yazılarKıbrıs iktibasKim Kıbrıs sorununu çözmek istiyor ki? - Dionysis Dionysiou
yazarın tüm yazıları:

Kim Kıbrıs sorununu çözmek istiyor ki? – Dionysis Dionysiou

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

BMGS’nin [BM Genel Sekreteri] Kıbrıs özel temsilcisi Colin Stewart’ın şu anda “Kıbrıs sorununda bir siyasi çıkmaz var. Tarafların pozisyonları gerçekten birbirinden çok uzak” değerlendirmesine katılmamak mümkün değil. Geçtiğimiz perşembe günü Kıbrıs Forum’unda ‘Kapsayıcılık: Çeşitliliğin gücünü serbest bırakmak’ konulu bir konuşma yapan Stewart, karamsarlığını gizlemeden “bırakın masaya dönmenin koşullarını, taraflar çözüm görüşmelerinin ne hakkında olacağı konusunda bile anlaşamıyorlar” dedi.

Uzlaşılmayan konular

Crans Montana’daki akşam yemeğine kadar, iki taraf, BM Genel Sekretere göre, Kıbrıs sorununu çözümün eşiğine getiren Guterres Çerçevesini görüşüyordu. İki tarafın bir çözüme varmayı başaramaması/ bu konudaki isteksizliği, K/T tarafının çözüm zemininde değişiklik yapmayı deneme kararı almasına neden oldu. Türk tarafı artık federal bir çözümü değil, iki devletin tanınmasına kadar gidebilecek, K/T’lerin egemen eşitliğini konuşuyor. Tabii bunun ötesinde somut hiçbir şey söylenmiyor. Hatta BM bile Türkiye’nin gerçek niyetlerinden haberdar değil. Kıbrıs’ın tamamı Avrupa Birliği’nin parçası. Eğer Kıbrıslı Türkler bağımsız bir devletin ilanı konusunda ilerlemeye karar verirlerse, AB ile ilişkileri ne şekilde olacak? Diğer taraftan, iki devletli bir çözüm arayışı içerisindeyseler, Türkiye sahte-devletin üçüncü ülkeler tarafından tanınması için neden bir kampanya başlatmıyor? Bazılarına göre, zaman lehine işlediği için Türkiye sorunu çözme konusunda acele etmiyor.

Bugün, Türkiye’nin ve Sayın Tatar’ın tutumlarını değiştirmelerinin ardından, ve Anastasiadis’in sözünden caymasına rağmen, K/R tarafı riske girmiyor ve federal bir çözüme destek belirtiyor. Hatta, görüşmelere, Crans Montana’da kalınan yerden devam etme çağrısında bulunuyor. Tabii ki Sayın Anastasiadis’in BM ve AB nezdinde Kıbrıs meselesindeki güvenilirliği sıfırlanmış durumda. Diplomatik bir yabancı kaynağa göre, Cumhurbaşkanı Anastasiadis, “BM’nin AB desteğiyle 2015’ten beridir Kıbrıs sorununun çözümü için ortaya koyduğu olağan üstü çabanın değerini bilmemiş ve Türkiye’nin köşeye sıkıştırılarak, 1960 garanti antlaşmasının ortadan kaldırılmasını bile konuşmaya başladığı süreci sonuna kadar götürmemiş.” Kıbrıs’ta artık herkesin bildiği gibi, 2018 yılında tekrardan seçilen Anastasiadis, kişisel ve ailevi çıkarlarını ülkenin çıkarının önünde tutmuştur.

Seçimler

Herkes seçimlerin Kıbrıs sorunuyla ilgili tartışmaları daha da zorlaştırdığının farkında. Kıbrıs çoktan Şubat 2023 seçim sürecine girdi, Yunanistan’da ise 2023 yılının baharında seçim var ve tabii ki, Türkiye’de önümüzdeki Mayıs ayında gerçekleşecek seçimler için uzun vadeli bir seçim kampanyasının içerisine girdi.

2001’den beridir partisinin oylarının ilk kez düştüğünü ve yeniden seçilme şansının gitgide azaldığını gören Tayyip Erdoğan şu anda, kelimenin tam anlamıyla, [siyasi] iklimin fitilini ateşlemiş durumda. Başkaları da, tabii ki, Erdoğan’ın bu tavrından faydalanıyor. Türkiye cumhurbaşkanının Yunanistan ve Kıbrıs’ı hedef alan milliyetçi söylemlere başvurarak gerginliği tırmandırma kararı, ekonomik kriz nedeniyle kendisine olan azalan desteğin bir bölümünü muhafaza edebildiğini gösteriyor. Görülen o ki, Bahçeli’nin milliyetçi tayfası Erdoğan’ın bir gece ansızın Yunanistan’a saldıracağını, yeni topraklar işgal edeceğini ve Lozan anlaşmasını keyfi bir şekilde uygulayacağını söylediği sürece yanında olmaya devam edecek.

Diğer taraftan, kuşkusuz yükselen gerginlik, her gün Türk siyasi ve askeri yetkililerine cevap veren ve Yunanistan’ın özgürlüğünü savunmak için topyekûn savaşa gitmeye hazır olduğunu açıklayan Kyriakos Mitsotakis’in de işine geliyor. Böylece Yunan halkının dikkatinin ekonomik sorunlardan ve daha da önemlisi, Başbakanı ve Yeni Demokrasi’yi alaşağı edecek potansiyele sahip olan büyük dinleme skandalından başka tarafa çekilmesini sağlıyor.

Artan gerginlik ve Kıbrıs sorunundaki çıkmaz aynı zamanda görev süresinin sonuna kadar herhangi bir müzakere sürecine katılma konusunda isteksiz olan Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in de işine geliyor. Bütün bu oyun işine gelmekte – örneğin Cumhurbaşkanı ara sıra, BM Genel Kurulunda yaptığı gibi, meydan okumalara karşılık vererek – en azından bazı insanlara kendisini ve yönetimini batıran bazı mali skandalları unutturur.

Sonuç olarak, yapılan propaganda, kamuoyu yoklamalarından güç kaybettiği görülen Tayyip Erdoğan’a yarar. Korku iklimi ve vatansever refleks gösterileri ise Atina’da kendini ulusal bir lider ve üst düzey bir devlet adamı olarak göstermeye çalışan Kyriakos Mitsotakis’in işine gelir. Bir de Ankara’nın söylemlerini kullanarak Kıbrıs sorunundaki başarısızlığının sorumluluğunu başka yöne çevirmeye çalışan Lefkoşa’daki Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in kesinlikle işine gelir. Tüm bu kişilerin sergilediği sorumsuz taktikler belki de tüm bölgeyi etkileyecek trajik bir kazaya da neden olabilir.

Sorulması gereken soru

Bizler tabii ki bir soruyla karşı karşıyayız: Tüm tarafların uyguladığı tansiyonu yüksek tutma taktiği bu kadar aşikarken, seçimlere kadar sürdürülmesi planlanan bu siyasi oyunun kontrolden çıkarak, bir tür çatışmaya dönüşme olasılığı var mı? Kimsenin bu ihtimali tamamen reddetmediği doğru mu? En azından herkes bir konuda hem fikir. O da Atina-Ankara-Lefkoşa üçgeninde zayıf halkanın Kıbrıs olduğudur. Her zamanki gibi, son yıllarda bedeli Kıbrıs ödüyor.

Her hâlükârda, sonuç ne olursa olsun müttefiki Rusya’nın uyguladığı politikaya rağmen Erdoğan’ın durumu sağlam. Putin’in ilk önce Kırım’ı ilhak etmesi, ardından da, iki gün önce, Donbas’ı bir referandum sonrası ilhak etmesi Ankara için her zaman iyi bir ölçüttür. Tabii ki nihayetinde Kıbrıs’ın kuzeyini ilhak etmek işine gelmezse, elinde Kıbrıs MEB’i ve yeşil hat gibi, her zaman bir kriz yaratılabilecek ve tansiyonun yükseltilebileceği alanlar var.

Kaybedilenler

Colin Stewart’ın görüşmelerin başlama olasılığından daha çok, adada taraflar arasında karşılıklı kabul edilebilir bir formülün bulunup bulunamayacağı konusunun asıl sorun olduğuna dair yaptığı değerlendirme de çok doğru bir tespit. 2017 yılında Crans Montana’daki müzakerelerin derin başarısızlığının ardından yeniden birleşme olasılığının yok olup gittiği ve “varlığını daha fazla da sürdürmeyeceği” doğrudur.

İki toplumu bugün bir arada tutan şey, ara bölgenin iki tarafında faydalandıkları avantajlardır. K/R’lar toplu bir halde, K/T’ler ile ilişki kurmak veya iş birliği yapmak için değil, araçları için daha ucuz yakıt almak ve uygun fiyata market alışverişi yapmak için kuzeye geçiyorlar. K/T’ler ise güneydeki iş fırsatlarından ve Kuzey’de harcadıkları zaman ayrıcalıklı bir hayat sürmelerine izin veren yüksek maaşlardan dolayı Güney’e geçiyorlar.

Aynı zamanda, tabii ki, bir de olağan şüpheliler de var. Kitlelerin zihniyetini değiştirmeye çalışan ancak bugüne kadar somut bir başarı elde edememiş K/R ve K/T barış destekçileri ve dostları. Bunlar yeniden birleşmeyi destekleyenler için zor günler ve [Andreas] Soudjis’in olayı bunun yeterli bir göstergesi. Bir de gerçekten ülkemizin iki toplum arasında köprüler ve iletişim kurulmasını sağlayan ama daha da önemlisi karşılıklı saygı inşa eden, en bilineni kültürel mirasın restorasyonu alanındaki sorunları çözmek için çalışan, teknik komiteler var.

Neler yapılabilir?

Erdoğan, Tatar ve Anastasiadis’in standartlarında siyasiler var olduğu sürece ve Kıbrıs ile Türkiye’de seçimler tamamlanana kadar, ciddi müzakerelerin yeniden başlamasının milyonda bir bile şansı olmadığı aşikardır.

Geniş bölgedeki jeopolitik durumun müsaade etmesi halinde, Türkiye seçimler sonrasında müzakere masasına geri dönebilir. Yakın zamanda bitmesi beklenilmeyen Ukrayna krizi, Türkiye’yi zaman içerisinde bir taraf seçmeye zorlayacaktır. Orta vadede herkesi idare etme senaryosu git gide zorlaşıyor. Eğer [Türkiye] Batı Kampında kalmak, gaz kaynaklarının yönetiminde yer almak ve Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’da bölgesel ekonomik bir rol oynamak istiyorsa, Yunanistan, Kıbrıs, İsrail, Suriye ve Mısır’la ilişkilerini önemli ölçüde normalleştirmesi gerekecektir.

Eğer Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin yanında durmaya karar verirse, o zaman sorun çözme odaklı değil sınırsız çatışmalara neden olacak power politics [güç siyasetinin] mantığını tercih etmiş olacak.

Bazıları Batının daha çok tercih edileceğini düşünmekte. Örneğin Erdoğan iktidardan giderse ve yerine Batı odaklı Kemalistler iktidara gelirse. Kıbrıs için ise, tabii ki, işler her zaman zor olacak.

Kıbrıs’ta, Averof Neofitu veya Andreas Mavroyannis cumhurbaşkanı seçilirse ve federal çözüm yeniden masaya getirilirse, seçim sonrası müzakerelerin yeniden başlama ihtimali var. Nikos Hristodulidis’in seçilmesi durumunda ise, işler daha da zorlaşacaktır, zira seçilmesi iki-bölgeli, iki-toplumlu federasyon karşıtı DİKO, EDEK ve diğer milliyetçi grupların ve aktörlerin desteği sayesinde olacaktır. Hristodulidis halka ne söylerse söylesin, milliyetçi iki partinin oylarını alabilmek için, yeniden başlaması halinde müzakerelerin ‘sıfır garanti, sıfır asker’ mantığı ve zemini üzerinde gerçekleşeceğinin sözünü şimdiden verdi. Böyle bir pozisyon varken, K/T tarafı üzerinde federal bir çözüm mantığına geri dönmesi için baskı kurmak kolay olmayacak.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin