Peşinen belirtteyim: ben deprem uzmanı deyilim. Benden depremler üzerine rakamsal ve geniş akademik bilgi de veremeyeceğimi herhalde anlıyorsunuz. Ancak, yaşananları inceleyen, direk hayatımıza giren uygulamalarla ve sentez yapma tekniğime de güvenerek, insani ve siyasi bakımından konuya ağırlık vermem gerektiğini de bilerek yazıyorum. Klasik anlatı veya istenileni söyleyerek önemsenmeği de hiç dikate almadığımı da ödediğim bedelerle de kanıtladım. Birçok yaşanan deprem sürecini yaşayarak ve izleyerek de birikimlerin oluşması, bilinen klasik anlatı dışında da dokunuş yapma durumunu da bana kazandırdı. Ayrıca, hiçbir kişiye bağımlı veya çıkarcılık deyerlendirmem de olmadığı için, birikimimle kısa makalelerde kendime has kuralımla yazdığımı da itiraf etmek pek de yanlış olmayacak.
***
İki gündür depremi konuşuyoruz. Bize sunulan bilgilerle veya yapılan algı operasyonlarıyla olayı anlamaya uğraşıuyoruz. İçinde ölüm ve acı olması nedeniyle deyerlendirmelerde duygusalık her an açığa çıkması da gayet normaldir. Fakat, olahyı ayni zamanda da poletik ve siyasal rant kuralının da oluşu, tarafcılık ve bilginin birbirine karıştığı da kesin. Türkiye olması, orada ülkemizin birçok insanının da şu veya bu şekilde oluşu, direk deprem bölgesindeki yıkımın altında kalanların da varlığı istemesek de daha fazla bir ilgi ve tedirginlikte oluşturdu. Üstelik bilgisizlik ve arada gelen bazı resmen beceriksizlik ve yetersizlik haberleri, korkuyu ateşmekte önemli rol almasına koşul yaratmaktadır. Ama, olay Türkiyede oldu. Türkiyede deprem gelince de en yakın tarihte dahi olanlar hemen canlandı. Boşuna dyeil bazı yazarlar “eğer Elazı depreminden ders alınsaydı, şimdiki Maraş ve adiyaman depremindeki yıkım yaşanmazdı, veya geçmiş depremlerdeki dersler ve uyarılar önemsenseydi ve yasadışılıklarla rant aşkı sürmeseydi, sonuç böyle olmayacaktı” sözleri epey yankı buluyor. Hele de eski vekilin kısa zaman önce ısrarla Maraşı işaret etmesine rağmen dikate alınmaması ve başta yapılaşmalardaki sahtekarlıklar sürdüğü sonucu böylesi sonuç göstere göstere geldi. Eklemeden olmaz, konuyla uyarı yapan eski TMMOB başkanı Mücelanın da hapiste olduğunu eklemek gerekir.
İlginç olan, eğer deprem olmasaydı gündeme gelecek konunun da imar afı olduğudur. Seçim dönemi oy avcılığında birçok yasadışılığın yasalaştırma dönemi yeniden gelip çatıyordu. İmar afı denilince de yıkılan kocaman binaların veya Hatay Hava alanı gibi göstergeler herşeyi anlatmaya yetip artıyor. Tüm olumsuzluklar ve yanlışlar, doğaya karşı girişilen imhalar gelip biriken enerjiyle deprem olarak patladı. Bedelini ise olaydan hiçbir suçu olmayan, rant kazanmayan yurtaşa çıkarıldı. Bir farkla ayni bedel ödeyen yurtaş bunlara karşı direnmedi. Oy verdi ve tüm yıkımları tanrılaştırıp nerede ise “bedel ödediğini” inanan insanlar dahi oluştu.
***
Bir önemli eksikliği de giderelim: deprem sadece Türkiyede yıkım ve ölüm yaratmadı: Suriyede de felaket oluşturdu. Dünyanın çoğu ajansı Türkiye ve Suriyedeki deprem diye haberleştirdi. Suriyenin Türkiyeden daha da kötü koşulları var. Uzun yıllardır batı emperyalist kesimler Suriyeye anbargo uyguluyor. Son Esatı devirme operasyonunda Sezar anbargoları ile nerede ise Suriyeye kuş uçurtmama tutumu gerçekleştirildi. Nitekim Pandemi döneminde dahi Suriye devletinin denetimindeki bölgelere ilaç sokulmaması dahi gerçekleştirildi. Ülkede öylesine sert anbartolar uygulandı ki hastalıklar epey yaygın. Önemli ekonomik bölgeleri ise Türkiye ile ABD denetiminde. Bu yüzden Suriyeyi vuran deprem türkiyenin aksine uluslararası desteğe de pek tanık olmuyor. Buda emperyalist dünyanın gerçeği.
****
Türkiyede eni bir deprem daha gerçekleşti. Bile bile ve göstere göstere geldi. Yıkıma davetiye çıkarıp ölümleri yükselten uygulamalar da direk herkesin bildiği şekilde yapıldı. Eski depremlerden alınması gereken dersler deyil, sanki hiçbirşey olmamış gibi devam. Ama şimdi yıkılan binaların altında kalan onbinlerce insan var. Kimisi acılarla kimisi de direnerek hayat da kalmaya uğraşıyor. Gecenin zifiri karanlığında çaresizce yağan yağmurun da ıslaklığı ile umutsuzca hayat bekliyor. Çocuklar ne olduğunu anlamadan, acılarla hışkırıyor. Ama net olan koordinasyon dahi net gerçekleştirilemedi. Resmi ekranlar kurtarılan çocuk veya Erdoğanın gürleyen sesiyle başarı sıralarken, öteki kesim uğramayan kurtarma ekiplerinden tutun çaresizlikle ölümlerde burukluk duyarak konuşuyor. Ama zaman geçince unutulacak. Yeniden muhteşem eserler denilecek. Hatay Hava alanı veya hastahane çöküşleri unutulacak. Denitimlerin nasıl kaldırılma olayı yasalaştırılacak. Kaçak yapılara imar afıyla oy avcılıkları devam denilecek. Muhteşem yolların nasıl savrulduğunu akılar kolayca kaybetdecek.
Bir uyarı da bizlere, fırsat bu fırsat denip, hele de Türkiyede taşların altında olan insanlarımız merakı da tedirginlikle sürdüğü anda, çaktırmadan bazı anlaşmalar yapılması muhtemeldir. Kimi yasalıklar da yasalaşması olanaklıdır. Unutmayın hava yolunda içeleşme veya bazı inşaatların denetimden kaçırılma girişimleri zaten başladı. Onun için deprem acılarıyla dertlenirken, fırsatçıların da olduğunu unutmayalım. Yarın konu biraz gündemden düşerken, karşımıza “buda ne zaman oldu” yeni korkularla karşılaşmamak adına uyanık olmalıyız.