İki “garantörümüzde” önemli felaketler yaşandı. Türkiyede Maraş depremi ve Yunanistanda tren cinayeti. Doğrusu her ikisine de resmen katliyam ve cinayet etiketelri bence kolayca konulabilinir. Deprem olayını haftalrca yazdık. Buradaki nerede ise tümünün kaçtığı ve net gerçekleri de yazan birisi olarak resmen felaketin nedenleriyle birlikte deyinmeye çaba gösterdim. Sonuçta önceki bile bile yapılan tersten hazırlıklar, olay anındaki koordinasyonsuzluktan öteki durumllara ve sonuçta sonrası için tavırların hepsine deyinme çabasında oldumç Kurumsal çöküşle birlikte konuyu epey olaylar birlikte deyindim. Burayla kıyaslar yaptım. Yunanistandaki tren cinayetini de azda olssa yazdım. İzlemeye çalıştım. Sonuçta kıyası da siyasal sonuçla ufak ama önemli tutumla belirtim. Onca felaket sonrası en azından siyasal istifa ve demokratik tutumları da makalemde beliertim.
Artık zaman akıyor. Türkiyedeki deprem felaketinin durmadan yeni can sıkan bilgiler geliyor. Özellikle bizim birçok kesimin tüm son gelişmelerine ve buradaki uygulamalarına rağmen görmezden geldikelri Kızılaydan tarikatlara hala felaket üzerinden kendi yeni amaçlarına yönelik bilgiler akmaya devam ediyor. Ama ne istifa nede sorgulama merkezi alanda yok. Üstelik yasaklarla ve resmen başlangıçtan beri benim gibileri yapısal sorguladığı Altılı masada da kendilerine göre deprem oluştu. Bunu başka yazılarıma brakarak, Yunanistanla alakalı birkaç gözden kaçırılan, benim de gözlemlediğim ders gibi hayat konularına dokunacam***
Yunanistanda teren kazası veya net ifadesiyle faciya şeklinde cinayet oldu. Atina Selanik tereni yük trenine çarparak eliyi aşan ve dahasının gelme ihtimalı olan ölümler gerçekleşti. İki Kıbrıs cumhiyeti vatandaşı da bu ölüler arasında. Olay salt iki tren çarpması vya başta tren görevlisinin yanlış ynlendirmesine brakılmadı. Sonuçta, katledilen insanlar vardı. Belli ki, bunun da nedeni yerinde olmayan yanlış tutum vardı. Nitekim kimine göre istasyon şefi yerinde kimisine göre de görev yerinde olmadığı bilgileri, tartışma sürdükçe ortaya çıkmaya başladı.
Ayni benzerri tren kazası veya cinayetinin Çorluda Türkiyede başka şekilde gerçekleştiğini de hatırlayalım. Tutumlar ve yargı sonucunu aklımıza getirelim. Cinayetle karşılaşan yakınlara polisin leleri yaptığını, yargının nasıl davrandığını da unutmadan, bu yazıyı okumaya devam edelim.
Cinayet sonrası protestolar hemen konuyla alakalı yerleşimelrde gerçekleşti. Salt kaza deyil, sistemsel sorguya dek gelindi. Her duyduğum sloganı ne acıdır grev döneminde ingilteredeki demiryolu işçi grevinde duydum. Özelleştirme, ve genel neoliberalizim ile kamusal alanlara önem vermeme politikaları yüksek sesle eleştiriliyordu. Hani bizim Takeci gazeteci gibilerin de her konuda özeleştirin diyorlar ya: Yunanistanda ve birçok ülkede en başta demiryollarının ve ormanların da özelleştirilmeden alınıp kamusallaştırma dömüşümü savunulmalar gidrek artıyor.
Yunanistan cinayeti sonrası hemen ulaştırma bakanı Misotakis istifasını verdi. Konudan rahatsız olup beklemeden istifasını verdiğini de çekinmeden söyledi. Bu ne K. Kıbrıs nede Türkiyede hiç yok. Tam aksine, sorumlu bakanlar hemen bu gerçekleri örtme ve gizleme adına sopa ve tehtide sarılırlar.
Konu devam etikçe, öteki gerçekler de yankı bulmaya başladı. Enson medya sahipleri bu kervana katıldı. Buradaki medya ve sistem basını ve medyasına duyrulur: Çünkü bizim kiler hala “aman yazmayın ile sistemin lehine propagandaya” çok kolay sarılıp dururlar. Yunanistan medyası başta halktan ve demokratik örgütlerden özür dilerler. Sendikalar özellikle de belirtilir. Zamanında yapılan uyarılara dikat etmedikleri ve hat da yerine göre karşı durdukları için, olaydan kendilerinin de rol aldığını kabul ediyorlardı. Dikat, demokratik örgütleri, sendikaları, çalışanları suçlayarak resmi propagandayla gerçeklerin görülmesine engel oldukları, olayda rolleri olması nedeniyle özür diliyorlardı. Peki bizim medyaya duyrulmaz mı: siz de birçok gerçeği patron ve parti gazeteleri hiç yazmadan va yazanlara da suçlar yazdırtarak rolunuzu yapmıyormusunuz?
Ufak bir yüzleşme: daha birkaç ay önce, öğretmen sendikalar okulardaki yıkımı, tehlikeleri belirtiler. Bunların tamir edilmesini açıkladılar. Resimlerle gösterdiler. Makamcı Nazım bey ise bazuka atışlı demeçler ve sendikalara da göndermeli tehtitkar görüşler söylerken, medyamızın çoğu hemen Nazımın yanında duruş sergilemedi mi? Bir çok çevre sendikaların okullarda eğitim görülecek durum olmadığı, yıkılma tehtitlerine karşın sendikaları para istiyor diye suçlamadılar mı? Okular tamir edilmeden açıklamaları da mahşete çekmediler mi. Tüm bunlar birer b irer Yunanistan medyasının özürünü dinlerken aklımdan gelip geçti. Ama dün her şey yerinde diyen Nazım ve yandaş medya şimdi Türkiye depremi sonrası okuların döküldüğünü açıklıyor. Komite kuruyor. Bizden para istiyoarlar. Kaynak isterken de hala şatafatlı yaşamları da karşımıza geliyor. Fikri beyin muhteşem Türkiyeli bakanla faturası duyuluyor. Yeni istihtam ve harcamalar gırla akıyor.
Yunanistan resmen depremle birlikte hem protestolar hem de hataların özürleri birlikte veriliyor. Bize birçok dersi yeniden yazdırtıyor. Özelleştirme olayı herşeyi çözmediği gibi daha güvencesiz koşulalrın da nasıl oluştuğunu da yaşam acısıyla hatırlatıyor. Hele de istasyon şefinin önceki bazı tutumlarına rağmen görevde kalması, demir yolarındaki özel eksendeki yapılmayan durumlar çok ders vericidir. En önemlisi ise Yunanistanda güçlü sol demokratik örgütler olmasa, halk insan konusunda sokağa çıkmaasa yukarda yazdıklarımın da ders olarak gündeme gelmeyeceği kesin. Hele de dördüncü kuvet veya şu veya bu eksenli medya gerçeğinde nasıl yannlışlarla yönlendirdiklerini bizat kendilerinin itirafı, anlayana çok uyarıcı önemi vardır. Ama eminim ki burada K. Kıbrısta hiç önem verilmeyecek. Öyle olsa daha dün orman yangını veya depremle görülen binaların iyi olduğunu söyleyen çevreler ve yazan meday lütfedip en azından özeleştiri yapma cesaretleri olurdu. Kamuoyu talebi mi: siz hiç böyle bir talep duydunuz mu?