Her ölüm mutlaka acılar bırakır, boşluklar yaratır. İnsanın ölümü, ölüm yaşına, ölüm şekline göre bu acıyı artırır. Deprem ölümleri uy acıların en büyüğünü yaşatır. Yaş tanımaz, can kayıpları çok olur.
Türkiye’de büyüklük sıralamasında ilk üç deprem 1939 Erzincan depremi, 1999 Düzce Depremi ve şimdi de Kahramanmaraş depremi.
İnsanoğlu tehlikelere karşı önlem almayı ve hayatta kalmayı ister. Bilim, doğa olayları karşısında hâlâ güçsüzdür. Yıldırım için paratoneri bulmuş fakat depremi önleyecek bir buluş ne yazık ki şimdilik yok.
Doğanın yaratığı tehlikeleri önceden önleyemiyorsanız diğer bir seçenek de bundan en az seviyede etkilenecek tedbirler almanızdır.
Jeologların deprem konusunda şöyle bir sloganı vardır:” Deprem öldürmez, depreme dayanıksız binalar öldürür.”
Yerkabuğunun binlerce metre altındaki hareket yeryüzünde sarsıntı olarak hissedilir. Bu nedenle korunma yolu olarak il akla gelen bu sarsıntıya dayanıklı barınaklar yapmaktır.
Depremde büyük bedeller ödeyen Japonya, bilimi kullanarak depreme dayanıklı yaşam evleri yapmayı başarmışlar. Bilimsel hesaplamalar sayesinde yıkılan evlerin dayanıklılığı artırılmış ve yıkılma tehlikesi en alt seviyelere çekilmiştir. Buna rağmen depremin yaratığı tsunamiye karşı önlem almak şu sıralarda pek mümkün değil. Yapılan sadece erken uyarı yoluyla insanların ölmesini engellemeye çalışmaktır.
Türkiye deprem kuşağında olan bir ülke. Deprem haritalarında fay hatları tespit edilmiş. Geçmişte olan depremler de incelendiğinde bundan büyük dersler almak ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde depremin yarattığı can kayıplarını en alt seviyeye düşürülmesi beklenir.
Türkiye’de olan her deprem felaketinden sonra yapılanlar tıpkı karbon kağıdı ile kopya edilen şekiller gibidir. İlk yapılan açıklama can kaybının yüksek olmamasını ümit etmektir. Can kayıpları arttıkça kurtarma ekiplerinin bölgelere sevk edildiği açıklamaları gelir. Ardından Kızılay yardım çağrısı yapar depremzedeler için kurulan çadır sayılarını açıklarlar. Devlet İBAN numarası vererek para toplamaya çalışır.
Devletin başında olanlar da hep aynı açıklamalarını yaparlar:” Devletimiz en kısa zamanda yaraları saracaktır. Ölenlere rahmet, yaralılara başsağlığı ve kalanlara da sabır dileriz” derler. “Böyle günlerde birlik olmamız gerekir” demerler
Maden kazalarına “fıtrat” diyen bu kaderci zihniyet elbette ki depremi de “Allahın takdiri” olarak açıklayacaklardır. Hatta bazıları, bu felaketin namaz kılmamaya Allah’ın verdiği cezası diyecektir.
Birkaç gün sonra yine geçmiş depremlerde olduğu gibi deprem konusunda farkındalık yaratmak için tv kanalları bilim adamlarını televizyonlara çıkaracaklar. Alınması gereken önlemler anlatılacak.
Deprem sigorta fonunda biriken paraların ne olduğu da belki sorulacak. İstanbul gibi deprem bölgesi olan bölgede deprem toplanma alanlarına niçin inşaat yapıldığı da elbette sorulmalı. Yapılan İnşaatların depreme dayanıklılık onayı olup olmadığı da sorgulanacak.
En çok bir ay sonra unutulup gidecek. Deprem öldürmez ancak devletin denetimsizliği ve üzerine düşeni yapmaması, bilim yerine kaderci anlayışı öne çıkarması aynı can kayıplarının yaşanmasına sebep olacak.
Deprem kader değildir. Depremde ölmek en başta devletin çaresizliği ve acizliğidir.