Yönetimin tek cinsi olması kabul edilir. Diğer cinsler tarih içinde yok olup gitmiş değilse de itibar kaybetmiştirler.
Onun için her ülkede demokrasi olduğu varsayılır oldu ama demokrasi olmak kolay değildir.
Demokrasi halkın egemen olduğu düzendir. Ama bu egemenlik halk bireylerinin ergin ve kendisine hakim olanlarının oylarını yani olurunu veya başka bir deyişle desteğini alanların gücü ellerine alması demektir. Gücü halkın onayı yani halkın ergin kişilerinin (işaret ettiği kişi veya kişilerin bilinçli seçimleriyle elde edilmiş olduğu rejimidir.
Bunun olduğu izleriyle belirlenmek istenirse görülmesi gerekenlerin birinci koşulu hukukun egemenliğinin tartışmasız olması ve hukuk içinde bireyin hak ve özgürlüklerinin devlet tarafından yeterli korumaya bilfiil sahip olmasıdır.
Ancak bu hukuk yazılı olup devletin tüm gücü ile savunulduğunun gerçekleşmesi, ihlaller olup olmadığının sürekli izlenmesi ve kamu görevlilerinin uyanık bekçiliğinin sürekli ihlalleri saptayıp gidermesi şarttır.
İnsanın özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasinin olmayacağı apaşikardır. Ancak tehdit altında kalan insanın özgürlüğünün de kısıtlanacağı bilinir.
Bizim rejimin bu bakımdan sakat olduğu gibi hak etmediği çıkarlar sağlanarak desteği alınan kişilerin etkilerinin hukukun üstünlüğünü ve demokrasinin işlemesini sakatlayacağı da bilinmektedir.
Dünyada demokrasi ve hukuk devleti ilkesi barışın ve refahın da koşulu olarak kabul edildiği için uluslararası denetim ve demokrasi ile demokratik hukuk devleti için evrensel bir baskı vardır.
Örneğin Kur’an-ı Kerim’in bir ülkede alenen yakılıp protesto edilmesi ardından o ülkenin NATO üyeliğinin onaylanmaması ve o ülke hiç kuşkusuz bir Avrupa ülkesi olmasına rağmen savunulmaması, insanlığın bunların değerini daha çok anladığını gösterdi.
Birçok İslam ülkesinde hukukun insan özgürlüğünü kısıtlaması ve başkalarının hakkı ve hukukuna zararı olmamasına rağmen Kur’an kurallarına uymadı, onlara göre yaşamadı diye cezalandırılması, sürgün edilmesi veya hapsedilmesi, malına mülküne el konulması ve daha başka cezalara çaptırılması uluslararası hukuk tarafından da yasaklanmış denilebilir.
Ancak bu durum kabul edilemez görülse de ulusal egemenlik ve sair kısıtlamalar yüzünden uluslararası hukuk buna çare bulamaz.
Hukukun uluslararası veya ulusalı olmazı yoktur. Hukuk kentleşmiş/uygarlaşmış, (medenileşmiş) topluluklar halinde yaşayanların yarattığı ve evrenselleşmesi için hala uğraştığı bir gerçektir.
Yurdumuzda komşumuzun yaşamımızı tehdit ettiği ortamdan himaye ortamına vardığımız günümüzde dönüp bir de büyük komşumuzun moda olan milli (ulusal) köklere bakıyor aslında eğitim sisteminin kopmaz parçası olan kadim düşünürlerimizin bilgece değerlendirmelerine bakarak önce Farabi gibi bir dünyaca ünlü Türk/İslam filozoflarından, Medinetül Fazıla kitabından ilk ders de insanın bir kent (şehir) yaşamına geçmekle “Medinetül Fazıla “adını taktığı bir ortama geçmeli ve gerçek anlamda mutluluğu elde etme yoluna girmelidir.
İnsan ancak bir kent yaşamına geçen yerde mutlu olabilir, çünkü Farabi’ye göre çağdaş uygarlığın nimetlerine ancak El Medinetül Fazıla’da ulaşıbilir.
Ona göre Medinetül Fazıla’da bir lider bulunur ve şehir bu liderin emirlerine uyduğu sürece mükemmel kalır.
Farabi’ye göre başkan iyi ise işler iyi gider, kötü ise kötü gider, iyi başkan Peygamber ile bir filozofun bütün iyi niteliklerini haiz olmalıdır onun için ya öyle biri bulunmalı ya da birkaç kişinin birbirlerini bütünleyecek şekilde birlikte başkanlığa getirilmesini önerir. Vardığı sonuç: bütün bireyler uzmanlaştığı işleri yapmadı ve tam işleri kapsayan iş paylaşımı gerçekleştirilmelidir.
