12 Mart 1971, Darbecilerin halkların uyanışına ve özgürlüklere karşı nasıl bir tutum içinde olabileceğini darbe şefi General Tağmaç’ın, “Sosyal uyanış, ekonomik gelişmeyi aştı, önünü kesmek gerekir… Sosyal uyanışın temelinde ekonomik nedenler aramak komünistlerin uydurmasıdır. Tüm olaylar anayasanın özgürlükçü özünden çıkmaktadır. Bu anayasa ve özgürlüğe açık yasalar değiştirilmeden olayların üstesinden gelinemez” sözleriyle hatırlatan bir tarih.
1969 sonlarında üst düzey Amerikan başkonsolosluğunun ‘lider devrimcileri yok etme’ görüşünü olumlu karşılayan zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in şahsında, Türk siyasetçilerin kendi gençliğine düşmanlığın kapsamını hatırlatan bir tarih.
12 Mart darbesi, 60’lı yıllar boyunca süren devrimci/demokratik halk hareketliliğin, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişiyle sıçrama kaydeden sosyal-siyasal uyanışının önünü ‘kesmeye’ dönük bir askeri darbe değildi sadece; ordu ve bürokrasi içerisinde sol toplumsal iklimin de etkisiyle görece ‘ilerici/sol’ bir görüntü veren bir eğilimin tasfiyesiydi de.
Mahir Çayan’ın ifadesiyle, Amerikan emperyalizmi Türkiye’de 1950’lerden itibaren “Yeni Sömürgeciliği” geliştirecek, “iç olgu” olacaktı.
12 Mart darbesinden kısa bir süre sonra Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yakalanacaktı.
Mahir’ler, Deniz’leri ipten almak için 11 Mayıs 1971’de İsrail Başkonsolosu Elrom’un kaçıracaktı.
Buna karşı Balyoz Operasyonu, 1 Haziran 1971’de İstanbul Maltepe semtinde Mahir Çayan’ın yakalanması ve Hüseyin Cevahir’in katledilmesi, 30 Mayıs 1971’de Nurhak Dağlarında Sinan Cemgil, Alpaslan Özüdoğru ve Kadir Manga’nın katledilmeleri ile birlikte, Amerikancı 12 Mart darbecileri, toplumsal/siyasal sürece hakim olacak, aynı süreçte muhalefeti, ordu ve bürokrasi içindeki ‘ilerici’ güçleri tasfiyeye yönelecekti.
Mahir Çayan, Deniz’lerin idamını engellemeyi kaçınılmaz bir devrimci dayanışma ve yoldaşlık görevi olarak görüyordu.
Devrimci/demokratik mücadele açısından 12 Mart darbesine karşı direniş, Deniz’lerin idamını engelleme tarihsel zorunluluğu ile birleşmişti. Bu zorunluluk Türkiye Militan devrimci hareketinin prestiji ile özdeşleşmişti.
29 Kasım 1971’de Maltepe Cezaevi firarından sonra, Ulaş Bardakçı İstanbul Arnavutköy’de katledilirken, Mahir’ler Devrimci Hareketler tarihinde örneği olmayan bir dayanışma ve yoldaşlık tutumu sergileyecek, neticede 30 Mart 1972’de Kızıldere’de katledilecekti.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 6 Mayıs 1972 bizlerden koparılacaktı.
Bu olanları İbrahim Kaypakkaya’nın sığındığı Dersim dağlarında yakalanışı, işkence altında destansı direnişi ve 18 Mayıs 1973’de katledilmesi izleyecekti.
12 Mart 1971, Türkiye “Militan Devrimci Hareketi”nin genç beyinlerinin henüz ruşeym halindeyken katledildilmeleri ile,
“YARIM” KALMIŞ “PAN-İSLAMİZM SÖZLEŞMESİ”*NİN YOLU, 12 EYLÜL DARBESİ İLE TAMAMLANMIŞ VE TÜRKİYE, BUGÜNLERDEKİ PAN-İSLAMİST OTORİTER TEK ADAM DİKTATORYASI’NA DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.
*Pan-İslamizm, Müslüman olan ve İslam Peygamberi Muhammed’in ümmetinden olan herkesi kardeş olarak kabul eder. Müslüman nüfusun fazla olduğu tüm ülkelerin tek bir çatı altında birleştirilmesi düşüncesidir.