişmişlik düzeyi, Güney devlet yapılarına, özellikle de zayıf olanlara saldıran ya da zayıflatan –örneğin Çin’i etkili bir şekilde hedef alamaz- ve bu etkilere direnemeyen ya da hafifletemeyen zayıf bir sosyal ve fiziksel alt yapı üreten emperyalizmin nedeni ve sonucudur. Bu etkiler de çevre ülkelerdeki işçi/köylü sınıflarını egemen sınıflardan çok daha fazla etkilemektedir ki bu da ABE’nin ulusal büyüklüklere yaptığı vurgunun yeterince aydınlatamadığı bir gerçektir. Aksine, Küba’nın iklim değişikliğinden kaynaklanan ölümlerden kaçınma kapasitesi, ekolojik zarardan kaçınmada devrimci seferberliğin ve yeniden dağıtımın önemini göstermektedir (Sims & Vogelmann, 2002).

Son olarak, ABE, doğal çevreyi tahrip eden tecavüz biçimleri veya ortak alanların fabrikalara dönüştürülmesi yoluyla ortaya çıkabilir (Sovacool, 2021). Ossome ve Naidu’nun (2021, s. 81) yazdığı üzere, “insan yaşamının yeniden üretilmesi ihtiyacının, insanlar sermaye tarafından istihdam edilsin ya da edilmesin var olduğu göz önüne alındığında, neoliberalizm altında artı nüfusun katlanarak artması, bu nüfusun hayatta kalmasını sağlamak için gerekli olan eşitlenmemiş toplumsal cinsiyete dayalı emeğe olan genel bağımlılık düzeyini derinleştirmiştir.” Böyle bir bakış açısı, yarı ya da tam proleterleşmiş ve çoğunlukla kadın olan bu sınıfın, doğanın toplumsal yeniden üretimi de dâhil olmak üzere, dünya ölçeğinde toplumsal yeniden üretimdeki merkezi rolünü netleştirir. Çünkü bu tür emek ücretlendirilmemiş ve cinsiyetlendirilmiştir. Ayrıca çevrede merkeze kıyasla daha az dolayımlı bir şekilde doğaya dayanır: ısınma için odun, iaşe için küçük ölçekli tarım kültürü. Dolayısıyla kirlilik ya da tecavüz ve tahribat, en geniş anlamda çevre işçi sınıfının yeniden üretim koşullarını daha da zayıflatabilir; ister geçim anlamında dayandıkları çevrenin basitçe ortadan kaldırılması -gecekondulara ya da şehirlere kaçışa yol açarak- isterse zehirleyerek refahlarını daha da azaltarak yaşamlarını tarihsel olarak verili düzeyin altına düşürebilir. Bunu, Moore’un (2015) çevresel doğa için ödeme yapılmamasına ilişkin bazı yorumlarının daha da detaylandırılması olarak düşünebiliriz.

EUE teorisinin bu modifikasyonları, eşitsiz akışlar, kutuplaşmış kirlilik örüntüleri, yeni sömürgecilik ve yerel sınıf yapıları ile kamulaştırma, tecavüz ve çevre içindeki yerel kirliliğin giderilmemesi dinamikleri arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Bunlar bize ABE’nin sınıfsal boyutları hakkında fikir vermektedir. Dolayısıyla bu yeniden formülasyonlar bize iç sömürgecilik dinamikleri, toplumsal cinsiyete dayalı toplumsal yeniden üretim ve “bağımlılıktan kurtulma… ulusal tahakkümden kurtulma… ve ulus içinde ezilen insanların kurtuluşu” (Dussel & Yanez, 1990, s. 95, italikler orijinalindedir) ihtiyacı hakkında fikir vermek için daha sağlam temellere dayanan teorik mercekler sunmaktadır. Ayrıca, yaygın bir “çıkarma” ile ilgilenen geniş bir siyasi ekoloji yelpazesinde sıklıkla önerilen, ancak daha az sıklıkla açıkça ifade edilen egemen sanayileşmeyi terk etmeden, ekstraktivizm literatürü tarafından haritalanan sosyal mücadeleleri yeniden düşünmemize izin verirler. EUE ayrıca, bu tür fiyat baskılamalarının ve doğaya verilen zararın, ekolojiye verilen yerel zarara direnen toplumsal mücadelelerle – yoksulların çevreciliği gibi – nasıl ilişkili olduğunu görmemize yardımcı olur.17

Kapitalizmi entropik olarak düşünmek, değerin yeryüzünün yaşamı ve insan yaşamını destekleme kapasitesinin israfından oluştuğunu düşünmek, kapitalist metabolizma ve değer ilişkilerinin yerine esasen rasyonel bir sosyal planlamanın geçirilmesine yönelik teorik ve programatik adımları netleştirir. İşte bu nedenlerden ötürü, emek süreçlerinin ve bunların eklemlendiği üretici ve doğal güçlerin, bunları üstlenen toplumsal öznelerin ve bu dağınık ama birleşik süreçlerin, öznelerin ve konumların içine yerleştirileceği özel çerçevenin geniş kapsamına dikkat etmek, toplumsal güçleri farklı konumlarından birleştirebilecek bir ekolojik devrim teorisi yaratmak için gerekli bir adımdır. Örneğin, Prasad’ın (2019, 2020) çevrenin toplumsal yeniden üretimi için gereken emeğe -değer ilişkisinin bir parçası olan emeğe- işaret etmesi, bu tür doğa koruma işlerine orantısız bir şekilde katılan yerli işçi sınıflarının rolünün kavramsallaştırılabileceği metodolojik bir giriş noktası sağlar. Bununla birlikte ekstrasyon süreçleri etrafındaki toplumsal mücadeleleri daha geniş sistem karşıtı teori ve pratiğe bağlamak için bir temel olabilir. Bu aktörlerin kendileri tarafından paylaşılması gerekmeyen bu bakış açısı, biyoçeşitliliğin korunması ve toplumsal yeniden üretim emeğini bir madalyonun iki yüzü olarak görmemizi sağlar. Bu madalyon, tarihsel olarak kadınlara düşen toplumsal yeniden üretimin ücretsiz emeğinin rolüne benzer şekilde, Güney ve Kuzey’deki tekelci sermayeye birçok yönden tahakkuk eden bir madalyondur (Federici, 2012; James, 2012).18 Asıl zorluk, emeğe tahakkuk ettiğini görmektir.

Ulusal ve Tarımsal Sorunlar: Ne Tür Bir Dekolonizasyon?

Devam etmeden önce, ulusal kurtuluşun sosyalist inşadaki rolünü açıklığa kavuşturmak gerekir. Cabral’ın formülasyonunda ulusal kurtuluş, tekelci sermayeden sıyrılmış üretici güçlerin egemen gelişimi ile ilgilidir. Ulusal kurtuluş mücadelesi devrimciydi ve ancak halk sınıflarının ihtiyaçlarını harekete geçirerek ve yansıtarak başarılabilirdi. Çin’in 1978 öncesi gelişiminden soyutlanan otonom kalkınma, Cabral’ın sosyalist inşanın derslerini belirginleştirmesiyle ilerledi. Burada iki nokta vurgulanmalıdır: Birincisi, genele giden yol tikelden geçmekte ve köylülüğü ve ulusal kurtuluşu “daha yüksek” bir gündeme “tabi kılmak” isteyen bazı Avrupa Komünizmlerine karşı çıkmaktadır (Jha vd.,2020, s. 10). İkincisi, otonom kalkınma, ulusal kalkınmayı “evrensel” bir amaç olarak çerçevelenen ekolojiye tabi kılmaya çalışan uluslararası forumlarda ortaya çıksa bile ekolojik meseleleri ele almıştır.19

Radikal politik ekolojinin birçok kolu, tüm emekçilerin fosil sermaye de dahil olmak üzere birikimle aynı ilişkiyi paylaştığını iddia ederek ve merkez-çevre değer akışlarının politik sonuçlarını bastırarak, bunları ekonomist olgulara dönüştürerek tarımsal-ulusal sorunu siliyorsa, farklı bir birikim haritası dünyayı değiştirmek için farklı araçlar sunar. Kapitalizmin doğal ve siyasi “sınırlılığı”, yarı proleterler, kırsal proleterler/küçük mülk sahipleri ve kentli işçilerden oluşan ulusal bloklar için toplumsal koşullar yaratmaktadır. Bu tür bloklar, sanayileşmeye giden Kuzey yolları gibi çevreye verdikleri zarar açısından aynı “ağırlığı” gerektirmeyen, denenmemiş köylü kalkınma yollarında yürüyebilirler. Aslında, ekolojik krizden bu gruplar sorumlu olmasa da, eko-kalkınmaya giden daha dengeli bir yol, temel ihtiyaçların ekolojik olarak gömülü üretimine dayalı alternatif bir kalkınma tarzı için fırsatlar olabilir (Abdalla, 1976, 1977). Açıkçası bu, büyük çaplı topraktan çiftçiye tarım reformlarına ve demokratik toprak yönetimi sistemlerine dayanmaktadır – bu da ayrıca bir dizi ekosistem faydasıyla birlikte yaygın CO2-negatif tarım yöntemleri için kapsam sunmaktadır. Prasad’ın (2019) işaret ettiği gibi, bu mantık altında insan dışı çevre “sosyal olarak faydalı doğa” olarak görülebilir ve kullanım değeri için üretim ve emek ancak sosyalleştirilmiş planlama altında hakim olabilir. Böyle bir planlama, biyoçeşitliliğin, ormanların ve kapitalizm altında marjinalleşme veya ilkel birikimle karşı karşıya kalan diğer emek süreçlerinin emek yoğun yeniden üretimiyle uğraşanların emek girdilerine uygun şekilde değer verilmesine dayanacaktır.

İkinci olarak, fosil üreticisi devletler, iç sosyal dengeleri ve planlama ufuklarını yansıtması gereken bir geçiş yüküyle karşı karşıyadır. Sistemik ekolojik geçiş açısından çok büyük bir kaldıraç gücüne sahiptirler, ancak servetlerinin dağıtımı, fosil bağlantılı sermaye devrelerinin derhal parçalanmasına indirgenemeyecek şekilde kendi adil geçişlerinin merkezinde yer almaktadır (Perry, 2020). Buna ek olarak, petrolün konumu radikalleşmiş petrol ihracatçılarının dünya sistemini dönüştürmede güçlü bir rol oynamasının temelini oluşturmuştur ve oluşturmaya devam etmektedir; petrol/gaz sektöründeki ve petrol üzerindeki ulusal-halk egemenliği için verilen mücadeleler günümüz jeopolitiğinin merkezinde yer almaktadır. İşçi yanlısı Kuzey teorileri miyopik bir şekilde endüstriyel üretime odaklanıyor – petrol söz konusu olduğunda hariç. Venezüella, Bolivya ya da Zimbabwe’deki antisistemik süreçler (ya da devletler) ya da İran gibi devrimci süreçlerin mirasçıları için herhangi bir dönüştürücü rolü bir kenara bırakıyorlar. Genel olarak Kuzey eko-mantıksal teorisi ve özel olarak Fosil Kapitalizm Düşüncesi bu sorunsallarla ilgilenmemekle kalmamış, aynı zamanda emperyal silahlar olan argümanlar da sağlamıştır: şu anda petrol akışını durduran birincil güç ABD devletidir (bkz. Upadhya, 2020).

Agroekoloji

Tarımın halk kalkınmasındaki rolü, çağdaş kalkınma teorisinin planlamanın eko-politikasına tartışmasız en önemli katkısı olmuştur. Bu bölümde söz konusu literatürün bir kısmı ve ulusal kurtuluş ve ulusal-popüler planlama ile ilişkisi ve bu çerçevede kendine yeterlilik ya da ayrışmanın rolü ele alınmaktadır. Kırsal tarım ve kalkınmaya ilişkin tarihsel olarak temellendirilmiş bir dizi teori ve uygulama olarak agroekolojiye odaklanmaktadır. Bu terim, geleneksel tarım sistemlerine etnografik/etnobotanik bir yaklaşımı ifade eder ve Chayanovian çiftlik sistemleri analiziyle bazı benzerlikler taşıyan pratik ekolojik-ekonomik mantıklarını ortaya çıkarır (Rosset & Altieri, 2017). Bu yaklaşım sıklıkla tarım reformu çağrıları ve küçük köylü tarımına dayalı ulusal gıda egemenliğine yönelik -belirsiz de olsa- bir yaklaşımla eşleştirilmektedir. Bu yaklaşım, küçük çiftçilerin, çobanların ve yarı proletaryanın toplumsal yeniden üretim ve sosyalist geçişteki rolüne genellikle kör olan Kuzey solu da dahil olmak üzere Kuzey siyasi yelpazesinde yerleşik olan köylü karşıtı ve ekoloji karşıtı tutumlara karşı militanlaşarak köylü sorununun periferide ve merkezde yeniden gündeme gelmesine yardımcı olmuştur (Ajl, 2020).

Ayrıca, agroekoloji toprak sağlığı, biyoçeşitlilik ve genetik çeşitliliğin korunması ve iklim direnci ile ilgili konuları bir araya getirmiştir. Agroekolojinin mikroekonomisi giderek gelişmekte, geleneksel ve pozitivist muhasebe kullanılarak bile genellikle çiftlik başına düzeyde etkinliği gösterilmektedir. Programatik olarak tekelcilik karşıtı ve genellikle ihracata yönelik kalkınma modellerine karşı çıkan kırsal hareketlere bağlı olsa da, agroekolojinin makro planlaması yeterince gelişmemiştir. Agroekoloji daha büyük ulusal ya da bölgesel planlamalara nasıl dahil edilmelidir? Ulusal ya da kolektif özerk kalkınma modellerine doğru bölgesel düzeyde planlama? Geleneksel tarım kullanılarak belirli arazi türlerinde elde edilebilecek kısa vadeli verim artışları göz önüne alındığında, egemen kalkınmaya yönelik sermaye arzı darboğazlarının aşılmasında bir rolü var mıdır? Bununla bağlantılı olarak, agroekolojinin (ya da diğer ekoloji dostu tarım biçimlerinin) daha dengeli kırsal-kentsel kalkınmadaki potansiyel rolü açık olsa da, bu konu agroekolojik literatüre sürekli bir şekilde girmemiştir. Agroekoloji, biyoçeşitliliğin korunmasını ve çiftçiler arasındaki sosyal sonuçları bir “doğa matrisi” aracılığıyla dengeleyerek, potansiyel olarak çevre ve merkez arasında geniş çaplı bir ilgiye sahip arazi yönetim modellerinin politik ekolojilerini ileri sürmüş olsa da durum böyledir (Perfecto vd., 2009). Ayrıca agroekoloji, doğayı koruma “işi” ile gıda üretme işini birbirine bağlayacak önemli bir nokta olan sanayileşen tarımın insan sağlığı üzerindeki sonuçlarını ve gıda üretiminin kısa vadeli ve üretkenliğe karşı sosyal kontrol odaklı vizyonlarına sapmanın ilişkisel maliyetlerini gündeme getirmiştir (Sharma, 2017; Shattuck, 2020).

Ayrıca agroekoloji, özellikle tohumlar söz konusu olduğunda, çiftlik düzeyinde biyolojik teknolojiye dinamik ve ulusal kurtuluş odaklı yaklaşımlar geliştirmiştir (Wit, 2017). Özellikle endojen/yenilenebilir teknoloji kullanarak ulusal düzeyde gıda üretimine odaklanmanın gizli veya açık bir ulusal özgürleşme avantajı vardır; ancak bu avantajın makroekonomi (Wong vd., 2020) ve ulusal öz savunma (Ayeb, 2019) ile ilişkisi vurgulanmamıştır. Ayrıca agroekoloji, sanayinin uygun sanayileşme modelleri üretmedeki rolü ve hatta tarımın teknik olarak iyileştirilmesine yönelik dijitalleşme ile bağlantılı olarak tekno-mantıksal egemenlik tartışmasına katkıda bulunma zorluğunu benimsememiştir. Çin’in tüm bu cephelerdeki katkıları daha fazla inceleme için olgunlaşmıştır. Aslında agroekoloji, sürdürülebilir tarımı ve gelecek planlamasını düşünen çok çeşitli çevre tarım uzmanları, mühendisler ve ekologlarla sistematik olarak değil, daha açık bir ulusal planlama veya ulusal kurtuluş çerçevesi içinde etkileşime girmiştir (bkz. Ajl, 2019a; Ajl ve Sharma, 2022; Cabral, 1954; Paranjape vd., 2009).

