İzmir bir Türkçe kaynağın “Vilâyat-ı Osmaniye’nin en mamur, en zengin ve en kalabalık kısmı…” diye tanımladığı Aydın Vilayeti’nin merkez sancağı ve yönetim merkeziydi. Aydın, Saruhan (Manisa) ve Denizli sancaklarının da bağlı olduğu bu vilayet, güneybatı kanadı kışlayı hümayun (Sarıkışla) tarafından sınırlanmış meydanın doğu kısmında, denizi karşıdan görecek şekilde inşa edilmiş bir konaktan yönetilmekteydi.
İtilaf Devletleri’nin Osmanlı ülkesini paylaşmak amacıyla savaş sırasında imza ettikleri gizli anlaşmalardan olan St. Jean de Maurienne Antlaşması ile daha önce İtalya’ya vaat edilmiş Anadolu topraklarına, Aydın Vilayeti de eklenmişti. Gizli anlaşmaların içeriği, Bolşevikler sayesinde, daha savaş bitmeden açığa vurulunca, İttihat ve Terakki’nin İzmir’deki sorumlu sekreteri Celal Bey’in (Bayar) söylediği gibi “Hadiseleri takip edebilecek seviyede olanlar… harp kaybedildiği takdirde Osmanlı Devleti’nin parçalanacağını biliyorlardı”. ABD Başkanı W. Wilson’un 8 Ocak 1918 günü Kongre’de, “dünyadaki barışın programı” olacağını (!) söylediği prensiplerden “Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk kısmına hükümranlık sağlanmalıdır…” diye başlayan 12’ncisi, savaştan mağlup çıkan Türklerin, gizli anlaşmaların yaşama geçirileceğine ilişkin kaygılarını giderememişti.
Barış Konferansından çıkan işgal izni
Osmanlı Devleti’nin de aralarında bulunduğu İttifak Devletleri’ne imzalatılacak barış anlaşmalarını hazırlamak üzere 18 Ocak 1919’da açılan Paris Barış Konferansı 6 Mayıs’ta, Yunanistan’a İzmir’e asker çıkarma izni vermişti. İtalya ile müttefikleri arasındaki çatlağı derinleştiren bu haksız ve hukuksuz karar, 30 Ekim 1918’de Mondros’ta imza edilen mütareke mukavelesinin “Müttefikler emniyetlerini tehdit edecek durum olduğunda, herhangi bir noktayı işgal hakkına sahip olacaklardır” diyen yedinci maddesine dayandırılacaktı. Yunan Başbakanı Venizelos Paris Barış Konferansı’nın 3 ve 4 Şubat tarihli oturumlarında söz alarak, Batı Anadolu’da (Denizli Sancağı hariç) Aydın Vilayeti’ni de içine alan 50 bin km2’den büyük bir toprak parçasının Yunanistan’a katılmasını istemişti.
Bu isteğin ardında pek çoğunun sandığı gibi Yunan milliyetçiliği (Megali İdea öğretisi) değil, Yunanistan ve Birinci Dünya Savaşı’nda Yunanistan’ın müttefiki olan İngiltere, Fransa ve ABD’den kaynaklanan siyasi ve ekonomik sebepler vardır. Öncelikle 1917 yılında Yunanistan’ın idari ve düşünsel anlamda ikiye bölünmesiyle (Ethnikos Dihasmos) sonuçlanan Liberal Parti Başkanı Venizelos’un temsilcisi olduğu burjuvazi ile Yunan Kralı Konstantin’in başında bulunduğu aristokrasi arasındaki iktidar kavgasından söz etmek gerekir. İkincisi, 1893 yılında Yunanistan’ın iflas etmesi üzerine, alacaklı devlet temsilcilerinin Atina’da toplanarak tüketim maddelerine tekel koyan ve bazı vergileri bizzat toplayan Uluslararası Ekonomik Denetim Kurumu’nu oluşturmalarıdır. Yunan burjuvazisi, Avrupa sermayesinin Yunanistan’a vurduğu bu ekonomik prangayı ancak kalabalık soydaş nüfusuyla birlikte tarım ve ticarette yetkin, madenler bakımından zengin Anadolu’nun batısını ele geçirmek suretiyle kırabileceğini düşünüyordu. Kısacası, çoktan sıfırı tüketmiş Küçük Yunanistan, ulus devletler çağında Venizelos’un sözüyle “…dört denizle yıkanan ve kendi penceresinden Karadeniz’i seyreden” büyük bir imparatorluk olmak istiyordu (!). Son olarak İngiltere, Fransa ve ABD’nin, güçlü donanmasıyla Akdeniz’de giderek yükselen bir ekonomik aktör haline gelen İtalya’nın önünü kesme arzusunu unutmamak gerekir.