Farabi işini tamam yaparak şehirleri de sınıflandırmıştır. ( Erdemlişehir) Fasık şehir, Cahil şehir ve sapkın şehir.
Yusuf Has Hacib “Kutadgu Bilig’’ adlı kitabında: Her türlü iyilik akıldan gelir. Gece gibi karanlık olan insanı, akıl meşale gibi aydınlatır der. Devlet hastalansa ilacı akıl ve bilgidir der. Ondan sonra töre, yani hukuk, hükümdarlıktan üstündür der. Tekrarlanan Devletin temeli adalettir derler ki bu tüm Orta Asya’da kabul edilmiş bir ilkedir.
Sonunda, Müslüman da olan Türk filozoflar için en önemli ilke “Adalet” olmuştur. Sonunda buna göre memurları da (1) “Kılıç’’ kullanacaklar, (2) İstişare için kullanacak hakim, adalet için (3) Devlet gelir, gider maksatları için bürokrasi, diye amaçlar için sınıflandırılmıştır.
Yusuf Has Hacib’e göre toplumun hakkının birincisi para birimi olan gümüşün ayarının korunması, ikincisi ise halkın adil kanunlarla yönetilmesi ve bütün yolların güvenli şekilde işler halde tutulmasıdır.
‘Yusuf Has Hacib’e göre memleket tutmak için çok asker ve ordu gereklidir. Askeri beslemek için çok mal ve servete muhtaç olunur. Bu malı elde etmek için de halkın zengin olması gerekir. Zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır.
Katip Çelebi ve Koçi Bey gibi düşünürler de benzer görüşleri belirtmişlerdir.
Yusuf Has Hacib, bey olmak iyi olabilir ama daha iyi olan kanundur ve onu iyi tatbik etmektedir der. Yani ta o zamandan insanlar konuya bildiklerinde kanunun iyi tatbik edilmesini de Hükümdar’ın nitelikleri kadar önemsemiş, felsefesinde yazmıştır.
Yusuf halkı üçe ayırır zengin, orta halli ve fakir. Öğüdü de, Hükümdar her şeyden önce fukarayı gözetmelidir. Bunu da her şeyden önce fukarayı gözetmelidir. Zenginin yükü orta halliye yüklenmemeli yoksa fakirleşirler. Öyle olmalı ki fakirler orta halli, orta halliler zengin olmalıdır der.
Bir kitap da “Siyasetname’’ dir. Melihşah’ın yazdırdığı bir yönetim birim kitabının Nizam ül mülk!
“Devlet yönetimi küfürle devam eder ama zulümde etmez’’ der. Çünkü adalet olmazsa Mezalim olur ve halk izin vermez.
Kısacası 1. Memuriyette, ilimiye sınıfında ve ordanda işe alınma ve terfilerdeki likayat sisteminin bozulması,
- Rüşvet ve yolsuzluklar,
- Vergilerin iyi toplanmaması,
- Askeri teşkilatın bozulması, asker sayısının çokluğu ve buna bağlı kamu harcamalarının artması,
- Yönetim halk ilişkilerinde adalet ilkesinin zarar görmesi, halka karşı yapılan türlü zulüm ve baskılar,
- Devlet otoritesinin zayıflaması
- Tımar ve zeamet sisteminin bozulması,
- Padişahların divan Toplantılarına katılmaması ve bu nedenle memleket işlerine yeterince vakıf olmamaları,
- Yönetimde ısraf ve lükse düşkünlük olarak toplanmıştır,
Devletin parası olan gümüş sikkelerin değerinin düşmesi bize elimizde paranın pul olmasını anlatır. İstersek Orta Asya uygarlıklarının ünlü bilginlerinin yazdıkları raporları değerlendirilip çareleri bunun içinde bulabiliriz.
Adalet nedir, diye dertlenecek Türk filozoflar da çok önemsemiş ve yazıp çizmişlerdir.
Bizimkiler bizi Rumcu, yeterince milliyetçi olmamakla suçladılar ama bakalım günümüzün para değerini pul edenler biz miyiz? Adalet ilkesinin zaafının ve sairenin müsebbibi kimler! Güya bunların illetleri için çalışanlar, Ama Adalet bozulunca devletin çöktüğünü görüp buraları bırakıp kaçanların çocukları derslerini almadılar.
KKTC buradaki öğütleri karşılar mı?
Demokrasi işlerse devletin hukuku halkın parasının görevini bihakkın yapan görevlilere ödenmesini sağladığı gibi emeğini de zaman+iş standartlarına göre ölçüp ödemeyi acil bir şekilde saptayarak ve amirlere çağdaş devletin istediği kadar düzenli ve tam rapor edecektir. Devlet çarkı hukuk çerçevesinde tam işlemeli ve halk işlemesinin izlerini görmelidir.
Yasa amirlerin idarelerindeki memur ve işçilere, yılbaşında yapacaklarının programını hazırlamalı, sunmalı ve an be an yaptıkları görevleri (işleri) kayda alıp ne kadar başarılı olduklarını ölçüp onlara not vermelidir der.
Örneğin bu yılbaşı amirler memurları için görev taksimi yaptırıp ne kadarını Ocak sonuna kadar uygulamışlardır? Amirler bunun yapıldığını denetlemişler midir?
Denetimlerindeki memurların başarı göstergelerine göre ödüllendirilme hakları varsa ödenmiş midir? Yoksa sicillerine başarılılık derecesi yazılıp ona göre taltif ve terfileri kaydedilmiş midir?
Yoksa kimse aramamış sormamış ve görev ihmali diye bir kusur saptanmamış mıdır?
Bunlar yasa gereği ise anayasa emriyse yaptırmayan seçilmişler halka duyurulmuş mudur?
Sayıştay ve Danıştay bu konuda yapacak bir iş bulmuş ve uyarınca bir eylem yapmış mıdır?
Bu yazıdaki uyarılar Meclis’te yansıma yapmakta mıdır? Halk uyarılmış mıdır?
Kamuoyunda yansıma çoktan, şikayetçiler ama seçmen kesiminde halkın yeterli tepkisi izlenmekte midir?
Siyasi partiler sahip çıkıyor mu? İktidar (!) partisine hesap sormaya engel yıllık hükümet programlarını yapmakta olan Türkiyeli “Kalkınmaz ve Ekonomik İşbirliği (KEİ) görevli gibi görünüp sorunlarına sahip çıkmayan Kıbrıslı seçilmişler Yıllık Program’ları yapanlar denetlenir mi demişlerdir?
Evet, Kıbrıslı siyasetin seçimlerine bile müdahale etmişler ve hükümet kurulmasına bile halktan oy alanların değil kendi tercihlerini dayatmışlar, hatta Anayasa’nın ihlalinden bile çekinmemişler ve örneğin Yeni Kıbrıs Partisi’nin hükümet kurmasına engel olmuşlardır.
Bombalı tuzaklar, parti kurşunlamalar ve kundaklamalar yapılmış, Türkiye’den Özel Harp Dairesi aracılığı ile türlü programlar uygulanmıştır. Dahası da sıradadır.
Ne olursa olsun, neden diye ne gösterilirse gösterilsin Ünlü Türk (Orta Asya) bilginleri bize adalet mülkün Temelidir der. “Adalet’’ in kapsamı da hukukun üstünlüğünün egemen olması yani yasal nizamın devlet gücüyle uygulanması ve Meclis’te Anayasa’ya aykırı hiçbir şey yapılmaması ve yapılması halinde hemen yargı yolu açılıp düzeltilmesi gerekir. Halkın düşüncesi oyunun gereği kadar olur ve işlerin düzeltilmesine baskı yapar.
Ne yazık ki en basit ve açık şekilde Meclis’te aritmetik (sayısal) oyunlarla çoğunluk oyunun aldığını değil umursamadığını gösteren oylamalar hukuk devletinin işe yaramadığını göstermektedir.
Ülkemize yurttaşlık alarak oy kullanma hakkıyla hemen seçimlere katılan yabancılar da demokrasiyi başka etkilere açmıştır.
Sonuçta Kıbrıslı yurttaşlar bütçe ve program dahil basın ve söz özgürlüğü hakeza tehdit altındadır.
Bu koşullar altında Kıbrıslı reşit kişilerin ülke karakterinden ve başarısından ve parasını denetleyip değerini doğal ve anlaşılabilir derecenin altında tutma görevinin denetlenmesini halkımız yapamamaktadır.
Bu da Nizam-ül Mülk’te bile açıkça kınanmış bir laçkalığı anlatmaktadır. Anlaşılıyor ki hayırlı bir iş yapmak için tarihimiz yetkilidir ama Türkler tarihlerini hatırlasınlar.