Öncelikle belirteyim: makalenin sınırı belli. Her konuyu yazmak mümkün deyildir. Yazılan her alanda mutlaka eksiklikler de olur. Bazen öyle olur ki sırıtır. İster istemez bazı eksikliklerin bilerek mi yoksa tercih nedeniyle alan darlığı ile brakıldığı da ancak yazanın bilgisinde olduğu de kesin. Yine de bir konu yazılıyorsa ve önemli sayılacak bazı eksiklikler görülüyorsa, mutlaka başkası olslam da yazmam gerektiği uyarısı hemen olur. Hele de hiç konuşulmayan veya unutturulan alanda olursa, ozaman bazı kuşkulara karşın, yine de yazmak bana görev gibi geliyor. Bu yazım da okuduğum bir yakın tarih makale nedeniyle yazılıyor.****
Pazar günü Karpaz gezintisi yaptım. Orada hiç umadığım bir olayla karşılaştım. İngiltere sömürge döneminde İngiliz askeri olarak rol alan biri bu günlerde yeniden adaya geldi. Halbuki herkes onun kahıp veya öldüğünü sanıyordu. Geliş nedeni ise klasik Kıbrıslılık rant aşkı. Meyerlim ölen kardeşinden sonra ortaya çıkıp K. Kıbrısa geliyor ve mal isteyip ortak olduğu yerleri satmaya başladı. Bu konuyu daha sonra işlemeyi iyice aklıma koydum…
Derken, Lefkoşaya geldim. Apartman yalnızlığıma yeniden döndüm. Yerel gazeteleri dolaştım. Özellikle seçtiğim bazı makaleleri de okudum. Pek okumadığım, ama bazı b ilgilendirme yazılarını okuduğum Niyazi Kızılyüreğin de Yeni Düzen makalesini okudum. Çünkü 64 Martındaki bazı gelişmelere dokunuyordu. Aslında iyi de oldu. 4 Mart B.M. kararları ve ardından özellikle bizim kesimin takındığı tutum, günümüz Kıbrıs cumhuriyetinin gelişinde önemli yer alındı. Niyazinin yazısında bildik konular biraz da torpilenerek yazıldı. İlk sırıtan eksiklik özellikle Türkiye devletindeki çelişkiler ve dengelerdeki kayıştı. Çünkü eğer CHP eksenli tek tip devlet anlayışı hakin olursa, neden bizim kilerin koltuklara dönmediklerini anlayamayız. Halbuki TC develtinde de Natolaşma sonucu STK etkinliği ve Kıbrıs türk toplumundaki hakimiyeti tartışılmazdı. Bu nedenle Doktor Küçük hem de inanönüye roluna rağmen göreve dönmedi. Bu direnç al-slında STK ve geneldeki Türkiye devletinin etkisi olduğu kesin.
Niyazinin belkide en önemli bilinmesi gereken bilgi verişi, Doktorun gösterdiği nedenler ve taleplerdir. Bunu bizde hiç konuşan yok. Özellikle Türkiyede Kıbrıslı Türklere yer ayrılma talebi önemlidir. Nitekim, konu sonradan ABD merkezli Açerson planında görüş olarak konuldu. Bazımız sorguluyordu: Neden Açerson planında Kıbrıslı Türklerin bir yerde toplanması vardı. Oysa Doktor Küçüğün özellikle cumhuriyete dönmeme ile bunu talep etme eksenini birlikte yorumlayınca, Açerson planında karşılık bulduğu da anlaşılır. Bu Niyazi tarafından ortak yorumlanmadı. AÇersonn planındaki bazı taşlar Doktorun mektubu sonrası daha iyi toturmaktadır. Türkiyenin de AÇerson planını imzaladığı ve eğer Makariyos da kabulense veya darbeyi önlemek için Bloksuzlar la Kruvçefe baş vurmayıp destek almasa, sonucun ne olacağı da malun. Fakat tarihi gerçek vardır. Olasık çok da fırsatla denklemlerin yaratığı sonuç tektir.***
Niyazinin yazsının bir ksiği ki bunu genelde de özellikle dönemsel geçiş sonrası hep yaptığı tutumdu. Olayı iki toplum ve içine giren unsurlarla sınırlar. Son yazısında da Türkiye gerçeklerine pek bilgilendirme yapmaz. Sadece İnönü mektubunu kor. Oysa TC devlet içi deyişim sancıları, Türkiyedeki Natolaşma ile AMerikanlaşma ilerleyişlerine pek deyinmek. Hele İnönü mektubu sonrası 16 Mart kararlarıyla yine uluslararası tepkileri de hiç akılda tutmak istemedi. Amerika ve ingilterenin tutumlarını hiç hesaba koymaz. Sovyetlerin o dönemki Kıbrıs yaklaşımına da fazla yer vermez. Konuyu iki kesi m içinde sıkıştırır. Oysa en basitiyle Küçük inönüyle tek bakışla tavır geliştirmedi. Zaten sonrasında Açerson planı veya 16 Mart kararları bunu kanıtlar. Yine de Niyazi bence ezberleri bozan önemli tarihi bilgileri tekrardan hatırlatı. Öyle ki hep kovulduk yalanının nedenli yalann olduğunu bizat Doktorun mektubuyla belgelendirmeği tekrardan hatırlatı. Daha ielri gidilip amacın ortak deyil gerekirse Türkiyenin bir yerinin ayrılması noktasına dek gelindiği o günlerden malumdu. Ama, hep sırıtıyor. Konuyu hep iki kesim arasında sıkıştırılıp gerektiğinde garantörler konuluyor. Oysa 74 dönemindeki Kisincır doktrini gerçeği veya Annan planındaki yaşananlar nedense ayni kavrayışla işimize gelenle yetiniyoruz. Bir son önemli uyarı notu: Niyazinin de yazısında tekrarlanan şu Annann planını gerçekten daha da sıfırlanıp ezberleştirilmeden yeniden değerlendirmek gerekir. Hala “evet, hayır” moraliyle kendi kendimizi deşarj ederken, gözümüzün önünde yaşananlara rağmen Rumların hayırı ile avunmak yanlıştır. Sonucun gelişi ve sonrasını tekrardan mutlaka değerlendirmek önemlidir. Yoksa bir eksik yanlışa takılıp kendi kendimizi avunmaktan öteye gidemeyiz. Üstelik konuştuğumuz Annan planının da öyle olmadığı, amacın başka olduğu ve sonrasında olanların da hiç hesaba katılmadan takılıp kendi kendimizi aptal yerine koyacak dereceye gelmemize az kaldı.