Hasan Tahsin başyazıyla çağrı yaptı
Venizelos’un konferansta yaptığı konuşmadan haberdar olan Türkler, tepki göstermekte gecikmediler. Hasan Tahsin Bey başyazarlığını da yaptığı Hukuk-ı Beşer gazetesinin (İzmir) 19 Şubat 1919 tarihli nüshasında “…Uyan ey Türk oğlu uyan… Uyan sana suikast ediyorlar… Biz ölmedik yaşıyoruz. Henüz damarlarımızda İzmir’imiz, halifemiz, hakanımız, payitahtımız için akıtacak kanlarımız var. Bu memlekete göz diken kuvvetleri yakacak eritecek hararetimiz pek hem de pek çok. Yalnız bunu da unutmasınlar ki, Çanakkale kahramanlarının, mavi beyaz kucağında haçı taşıyan Yunanlılığın canavar hâkimiyeti altında yaşayacak tek hemşiresi, tek bir validesi, ufak bir Türk beşiği yoktur. Ancak evet ancak hilalin al gölgesi altında hakanıyla, payitahtıyla, İzmir’iyle yaşayacak bir Türklük vardır…” diyordu. 30 Ekim 1918’den beri Rum hemşehrilerinin yaptığı taşkınlıklara tanık olan İzmirli Türkler, bir süredir olası bir Yunan işgalini önlemeyi amaçlayan çalışmalar yapmaktaydılar. “Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti” (MHOC) hiç kuşkusuz bu çalışmaların odağında bulunan toplumsal örgüttü.
Küçük bir İngiliz gemisinin İzmir Limanı’na demirlediği 6 Kasım 1918 günü Rumların yapmış olduğu karşılamadan incinen Türklerin kurduğu MHOC’nin amacı, vatan bölgelerinin maddi ve manevi yönlerden ilerlemesi ve yükselmesi olanaklarını sağlamaya çalışmak, memleketin düşünce ve duygularını uygarlık âlemine bildirmek ve ulaştırmak, bu amacın gerçekleşmesine engel olacak her türlü girişime karşı yasal ve bilimsel savunmada bulunmak ve ülkede çoğunluğu oluşturan etnik grupların haklarını bilimsel ve inandırıcı kanıtları ile uygar bakışlara kanıtlamaktı. (Nizamnameyi Esasi/md. 2).
Konferanslar, uluslararası kuruluşlar ve hükümetlere muhtıra ve broşürler göndermek, Avrupa’daki Türk dostu kişileri milli davaya yardıma davet etmek suretiyle tüzüğünde yazılı amacı gerçekleştiren MHOC, “Müdafaa-yi Hukuk” kavramını Türk siyasi terminolojisine katmış ve İzmir’de topladığı bölgesel halk kongresine (17–19 Mart 1919) katılan delegelerin çoğunu, Yunan Ordusu’na silahla karşı konulması düşüncesinde birleştirmeyi başarmıştır. Ayrıca işgalden bir gün önce yer üstüne çıkan Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi de aymazlıkta sınır tanımayan Aydın Valisi İzzet Bey’in “hükümeti devirmek için çalıştığı”, “İttihatçı ve Bolşevik olduğunu” öne sürerek, çalışamaz duruma getirdiği MHOC’nin içinden çıkmıştır.
Silahlı mücadeleden yana olan bu örgütün işgalden önce yaptığı işler son derece önemlidir. Bunlardan ilki 14 Mayıs akşamı Anadolu gazetesi (İzmir) matbaasında bastırılıp lise öğrencilerine davul eşliğinde bağrılarak dağıttırılan bir bildiridir. Türkleri Musevi Mezarlığı’nda (Maşatlık) yapılacak toplantıya davet eden bu bildiride şunlar yazılıydı:
Geri kalma! Hüsran ve düşkünlük fayda vermez
Ey Bedbaht Türk… Wilson prensipleri unvan-ı insaniyetkârânesi (başlığı) altında senin hakkın gasp ve namusun hetkediliyor (yırtılıyor). Buralarda Rumun çok olduğu ve Türklerin Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edeceği söylendi. Ve bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan’a verildi. ŞİMDİ SANA SORUYORUZ?.. RUM SENDEN DAHA MI ÇOKTUR?.. YUNAN HÂKİMİYETİNİ KABULE TARAFTAR MISIN? Artık kendini göster… Tekmil kardeşlerin maşatlıktadır. Oraya yüz binlerle toplan. Ve kahir ekseriyetini orada bütün dünyaya göster. İlan ve ispat et… Burada zengin, fakir, âlim, cahil yok fakat Yunan hâkimiyetini istemeyen bir kitle-yi kahire (ezici kitle) vardır. Bu sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma! Hüsran ve nekbet (düşkünlük) fayda vermez! Binlerle, yüz binlerle Maşatlığa koş. