Söz ve yazının yerine, görme eyleminin iktidarı güçlenmeye devam etmektedir. Görme ve görünür olma isteği/itkisiyle imajlar yığınında ve koca bir karmaşada yaşamaya devam ediyoruz. Özellikle görme duyusunun hegemonyasıyla bedenlerimiz hedef haline dönüşmüştür.
Küreselleşme öncesi, insan bedenine bakılarak etnik köken ve milliyet hakkında tahmin yürütebilir, giysilere bakarak tespitlerde bulunabilirdik. Giysiler, ait olunan kültüre ve inanca göre her coğrafyada iklime bağlı olarak farklılık göstermekteydi. Giysiler, günümüzdeki gibi birbirini taklit edip benzeşmiyordu.
Modernleşme ve kapitalist üretimin küreselleşmesiyle, bedenlerimiz ve yaşam biçimlerimiz modaya teslim edildi. Neredeyse, nabız atışımız bile modaya ayarlı duruma getirildi. Günün tüketim kültürüne uygun olanı moda, onun dışındaki yahut muhalifi demode ilan edildi.
Modanın, sadece giyimle kısıtlı olmadığını, kullandığımız nesnelerle de ilişkili olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Moda; otomobilimizin, bilgisayarımızın, telefonumuzun, takılarımızın, giysilerimizin markasını veya “takıldığımız” kafeleri, restoranları belirlemektedir. Çünkü moda, her şeyden önce birilerini ve bir şeyleri taklit etmektir. Taklit edişten ötürü de sosyal eşitleme biçimi olarak da açıklanabilir. Bazen ise bunun tam tersi bir durumla karşılaşılabiliriz. Taklitle aynılaşanlar birleşip, “ötekiler” dışarıda kalabilir.
Moda ile birlikte büyük bir kültürel değişim kaçınılmazdır. Örneğin kullandığımız dil, fotoğraflardaki duruş ve ifadelerimiz bile tesir altındadır. Fotoğraflardaki duruş ve gülümsemelerimiz 3G’nin icadı ve modanın etkisiyle farklılaşmıştır. Gülümseyen yüzler yerinde “kırışık savar” şaşkın ve ifadesiz bakışlı yüzler vardır. Dik ve naif duruşların yerini yan durarak ince beliyle popo sıkan veya bir şey içiyormuşçasına kol kası şişiren, birbirinin kopyası tiplemeler almıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi moda takipçileri, birbirini taklit eder durumdadır.
Beden- moda ilişkisi, sermayeye kazanç sağlamak için bedeni, ifşa edilecek bir vitrine dönüştürmüştür. Moda, mutluluk vaadiyle insanları ihtiyaç dışı satın almaya yönlendirmiştir. Hatta ileri giderek cerrahi veya kozmetik operasyonlara erişim kolaylaştırılmıştır. İmajı her şeye bedel olarak yaşayan bugünün insanları sağlığını, hayatını tehlikeye atmayı göze almaktadır. Çünkü moda, derin bir baskı karakterine sahiptir. Sonucu ya toplumsal başarı ya da dışlanmadır.
Moda takipçileri, gün boyu rahatsız etse dahi yüksek ökçeler, dar kıyafetler giymektedir. Sonucunun ölüm olabileceğini bilse dahi bıçak altına yatmaktadır. Maalesef ki moda uğruna sağlığından, yaşamından feragat ettiklerini kendilerine izah edecek “gönüllü doktora” rastlamak da güçtür. 2017 yılında karın estetiği ameliyatında hayatını kaybeden 38 yaşındaki Anıl Aktunçlar’ı unutmamak gerekir. Kuzey Kıbrıs’ta birçok uzman doktor fonksiyonel sıkıntı olmaksızın “güzelleştirmek” amacıyla müdahale gerçekleştirmektedir.
Sosyolog Georg Simmel, süslenme ve modanın bireylerde radyoaktivite etkisi yarattığını ifade etmiştir. Atom çekirdeğinin parçalanması sonucu enerji üretilmesi gibi moda takipçileri de kendinden olan ışımaları topluma yayarak enerji üretmeye çabalamaktır. Bu çaba ve çalışma süreklidir. Çünkü moda geçicilik üzerine kurgulanmıştır. Sürekli yenilenmektedir. Bedenler, moda dünyası tarafından yine yeniden üretilmekte, bu yine yeniden üretim ise erkekleri de boşlamayarak hepimizi nesneleştirmektedir. Buradan da anlaşılacağı gibi moda, çoğunlukla kişinin kendisi için değil, başkaları için giriştiği bir performanstır. Zira teşhir toplumunda insan; görmek, görünmek ve göstermek ister. Moda, gerçeklikten ve kişinin kendisinden uzaklaştığı bir kur-gu-dur!
Joseph Cornell’in 1931 tarihinde yaptığı ve dönemin dergilerinden birinde yayımlanan çizimi dikkat çekicidir. Bu çizimde kadın sadece dikiş makinesini kullanan olarak değil, dikiş makinesi tarafından üretilen bir nesne olarak resmedilmiştir. Bir tarafta dikiş makinesinde kadın emeği sembolize edilirken, diğer tarafta bu makineden çıkan kıyafetin, yani genel olarak modanın kadını ürettiği vurgulanmaktadır.