Daha geniş bir düzeyde, agroekolojinin sistemik yönelimi belirsizliğini korumaktadır. Tekelci sermaye, çiftçiliğe kadar uzanan Kuzeyli kırmızı-yeşil yıkama “rejeneratif” söylemi de dahil olmak üzere agroekolojiyi yeniden canlandırmaya çalışmıştır. Agroekolojideki belirsizlik bu tür girişimleri destekliyor; bazıları gıda sistemindeki “dönüşümün” tekelci kapitalizme saldırmadan gerçekleşebileceğini hayal ediyor, analitik bir popülizmi yeniden üretiyor, teorinin pratiği açıklığa kavuşturmadaki rolünden vazgeçiyor ve agroekolojinin kendine güvenen ulusal planlama ile ilişkisini inceleyen çalışmalara katılmayı küçümsüyor (Bezner Kerr vd., 2022). Bu netlik eksikliği, dönüştürülecek sisteme dair sınıfsal bir perspektiften yoksun olan ve dolayısıyla (ve tasarım gereği) antisistemik hareketler için kullanışlı olmayan ana akım “dönüşümler” literatüründeki daha geniş hataları yeniden üretmektedir (Blythe vd., 2018). Dahası, Latin Amerika’daki gıda egemenliği/agroekoloji hareketleri egemenlikçi politikalara gömülü olsa da, kapitalizme karşı çıkma konusunda genellikle ikircikli olan “küresel” agroekolojik hareketin (McGreevy vd., 2022) ulusal sorunu ve emperyalizmi ikincilleştirmesi riski vardır.

Ne Tür Sanayileşme?

Küçülme, ekstraktivizm, EUE ve Kuzey işçi sınıfının dönüştürücü rolüne yapılan yersiz aşırı vurgu ile ilgili tartışmaların ardında egemen, ekolojik olarak modüle edilmiş sanayileşme sorusu ve hızı yatmaktadır. Her ne kadar küçülme, özünde ekolojik olarak daha gömülü teknolojiye geçiş için ciddi teknik öneriler sunsa da (Decker, 2019), genellikle egemen sanayileşme ile ilgilenmeyen “ekstraktivizm” teorileri ile bağlantılıdır. EUE bu konuda agnostisizme yönelirken, mevcut dünya çapındaki eşitsiz sanayileşmenin ne adil ne de sürdürülebilir olduğunu ve dünya çapında kalkınma yakınsamasına yol açamayacağını açıklığa kavuşturmaktadır. Bu arada, Kuzeyli işçi sınıfı merkezli argümanlar, merkezdeki üretici güçlerin sosyalleşmesi ve gelişmesinin, bu güçlerin ekolojiksürdürülebilirliğe doğru Kuzey merkezli bir dönüşümü için maddi ve sosyal temel oluşturduğunu ileri sürmekte, Kuzey’in kalkınma yolunun ve ekolojik yükünün tekrarlanamayacağını göz ardı etmektedir.

Sanayileşme ve ekolojiyi ele alırken ilk çıkış noktası, tıpkı emperyalizm, militarize sanayileşme ve ABE’nin merkez ülkeler için birbiriyle bağlantılı olması gibi, sanayileşme ve kendi kaderini tayin hakkının da çevre ülkelerde, özellikle de işçi kontrolü meselesinde birbiriyle bağlantılı olduğudur. Çevresel ya da yarı-çevresel sanayileşmenin hızı ve tarzı ile öz-savunma ile olan ilişkisi, sosyalist inşa ile olan bağlantılarına kadar uzanmaktadır. Çağdaş sanayileşme dis- missalleri, Sovyet ağır sanayileşmesinin kapitalist tecavüze karşı savunmacı bir yanıt olduğunu nadiren kabul eder (Kontorovich, 2015) ve Çin sanayileşmesinin gerektirdiği hız ve dengeler ile insan maliyetleri, benzer bir ortamda meydana gelmiştir. baskılar. Daha az Sovyet emisyonu daha küçük bir iklim etkisi yaratabilirdi ama Nazi ordularını yenemeyecek bir sanayi tesisi yaratabilirdi – “20. yüzyılda gezegensel yaşamın sürdürülebilirliğine ve refahına yapılan en büyük katkı” (Moore, Gann & Sparrow içinde, 2021, s. 41). Her ulusal kurtuluş deneyi, sanayileşme sorunuyla ve nüfuslarına nasıl mal sağlayacakları ve savunmacı sanayileşme ihtiyacının yarattığı çarpıklıklarla nasıl yüzleşecekleriyle yüzleşecektir (bu, tamamen veya esas olarak yeni sömürgeci olan sanayileşme modellerinden farklıdır). Devrim sonrası, popülist veya sosyalist hükümetler altındaki çevresel savunma sanayileşmesi, daha sonra daha az üretmek için şimdi daha fazla CO2 üretmiş veya üretecek olabilir ve insan/insan-dışı-doğa metabolizmasının sosyal olarak rasyonel bir şekilde düzenlenmesine doğru ilerlemek için gerekli görünmektedir.20 Ayrıca, emperyal olarak saldırgan devletlerde, emperyal ve sömürgeci işgalcileri ortadan kaldırmak, iklimle etkili bir şekilde başa çıkmanın ön koşuludur.

Bu nedenle, sanayileşme konusundaki tartışma açık kalmaya devam etmektedir. Kendine güvenen kalkınma ve ekolojik dönüşüm el ele gitmelidir. Egemen ve ekolojik olarak modüle edilmiş sanayileşme bunun bir parçasıdır. Bu tür bir sanayileşme, tarım kültürünün teknik olarak geliştirilmesine hizmet etmeye devam edecek ancak toprak sağlığını koruyan bir tarım türünü de destekleyecektir. Ayrıca, uygun kırsal sanayileşme tartışmasını yeniden ele almak, tekelci kapitalizmin egemenliğinden uzun bir geçiş döneminde angaryayı azaltmak, istihdamı artırmak ve kullanım değeri ile değişim değerini yerel olarak sabitlemek için ulusal devletlerin kırsal bölgelerde ne tür teknolojilerin geliştirilmesine yardımcı olması gerekebileceğini yeniden düşünmek de acildir.

Bu konuları incelemek için ne tür kaynaklar mevcuttur? 1970’lerden itibaren, sanayileşmenin sınıfsal yönelimini eleştiren, ancak bundan vazgeçmeyen canlı bir çevresel ekoloji tartışması olmuştur. CEPAL yapısalcılığı içinde bir dönüş olan “kalkınma tarzlarını” eleştiren Latin Amerika eko-kalkınma teorileri, içsel bir düşünce çizgisiydi (ILPES, 1971; Sunkel, 1981; Sunkel vd., 1980). Bu düşünce, belki de özellikle Arap bölgesinde, özellikle kırsal kesimdeki ekolojik krizi, ulusal olarak kendine güvenen ekonomik planlama ve dolaylı olarak ulusal kurtuluş yoluyla ele alınması gereken bir sorun olarak konumlandırmıştır (Ajl, 2019b, 2021b). Bu tür düşünceler Afrika’nın geri kalanında ve Asya’da da ortaya çıkmış, ikincisinde genellikle neo-Gandhian bir üslup kullanılmıştır ve postkolonyal dönemde etkili bir şekilde bastırılmıştır (Ajl & Sharma, 2022). Yine de, entelektüel “yapısal uyum” Güney’in teo- retik üretiminde, özellikle de ekoloji konusunda boşluklar yaratmıştır. Örneğin Uluslararası Kalkınma Alternatifleri Vakfı’nın dosyalarında yer alan 1980’lerin temel ihtiyaç odaklı sanayileşme literatüründen elde edilen bilgiler, kapitalist sanayi üretiminin çağdaş eleştirilerinde neredeyse hiç kullanılmamıştır. Bir medeniyet ve halk yenilenmesi projesinin parçası olarak bu bilgi tabanının geri kazanılması ve inşa edilmesi acildir ve ulusal kurtuluş hareketinin bir parçası olarak işbirlikçi ulusal kurtuluşlar davasını genişletir.

Çarpıcı bir şekilde, kalkınma üzerine düşünmek için pek çok farklı katkı sunan Pluriverse literatürü, sanayileşmenin kalkınma planlamasını boğmadan kritik hale gelmesi için modüle edilmesi konusunda neredeyse hiçbir rehberlik sunmamaktadır. Örneğin, fikri mülkiyet tekellerinin kırılmasına değinen “bilgiye, ürünlere ve teknolojilere açık erişim ve çevre ve kaynak sorunlarına açık kaynaklı çözümler sunan” bir tartışma var (D’Alisa, 2019; Halpin, 2019). Silvia Ribeiro, “teknolojilerin eko-mantıksal olarak sürdürülebilir, kültürel ve yerel olarak uygun, sosyal olarak adil olması ve toplumsal cinsiyet perspektifini entegre etmesi gerektiğini” yazıyor (2019); diğerleri ise işçi kontrolü çağrısında bulunuyor. Yine de genel olarak teknoloji ve sanayileşme çeşitleriyle ciddi bir şekilde ilgilenilmemekte, sanayileşme sıklıkla kapitalizmle bir tutulmakta ve “sanayi sonrası, alternatif bir modernite” çağrısı yapılmaktadır (Toledo, 2019, s. 88).

Bu literatürde bazı ciddi öneriler olsa da, devlet ya da para-devlet güçleri dışında herhangi birinin ulusal öz savunma ya da sağlık hizmetleri araştırmaları için nasıl kaynak toplayabileceği ya da egemen kalkınmanın temeli olan ulusal metalürji kurumlarını nasıl sağlayabileceği belirsizdir. Pluriverse literatürünün, yoksul insanlığın kırsal kesimde yaşamayan neredeyse %50’si ve artık doğrudan birincil üretimle uğraşmayan daha da büyük bir kısmı için ne hayal ettiği de belirsizdir. Nüfusun bu kadar geniş kesimlerinin toplumsal yeniden üretimlerini güvence altına alacak üretken süreçler mevcut değilken ya da endüstriyel çıkarım yoluyla güvence altına alınan sermaye ve teknolojiye dayanırken, çıkarımı azarlamak faydasızdır. Zanaatkar üretimi ve küçük ölçekli çiftçilikten oluşan bir dünya -çevresel planlamanın bir bileşeni olarak son derece kritik olsa da- insanlığın çoğu için ileriye dönük bir yol olarak genelleştirilemez. Dahası, mevcut post kalkınmacı tartışmalar teknolojik gelişme, sanayileşme ve ademi merkeziyetçi kalkınma modellerinin makro yapısıyla ilgilenmeyi reddetmiştir. Fawzy Mansour’un (1979, s. 231ff) “ademi merkeziyetçi” kendine yeterlilik konusundaki naif girişimler bağlamında savunduğu gibi,

Öz-merkezli, kendine-güvenen kalkınma planları ile yapılan [i]nemli… deneyler, köylülerin ortak üretkenlik için heveslerini, organizasyon yeteneklerini, çalışma kapasitelerini ve yaratıcılıklarını harekete geçirmeye yönelik tüm girişimlerin Çevredeki tüm ikna edici sosyoekonomik koşulları dikkate almayan, tamamen yerel veya kısmi temelli çabalar başarısızlığa veya hüsrana mahkumdur. Yeniden ele alınmak yerine daha sık tekrarlanan daha önceki tartışmaları görmezden gelemeyiz.

Sonuç

Siyasal ekoloji yeni sofistike aşamalara ulaşmıştır. Ancak birçok Kuzeyli teori -ve Kuzey’de yükselen Güneyli teoriler- birikimin kutuplaşmış doğasını reddetmeye ya da görmezden gelmeye, evrensele giden tikel yolları, özellikle de ulusal kurtuluşu küçümsemeye ve sanayileşme ile nadiren ciddi bir şekilde ilgilenmeye devam etmektedir. Hakim “fosil sermaye” modelleri esasen modernleşme teorisinin temel unsurlarını ve kalkınma mitini tekrarlamakta, mümkün olmadığı halde evrensel bir proleterleşme sürecini ima etmekte, çevrenin ciddi bir sınıf analizinden yoksun kalmakta ve ya “proleter “i evrensel özne olarak konumlandırmakta ya da tüm küresel mücadeleleri iklim değişikliğine karşı evrensel bir mücadelede “hareketlerin hareketi” ihtiyacına indirgeyerek güncel anda sınıf analizinden tamamen kaçınan eksik bir analiz sunmaktadır.

Bu makale, post kalkınma ve çıkarcılık literatüründe modernite ve kalkınma eleştirilerinin nasıl yaygın olmaya devam ettiğini göstermiştir. Yine de bu çalışma, yirmi birinci yüzyıl için tarımsal ekoloji ve toplumsal yeniden üretim sorunlarıyla başa çıkmak üzere ileriye dönük ciddi bir program sunamamaktadır. Ayrıca, yirmi birinci yüzyılda kalkınma ihtiyaçlarını daha iyi yansıtabilmesi ve ulusal kurtuluşa hizmet edebilmesi için ABE analizini derinleştirmenin ve zenginleştirmenin bazı yollarını detaylandırmıştır. ABE’yi neo-yalnızcılık, yerel sınıf yapıları ve değer teorisine uygun bir şekilde yeniden düşünmeye yönelik bazı notları detaylandırmıştır. Ayrıca, emperyalist bir dünya sisteminde uluslararası ticaret ilişkilerinin eşitsizlik karakteristiği ile emperyalizm veya yerel şiddet yoluyla ilkel birikim arasındaki ayrımları netleştirmek için eşitsiz akışlara ilişkin ABE bulgularının Marksizm ile nasıl eklemlenebileceği üzerinde durulmuştur.

Son olarak, bu makale bazı bilgi boşluklarının ana hatlarını çizmiş ve çağdaş kalkınma literatüründeaçık kalan teorik ve siyasi sorulara işaret etmiştir. Özellikle, işçi sınıfı, köylü ve yarı proleter üretimin ekolojik dokusuna ve insan dışı ekolojiye aşırı zarar vermekten kaçınırken hangi üretici güçlerin bu insanlara hizmet edebileceğine daha fazla dikkat çekerek, otomobil merkezli kalkınma etrafındaki klasik literatüre geri dönme ve bu literatürü geliştirme ihtiyacının altını çizmiştir.

Bu anlayışları geliştirmeye devam etmek –özellikle teknoloji transferi, endojen araştırma ve geliştirme kapasitesi, eko-kalkınma, kalkınma tarzları ve uygun teknoloji hakkındaki temel literatüre geri dönerek, uygun bir makro planlama çerçevesi içinde ve en büyük amaç olan ulusal kurtuluşla iç içe, genellikle yürünmemiş köylü kalkınma yolu ile birlikte- artık günün emri olarak acildir.

 

Teşekkür

Lucas Koerner, Kai Heron, Phil McMichael ve Archana Prasad’a değerli geri bildirimleri için teşekkür ederiz.

Çatışan Çıkarların Beyanı

Yazar, bu makalenin araştırması, yazarlığı ve/veya yayını ile ilgili olarak herhangi bir potansiyel çıkar çatışması beyan etmemiştir.

 

Fon Sağlama

Yazar, bu makalenin araştırması, yazarlığı ve/veya yayını için herhangi bir mali destek almamıştır.

 

ORCID kimliği

Max Ajl https://orcid.org/0000-0002-1422-1010

 

Notlar

  1. Her ne kadar Marx ve 1950’lerden bu yana çevre kalkınma teorisyenleri insan dışı çevreye yoğun ilgi göstermiş olsalar da, Amilcar Cabral gibi çekirdek olmayan düşünürler söz konusu olduğunda ciddi eksiklikler olsa da, bu durum politik ekolojinin sonraki revizyonlarını etkilemiştir.
  2. Leonardi ve Torre, Marksist ekolojiye ilişkin önemli analizlerinde, ekolojik kriz ve emperyalizmin küresel olarak kutuplaşmış doğasıyla ilgilenmezler.
  3. Büyümenin sınırlarına ve nüfus kontrol reçetelerine ilişkin kaygılar 1960’ların sonu ve 1970’lerin başındaki tartışmaları da şekillendirmiştir, ancak bu analitik pozisyonlar Üçüncü Dünya meta üreticilerinin küresel kaynak kullanımından “adil bir pay” talep etme mücadelesine ilişkin kaygıların bir yansımasıdır.
  4. Bazı açıklamalar için bkz (Jha vd., 2020; Ajl, 2021d). Samir Amin ve Marini özellikle Kuzey literatüründe yer almamaktadır.
  5. Daha ünlü olan “fosil kapitalizm” teorisi, iddialarında daha az cesurca evrenselleştirici olmasına rağmen, benzer sorunlardan muzdarip olan Altvater’in (2007) katkısına yakından benziyor gibi görünmektedir.
  6. Modernleşme teorisinin bu Marksist biçimi ile bütüncül ve yinelemeli bir tarihsel-teorik süreç arasındaki metodolojik zıtlığı (McMichael, 2000)’de görebiliriz.
  7. Bu literatür, İran’ın Yemen’deki asimetrik ulusal kurtuluş güçlerine yardımını “alt-emperyalizm” (Collective, 2019) olarak aşağılayan aynı gruptaki diğerleri de dahil olmak üzere, rejim değişikliği çabalarını tekdüze bir şekilde desteklemektedir.
  8. Çoğu teknoloji bir düzeyde kapitalistler tarafından geri kazanılabilir; örneğin agro-ekoloji, doğal iklim çözümlerini ve agro-ekolojinin teknik yönlerini çağdaş egemen sınıf programlarına dahil etmek için geniş çaplı girişimler olduğu için tartışmalı bir alandır.
  9. Gudynas, “insanların emeğine ve zamanına el konulması… kârlar, çıkarlar ve artı değer” ve yenilenebilir ve yenilenemez doğal kaynakları sermayeye dönüştüren “çıkarımcı artı” ile ilgili olanlar olarak ayrılan “artı” kavramını kullanarak çıkarım faaliyetlerinden elde edilen paralara atıfta bulunmaktadır (Gudynas, 2018, s. 70). Artı değer, “ekonomik bir metrik” ile ifade edilen ve ölçülemeyen bileşenlere atıfta bulunur: “patrimonyal kaybın transferi ve sosyo-çevresel maliyetlerin etkileri” (s. 70), yenilenemeyen kaynakların tükenmesi de dahil olmak üzere “yaşam kalitesi” ve “ekosistemlerin bütünlüğünü” içeren bir şemsiye (Gudynas, 2019, s. 43) Yazdığı gibi, “ekstraktivizm, doğal ve sosyal sermaye kaybedilirken finansallaşmış veya fiziksel sermaye birikimi anlamına gelir” (s. 47, bizim çevirimiz). Başka bir yerde ekosistem bütünlüğüne ve refahına fiyat biçmenin imkansızlığından bahsettiği için, neden doğal veya sosyal sermaye retoriğine geri döndüğü belirsizdir, çünkü insan dışı doğaya fiyat etiketi koyma girişimleri, insan dışı doğanın, ekolojiye antiekolojik bir yaklaşım olan değişim değerlerinin sınırsız değiştirilebilirliği anlamına geldiğini gözden kaçırmaktadır.
  10. Bu makale ekolojik uygarlık tartışmasına yeterince girememektedir.
  11. Burada yöntemsel ve mantıksal olarak ne kastedildiğinin detaylandırılması için Valiani’ye (2021) bakınız.
  12. Pluriverse’ün (Acosta vd., 2019, s. xiv) belirttiği gibi, “Marksist analiz gerekli olmakla birlikte yeterli değildir; feminizm ve ekoloji gibi perspektiflerin yanı sıra Gandhian idealleri de dahil olmak üzere küresel Güney’den gelen tahayyüllerle tamamlanması gerekir.” Amin ve diğerlerinin “…Güney’den yayılan tahayyüller” olmadığını öne sürmek en hafif tabirle tuhaftır.
  13. Jeffrey Webber “Morales rejimi “nin gerici dilini benimsemektedir; bkz. https://socialistproject.ca/2011/03/b479/. Pablo Solon ve Raul Zibechi Bolivya’daki ABD destekli darbeyi organik bir kitle hareketi olarak sunmaya çalışmaktadır; bkz. https://systemicalternatives.org/2019/11/11/what-hap- pened-in-bolivia-was-there-a-coup/ ve https://towardfreedom.org/story/ bolivia-the-extreme-right-takes-advantage-of-a-popular-uprising/
  14. Bağımlılık akımı bu açıdan Avrupalı Troçkistlerin “Üçüncü Dünyacılık” olarak adlandırdıkları akımdan keskin bir biçimde ayrılmaktadır. Amin’in sorduğu gibi, “Batı halkları, eğer çevrenin kurtuluşu tarafından buna zorlanmazlarsa, emperyalizmden vazgeçmeye ve kapitalizmden kurtuluşlarının avantajları yeniden dönüşümün zorluklarını dengelemeden önce gerekli olacak uzun geçiş süreciyle yüzleşmeye istekli olacaklar mı? En azından Batı merkezciliğin etkisinin bu acımasız gerçeği Batı halklarından gizlemek olduğunu söyleyebiliriz” (1980, s. 202). Bu yazı, Batı işçi sınıfına karşı sınıf savaşının şiddetlenmesinden önce yazılmıştır.
  15. Ancak bu literatür heterodokstur; bakınız Frame (2022), Hickel (2018), Schmelzer ve diğerleri (2022, s. 51ff, 291).
  16. Örneğin bkz. https://www.voguebusiness.com/sustainability/degrowth- the-future-that-fashion-has-been looking-for, https://blogs.lse.ac.uk/ businessreview/2021/01/29/degrowth-inspires-business-model-innovation- for-a-sustainable-post-covid-economy/, ve https://hbr.org/2020/02/ why-de-growth-shouldnt-scare-businesses, WEFisalsoexploringthetopic;bkz. https://www.weforum.org/agenda/2022/06/what-is-degrowth-economics- climate-change/
  17. Çünkü uluslararası piyasalarda fiyat baskılaması meydana geldiğinde, doğal kaynak rantlarını kontrol eden ve dağıtan devletlerin daha yoğun doğal kaynak çıkarımına başvurması, daha büyük sosyo-bölgesel çatışmalara, ekstraktivizmin teorize etmeye çalıştığı sorunlara yol açması şaşırtıcı değildir – iç sömürgecilik ve ulusal-popüler kalkınmanın içsel olarak ekolojik açıdan eşitsiz etkileri ile ilgili eski tartışmalarda dolaylı olarak değinilen, ancak bağımlılığın küresel akışları yerel sınıf yapıları ve sömürü ile birleştirmeye yönelik önceki girişimlerinden geri adım atan bir teorileştirme. Gerçekten de, devletler küresel işbölümünde ikincil bir konumda olduklarında, kalkınma için gereken sermayeyi güvence altına almak amacıyla (Bolivya’da yoksulluğun bastırılmasında olduğu gibi) her halükarda kaynak çıkarımını yoğunlaştırmaları doğaldır.
  18. Sözde doğal iklim çözümleri, biyo-çeşitliliğin korunması emeğine doğrudan ücret yoluyla değer biçebilir, ancak aynı zamanda süper-sömürü yapabilir.
  19. Founex Raporu’ndan Cocoyoc Deklarasyonu’na ve Abdallah (1976) ve Samir Amin’in(1980) yazılarına kadar birçok materyal bunu açıkça ortaya koymaktadır.
  20. Gerçekten de, çağdaş Çin toplumsal yapısı nasıl nitelendirilirse nitelendirilsin, 2025 yılına kadar CO2 emisyonlarının zirveye ulaşması beklenmektedir.

 

Referanslar

Abdalla, I. S. (1977). Kalkınma ve uluslararası düzen seçilmiş makaleler.

Ulusal Planlama Enstitüsü.

Abdallah, I. S. (1976). Na°wa niz[ām iqtiœādī ‘ālamī ğadīd: Dirâse fî kâye’t-tenmiye ve’t-ta°arrur el-iqtiœâdî ve’l-‘alâkât ad-daulîya. el-Hai’a el-Miœrîya el-‘Âmme li’l-Kitâb.

Abdel-Malek, A. (1985). Tağyîrü‘l-âlem, el-Meclisü’l-Va’anî lil-Takâfe ve’l-Fünûn ve’l-Âdâb.

Acosta, A. (2013). Ekstraktivizm ve neoekstraktivizm: Aynı lanetin iki yüzü. Kalkınmanın Ötesinde: Latin Amerika’dan Alternatif Vizyonlar, 1, 61-86.

Acosta, A., Salleh, A., Escobar, A., Demaria, F., & Kothari, A. (2019). Pluriverse: Post kalkınma Sözlük. Tulika Baskı İletişim Hizmetleri Pvt, Limited.

Ahmad, A. (1983). Emperyalizm ve ilerleme. Kalkınma Teorileri içinde: Mode

üretim veya bağımlılık (s. 33-73). SAGE.

Ajl, M. (2019a). Oto-merkezli kalkınma ve yerli teknikler: Slaheddine el-Amami ve Tunus’un ayrıştırılması. The Journal of Peasant Studies, 46(6), 1240-1263.

Ajl, M. (2019b). Oto-merkezli kalkınma ve yerli teknikler: Slaheddine el-Amami ve Tunus’un ayrışması. Journal of Peasant Studies, 46(6), 1240-1263.

Ajl, M. (2020, Kasım 10). Andreas Malm’ın Corona’sı, iklim, kronik acil durum. The Brooklyn Rail. https://brooklynrail.org/2020/11/field-notes/ Corona-İklim-Kronik-Acil Durum

Ajl, M. (2021a). Halkın yeşil yeni anlaşması. Pluto Press.

Ajl, M. (2021b). Delinking’in ekolojik dönüşü: Samir Amin’in gizli mirası. Afrika Ekonomi Politiği, Samir Amin ve Ötesi: Development, Dependence and Delinking in the Contemporary World.

Ajl, M. (2021c). Petrol ve savaş hakkında hikayeler. Emek ve Toplum Dergisi.

Ajl, M. (2021d). Arap bölgesinin bir tarım sorunu var mı? The Journal of Peasant Studies, 48(5), 955-983. https://doi.org/10.1080/03066150.2020.

1753706

Ajl, M., & Sharma, D. (2022). Yeşil devrim ve çapraz karşı hareketler: Tunus ve Hindistan’da alternatif tarımsal tahayyülleri yeniden keşfetmek. Canadian Journal of Development Studies/Revue Canadienne d’études Du Développement, 43(3), 418-438. https://doi.org/10.1080/02255189.

2022.2052028

Ajl, M., & Wallace, R. (2021). Kızıl veganlar yeşil köylülere karşı. Yeni Sosyalist. http://newsocialist.org.uk/red-vegans-against-green-peasants/

Althouse, J., Smichowski, B. C., Cahen-Fourot, L., Durand, C., & Knauss, S. (2021). Küresel değer zincirleri boyunca ekolojik olarak eşitsiz değişim ve eşitsiz kalkınma modelleri. SECO Çalışma Belgesi.

Altvater, E. (2007). Fosil kapitalizmin sosyal ve doğal çevresi. Socialist Register, 43. https://socialistregister.com/index.php/srv/article/ view/5857

Amin, S. (1977a). Emperyalizm ve eşitsiz kalkınma (Cilt 26). Monthly Review Press.

Amin, S. (1977b). Eşitsiz kalkınma: Emperyalizmin sosyal oluşumları üzerine bir deneme.

periferik kapitalizm. Monthly Review Press.

Amin, S. (1980). Sınıf ve ulus, tarihsel olarak ve mevcut krizde. Monthly Review Press.

Amin, S. (1987). Delinking kavramı üzerine bir not. Review (Fernand Braudel Center), 10(3), 435-444. http://www.jstor.org/stable/40241067

Antunes de Oliveira, F. (2022). Kayıp ve bulunmuş: Burjuva bağımlılık teorisi ve neo-kalkınmacılığın unutulmuş kökleri. Latin American Perspectives, 49(1), 36-56. https://doi.org/10.1177/0094582X211037341

Ayeb, H. (2019, Mayıs 2). Tunus’ta gıda egemenliği inşa etmek. Önce Gıda. https:// foodfirst.org/building-food-sovereignty-in-tunisia/

Bezner Kerr, R., Liebert, J., Kansanga, M., & Kpienbaareh, D. (2022). Agroekolojide insani ve sosyal değerler: Bir inceleme. Elementa: Science of the Anthropocene, 10(1), 00090. https://doi.org/10.1525/elementa.2021.00090

Blythe, J., Silver, J., Evans, L., Armitage, D., Bennett, N. J., Moore, M.-L., Morrison, T. H., & Brown, K. (2018). Dönüşümün karanlık yüzü: Çağdaş sürdürülebilirlik söyleminde gizli riskler. Antipode, 50(5), 1206-1223. Brenner, R. (1977). Kapitalist kalkınmanın kökenleri: Neo-Smithçi Marksizmin bir eleştirisi. New Left Review, 104(1), 25-92. http://www.revalvaatio.

org/wp/wp-content/uploads/brenner-the_origins_of_capitalist.pdf Bruckmann, M., & Dos Santos, T. (2015). Por una agenda estratégica de América

Latina. América Latina En Movimiento, 504, 1-8.

Bunker, S. G. (1988). Amazon’un azgelişmişliği: Extraction, unequal exchange, and the failure of the modern state. Chicago Üniversitesi Yayınları.

Büscher, B., Fletcher, R., Brockington, D., Sandbrook, C., Adams, W. M., Campbell, L., Corson, C., Dressler, W., Duffy, R., & Gray, N. (2017). Yarım dünya mı, bütün dünya mı? Koruma için radikal fikirler ve sonuçları. Oryx, 51(3), 407-410.

Cabral, A. L. (1954). Para o conhecimento do problema da erosão do solo na Guiné. Boletim Cultural Da Guiné Portuguesa.

Kolektif. (2019). Dünya çapındaki solcular, İran’daki protestocuların yanında olun! ROAR Magazine. https://roarmag.org/2019/11/25/leftists-worldwide-stand-by-the- protesters-in-iran/

D’Alisa, G. (2019). Döngüsel ekonomi. A. Acosta, A. Salleh, A. Escobar, F. Demaria ve A. Kothari (der.), Pluriverse içinde: Post kalkınma bir sözlük (s. 28-30). Tulika Print Communication Services Pvt., Limited.

Decker, K. D. (2019). Low-tech dergisi 2012-2018. Kris De Decker.

Duan, Y., Ji, T., & Yu, T. (2021). Küresel değer zincirlerinde kirlilik cenneti etkisinin yeniden değerlendirilmesi. Journal of Cleaner Production, 284, 124705.

Duncan, C. A. M., & Duncan, C. A. (1996). Tarımın merkeziliği:

İnsanoğlu ve doğanın geri kalanı arasında. McGill-Queen’s Press.

Dunlap, A. (2019). Yıkımı yenilemek: Latin Amerika bağlamında rüzgar enerjisi gelişimi, çatışma ve direniş. Rowman & Littlefield International. Dussel, E. & Yanez, A. (1990). Marx’ın 1861-63 tarihli ekonomik el yazmaları ve Bağımlılık “kavramı” (A. Yanez, Çev.). Latin Amerika Perspektifleri,

17(2), 62-101.

Dussel, E. D. (1988). Hacia un Marx desconocido: Un comentario de los manu- scritos del 61-63. Siglo XXI.

Emmanuel, A. (1972). Unequal exchange (Cilt 197). Monthly Review Press. Erickson, C. L. (2008). Amazonia: Bir domestiğin tarihsel ekolojisi

katedilmiş manzara. H. Silverman, & W. H. Isbell (der.), Güney Amerika arkeolojisi el kitabı içinde (s. 157-183). Springer. https://doi. org/10.1007/978-0-387-74907-5_11

Escobar, A. (2015). Degrowth, postdevelopment ve geçişler: Bir ön konuşma. Sustainability Science, 10(3), 451-462.

Federici, S. (2012). Sıfır noktasında devrim: Ev işi, yeniden üretim ve

feminist mücadele. PM Press.

Fitzpatrick, N., Parrique, T., & Cosme, I. (2022). Büyümenin azaltılması politika önerilerinin araştırılması: Tematik sentez ile sistematik bir haritalama. Journal of Cleaner Production, 365, 132764. https://doi.org/10.1016/j.jclepro.2022.132764

Foster, J. B. (1999). Marx’ın metabolik yarılma teorisi: Çevre sosyolojisi için klasik temeller. American Journal of Sociology, 105(2), 366-405. Frame, M. (2014). Afrika kaynaklarına yabancı yatırım: Emperyalizm ve eşitsiz mübadelenin ekolojik yönü [Doktora Tezi]. University of Denver.

Frame, M. L. (2022). Ekolojik emperyalizm, kalkınma ve kapitalist dünya sistemi: Afrika ve Asya’dan örnekler. Taylor & Francis.

Franquesa, J., & Bartolome, J. F. (2018). Güç mücadeleleri: Haysiyet, değer ve

İspanya’da yenilenebilir enerji sınırı. Indiana Üniversitesi Yayınları.

Friedmann, H., & McMichael, P. (1989). Tarım ve devlet sistemi: Ulusal tarım kültürlerinin yükselişi ve düşüşü, 1870’ten günümüze. Sociologia Ruralis, 29(2), 93-117. http://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1111/j.1467-9523.1989. tb00360.x/abstract

Gann, T., & Sparrow, J. (2021, 16 Ekim). Yaşam ağı ile silah arkadaşları: Jason W. Moore ile bir söyleşi//New Socialist. The New Socialist. http:// newsocialist.org.uk/be-comrades-web-life-conversation-jason-w-moore/

García Linera, Á. (2013). Amazon’un Jeopolitiği (F. Richard, Çev.). cli- mateandcapitalism.com. https://mronline.org/2013/04/29/gl290413-html/

Gill, B. S. (2021). Tersine dönen bir dünya: Irksal kapitalizmin politik ekolojisi. Politics, 0263395721994439. https://doi.org/10.1177/0263395721994439 Gudynas, E. (2018). Ekstraktivizmler: Eğilimler ve sonuçlar. Reframing içinde

Latin Amerika Kalkınması (s. 61-76). Routledge.

Gudynas, E. (2019). Excedente en el desarrollo: Revisión y nueva conceptual- ización desde los extractivismos. Estudios Críticos Del Desarrollo, 9(17), 25-56.

Halpin, H. (2019). Özgür yazılım. İçinde A. Acosta, A. Salleh, A. Escobar, F. Demaria, &

  1. Kothari (der.), Pluriverse: Post kalkınma bir sözlük (s. 188-191). Tulika Print Communication Services Pvt., Limited.

Heron, K. (2022, 7 Eylül). Büyük çözülme. Sidecar. http://newleftre- view.org/sidecar/posts/the-great-unfettering

Heron, K., & Dean, J. (2022). İklim Leninizmi ve devrimci geçiş. Spectre Journal. https://spectrejournal.com/climate-leninism-and- revolutionary-transition/

Hickel, J. (2018). Bölünme: Küresel eşitsizlik ve çözümleri için kısa bir rehber.

Windmill Books.

Higgins, P. (Yakında çıkacak). Gunning for Damascus: Bir ABD Savaşının Anatomisi.

Middle East Critique.

Huber, M. (2018). Kaynak coğrafyaları I: Doğaya değer vermek (ya da vermemek). Progress in Human Geography, 42(1), 148-159.

Huber, M. T. (2022). Sınıf savaşı olarak iklim değişikliği: Sosyalizmi sınıf savaşı üzerine inşa etmek.

ısınan gezegen. Verso Books.

ILPES. (1971). El desarrollo y el medio ambiente: Conferencia de las Naciones Unidas sobre el Medio Humano, 4-12 Haziran 1971, Founex, İsviçre (Conferencia de las Naciones Unidas sobre el Medio Humano). ILPES. https://repositorio.cepal.org//handle/11362/34956

James, S. (2012). Cinsiyet, ırk ve sınıf, kazanma perspektifi: Yazılardan bir seçki 1952-2011. PM Press.

Jha, P., Yeros, P., & Chambati, W. (2020). Güney’de epistemik egemenlik arayışı. P. Jha, P. Yeros, & W. Chambati (der.), Sam Moyo ile sosyal bilimleri yeniden düşünmek içinde (s. 1-26). Tulika Books.

Kadri, A. (2016). Arap sosyalizminin yeniden inşası. Anthem Yayınları. Kadri,

Kadri, A. (2019). Suriye’ye referansla emperyalizm. Springer.

Klein, N. (2014). Bu her şeyi değiştirir: Kapitalizm iklime karşı. Simon ve Schuster.

Koerner, L. (2022). İmparatorluğun hedefinde. Latin Amerika Toplumsal Hareketleri ve İlerici Hükümetler: Direniş ve Yakınsama Arasındaki Yaratıcı Gerilimler, 171.

Kontorovich, V. (2015). Sovyet sanayileşmesinin askeri kökenleri.

Comparative Economic Studies, 57, 669-692. https://doi.org/10.1057/ces.

2015.8

Krejčík, J. (2019). Gandhi’den Deendayal’a: Contradictions of conservative HindutendenciesinIndianenvironmentalthinking.Civitas:RevistadeCiências Sociais, 19, 374-390. https://doi.org/10.15448/1984-7289.2019.2.31973

Lander, E. (2013). Heterojen toplumlarda tamamlayıcı ve çatışan dönüşüm projeleri. In M. Lang & D. Mokrani (Eds.), Beyond development- ment (Vol. 87). Rosa Luxemburg/Transnational Institute.

Leonardi, E., & Torre, S. (2022). Marksizm ve ekoloji: Devam eden bir tartışma. Eleştirel çevre politikaları el kitabı içinde (s. 71-89). Edward Elgar Yayıncılık.

Li, M. (2021). Çin emperyalizmi mi yarı-çevre mi? Monthly Review, 73(3), 47-74.

Malm, A. (2013). Fosil sermayenin kökenleri: İngiliz pamuk endüstrisinde sudan buhara. Historical Materialism, 21(1), 15-68. https://doi. org/10.1163/1569206X-12341279

Malm, A. (2016). Fosil sermaye: Buhar gücünün yükselişi ve küresel ısınmanın kökleri. . Verso.

Malm, A. (2021). Bir boru hattı nasıl havaya uçurulur. Verso.

Malm, A., & Carton, W. (2021). Karbon giderme araçlarını ele geçirin: Doğrudan hava yakalamanın ekonomi politiği. Historical Materialism, 29(1), 3-48.

Mansour, F. (1979). Üçüncü dünya isyanı ve kendine güvenen oto-merkezli kalkınma stratejisi. Toward a new strategy for development içinde: Bir Rothko Şapeli kolokyumu. Pergamon.

Marini, R. M. (1969). Subdesarrollo y revolución. Siglo Veintiuno Editores. Marini, R. M. (1973). Dialéctica de la dependencia. Era México.

Marquina, C. P., & Gilbert, C. (2020). Venezuela, mücadele olarak şimdiki zaman: Sesler Bolivarcı devrimden. Monthly Review Press.

Marx, K. (1973). Grundrisse: Ekonomi politiğin eleştirisinin temelleri. Vintage Books.

Marx, K. (1976). Kapital: A critique of political economy. Penguin Books Limited.

Mauro, S. E.-D. (2021). Sosyalist devletler ve çevre: Ekoloji için dersler sosyalist gelecekler. Pluto Press.

McGreevy, S. R., Rupprecht, C. D., Niles, D., Wiek, A., Carolan, M., Kallis, G., Kantamaturapoj, K., Mangnus, A., Jehlička, P., & Taherzadeh, O. (2022). Büyüme sonrası dünya için sürdürülebilir tarımsal gıda sistemleri. Nature Sustainability, 1-7.

McMichael, P. (2000). Dünya-sistemleri analizi, küreselleşme ve birleşik karşılaştırma. Journal of World-Systems Research, 668-689.

McNelly, A. (2020). Evo Morales yönetimindeki Bolivya’nın ekonomi politiğinde yeni-yapısalcılık ve onun sınıfsal karakteri. New Political Economy, 25(3), 419-438.

Mies, M., & Shiva, V. (1993). Ekofeminizm. Zed Books.

Miriam, E., & To, Y.-H. (2021). Venezuela’da Güney-Güney işbirliği mi yoksa “Çin karakteristikleri” ile bağımlılık mı? Latin Amerika Ekstraktivizmi: Bağımlılık, Kaynak Milliyetçiliği ve Geniş Perspektifte Direniş, 79-100.

Moore, J. W. (2015). Yaşam ağında kapitalizm: Ekoloji ve sermaye birikimi. Verso.

Moyo, S. (2016). Güney-Güney ilişkileri üzerine perspektifler: Çin’in Afrika’daki varlığı. Inter-Asia Cultural Studies, 17(1), 58-67.

Moyo, S., Yeros, P., & Jha, P. (2012). Emperyalizm ve ilkel birikim: Afrika için yeni mücadele üzerine notlar. Agrarian South: Journal of Political Economy, 1(2), 181-203.

O’Connor, J. (1988). Kapitalizm, doğa, sosyalizm teorik bir giriş. Capitalism Nature Socialism, 1(1), 11-38.

Ossome, L., & Naidu, S. (2021). Cinsiyetlendirilmiş emeğin tarımsal sorunu. İçinde

  1. Jha, W. Chambati, & L. Ossome (der.), Küreselleşme Sürecinde Emek Sorunları

güney (s. 63-86). Springer.

Oteiza, E., Zammit, A., & Kenrick, C. (1983). Autoafirmación colectiva: Una

estrategia alternativa de desarrollo. Fondo de Cultura Económica.

Paranjape, S., Joy, K. J., & Kulkarni, S. (2009). KR Datye: Sürdürülebilir ve eşitlikçi bir geleceğin vizyoneri. Economic and Political Weekly, 44(39), 8-12. Patnaik, P. (2017). İlkel sermaye birikimi kavramı. The Marxist, 34(4), 1-9.

Patnaik, U., & Patnaik, P. (2016). Bir emperyalizm teorisi. Columbia Üniversitesi Yayınları.

Patnaik, U., & Patnaik, P. (2021). Sermaye ve emperyalizm: Teori, tarih ve şimdiki zaman. Monthly Review Press.

Perfecto, I.,Vandermeer, J. H., &Wright,A. L. (2009). Doğanın matrisi: Tarım kültürü, koruma ve gıda egemenliğini birbirine bağlamak. Earthscan. https://books.google. com/books?hl=en&lr=&id=lcPq48XHgWcC&oi=fnd&pg=PR7&dq=nature

27s+matrix&ots=ajhWd_qPE2&sig=jTZDkZAtP6r7U_iSGQ0UOVtjFLY Perry, K. (2020). İklim tazminatlarının gerçekleştirilmesi: Marjinalleştirilmiş ve eski sömürgeleştirilmiş toplumlardaki kayıp ve hasarlar için küresel bir iklim istikrar fonu ve esneklik fonu programına doğru. SSRN 3561121.

Pörtner, H. O., Scholes, R. J., Agard, J., Archer, E., Arneth, A., Bai, X., Barnes, D., Burrows, M., Chan, L., & Cheung, W. L. (2021). Biyoçeşitlilik ve iklim değişikliği üzerine IPBES-IPCC ortak çalıştay raporu; IPBES ve IPCC. IPBES-IPCC Biyoçeşitlilik ve iklim değişikliği üzerine ortak sponsorlu çalıştay raporu; IPBES ve IPCC.

Prasad, A. (2019). Sosyal açıdan faydalı bir doğa anlayışına doğru. Economic & Political Weekly, 54(37), 41.

Prasad, A. (2020). Küresel sermaye ve doğanın yeniden icadı. P. Jha, P. Yeros ve W. Chambati (der.), Sam Moyo ile sosyal bilimleri yeniden düşünmek içinde (s. 180-97). Tulika Books.

Ribeiro, S. (2019). Jeomühendislik. A. Acosta, A. Salleh, A. Escobar, F. Demaria ve A. Kothari (der.), Pluriverse içinde: Post kalkınma bir sözlük (s. 53-56). Tulika Print Communication Services Pvt., Limited.

Roberts, J. T., & Parks, B. (2006). Bir adaletsizlik iklimi: Küresel eşitsizlik, kuzey-güney politikaları ve iklim politikası. MIT Press.

Rockström, J., Steffen, W., Noone, K., Persson, Å., Chapin, III, F. S., Lambin, E., Lenton, T. M., Scheffer, M., Folke, C., Schellnhuber, H., Nykvist, B., De Wit, C. A., Hughes, T., van der Leeuw, S., Rodhe, H., Sörlin, S., Snyder, P. K., Costanza, R., Svedin, U., Falkenmark, M., Karlberg, L., Corell, R. W., Fabry, V. J., Hansen, J., Walker, B., Liverman, D., Richardson, K., Crutzen, P., & Foley, J. (2009). Gezegensel sınırlar: İnsanlık için güvenli çalışma alanını keşfetmek. Ecology and Society, 14(2), 32. https://doi.org/10.5751/ ES-03180-140232

Rodney, W. (2018). Avrupa Afrika’yı nasıl azgeliştirdi? Verso Books. Rodríguez, F. (2021). Yaptırımlar ve petrol üretimi: Evidence from Venezuela’s Orinoco Basin. yayımlanmamış el yazması.

Rosset, P., & Altieri, M. A. (2017). Agroekoloji: Bilim ve politika. Practical Action Publishing.

Sakshi. (2021, Mart 1). Boru hatları hakkında nasıl yazılır. Progress in Political Economy (PPE). https://www.ppesydney.net/how-to-write-about-pipelines/

Schmalzer, S. (2016). Kızıl devrim, yeşil devrim: Sosyalist Çin’de bilimsel tarım. Chicago Üniversitesi Yayınları.

Schmelzer, M., Vetter, A., & Vansintjan, A. (2022). Gelecek büyümenin azalmasıdır: Kapitalizmin ötesinde bir dünya için rehber. Verso Books.

Sharma, D. (2017). Hindistan’da yeşil devrim sonrası Pencap’ta tekno-politika, tarımsal çalışma ve direniş [Doktora tezi]. Cornell Üniversitesi.

Shattuck, A. (2020). Toksik belirsizlikler ve epistemik ortaya çıkış: Lao PDR’de pestisitleri ve sağlığı anlamak. Annals of the American Association of Geographers, 0(0), 1-15. https://doi.org/10.1080/24694452.2020.1761285

Sims, H., & Vogelmann, K. (2002). Popular mobilization and disaster management in Cuba. Public Administration and Development, 22(5), 389-400. https://doi.org/10.1002/pad.236

Somerville, P. (2022). Ekolojik olarak eşitsiz mübadele teorisinin bir eleştirisi.

Capitalism Nature Socialism, 33(1), 66-70. https://doi.org/10.1080/104557

52.2021.2010107

Sovacool, B. K. (2021). Düşük karbonlu geçişlerin kurbanları kimler? İklim değişikliği azaltımının politik ekolojisine doğru. Energy Research & Social Science, 73, 101916. https://doi.org/10.1016/j.erss.2021.101916

Stock, R., & Birkenholtz, T. (2021). Güneş ve tırpan: Güneş parklarında enerji mülksüzleştirmeleri ve tarımsal emek sorunu. Journal of Peasant Studies, 48(21), 984-1007. https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/

03066150.2019.1683002

Sunkel, O. (1981). La dimensión ambiental en los estilos de desarrollo de América Latina.

Sunkel, O., Gligo, N., & CEPAL, N. (1980). Estilos de desarrollo y medio ambi-

ente en la América Latina.

Svampa, M. (2012). Kaynak çıkarma ve alternatifler: Kalkınma üzerine Latin Amerika perspektifleri. Journal Fur Entwicklungspolitik, 28(3), 117-143.

Svampa, M. (2019). Latin Amerika’da neo-ekstraktivizm: Sosyo-çevresel çatışmalar, bölgesel dönüş ve yeni siyasi anlatılar. Cambridge Üniversitesi Yayınları.

Cocoyoc Deklarasyonu. (1975). International Organization, 29(3), 893-901. https://www.jstor.org/stable/2706353

Toledo, V. M. (2001). Yerli halklar ve biyoçeşitlilik. Encyclopedia of Biodiversity, 3, 451-463.

Toledo, V. M. (2019). Agro-ekoloji. A. Acosta, A. Salleh, A. Escobar içinde,

  1. Demaria, & A. Kothari (Eds.), Pluriverse: Post kalkınma bir sözlük

(s. 85-88). Tulika Baskı İletişim Hizmetleri Pvt, Limited.

Upadhya, R. (2020, 12 Temmuz). Üç iklim grevi. The Trouble. https:// www.the-trouble.com/content/2020/7/13/the-three-climate-strikes

Valiani, S. (2021). Kurtuluşa doğru -Samir Amin ve dünya tarihsel kapitalizminin incelenmesi. Journal of World-Systems Research, 27(2), 566-585.

Vastinjan, A. (2018, Eylül 24). Soğuk insan hareketleri: Hava şartlandırıcılar neden işçi sınıfı için yeterince iyi değil? The Ecologist. https://theecologist.org/2018/sep/24/cool-peoples-movements-why-air-condition- ers-arent-good-enough-working-class

Vastinjan, A. (2021, 28 Mart). Kentsel balık havuzları: Kasaba ve şehirler için düşük teknolojili atık su arıtma. LOW←TECH MAGAZINE. https://solar.lowtechmag- azine.com/2021/03/urban-fish-ponds-low-tech-sewage-treatment-for-towns- and-cities.html

Vázquez, A. M., & Arias, J. G. (2021). Bolivya patlamasında finansallaşma, kurumsal reform ve yapısal değişim (2006-2019). Latin Amerika dışa açılımı: Dependency, resource nationalism, and resistance in broad perspec- tive (pp. 55-77). Rowman & Littlefield.

Watts, J., & Depledge, J. (2018). İklim değişikliği müzakerelerinde Latin Amerika: AILAC ve ALBA koalisyonlarının incelenmesi. WIREs Climate Change, 9(6), e533. https://doi.org/10.1002/wcc.533

Webber, J. R. (2020). Büyük bir küçük adam: Jair Bolsonaro’nun gölgesi. Tarihsel

Materialism, 28(1), 3-49. https://doi.org/10.1163/1569206X-12342801 Wilt, J. (2021, 3 Mart). Bir hareket nasıl havaya uçurulur? Andreas Malm’ın yeni

ki̇tap sabotaj hayalleri̇ kuruyor ama sonuçlari görmezden geli̇yor. Kanada Boyutu. https://canadiandimension.com/articles/view/how-to-blow-up-a-movement- malms-new-book-dreams-of-sabotage-but-ignores-consequences

Wit, M. M. de. (2017). Sınırları aşmak: ‘Açık kaynak’ nasıl bir tohum müştereği haline gelir? The Journal of Peasant Studies, 1-36. https://doi.org/10.10 80/03066150.2017.1383395

Wong, E., Tiejun, W., Tsui, S., & Kin Chi, L. (2020). Çin’in 1949 toprak devriminin mirası: Sam Moyo ile bitmemiş bir diyalog. P. K. Jha, W. Chambati, & P. Yeros (der.), Sam Moyo ile sosyal bilimleri yeniden düşünmek içinde (s. 289-305). Tulika Books.

Dünya Ekonomik Forumu. (2020). Yeni doğa ekonomisi raporu II: Doğanın ve iş dünyasının geleceği. https://www.weforum.org/reports/new-nature-economy- report-ii-the-future-of-nature-and-business/

Yeros, P. (2021). Mevcut krizde yeni bir Bandung. Agrarian South. https:// www.agrariansouth.org/2021/07/25/a-new-bandung-in-the-current-crisis/

 

Kaynak:

Agrarian South: Journal of Political Economy 12(1) 12–50, 2023

DOI: 10.1177/22779760221145232

journals.sagepub.com/home/ags

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
336AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin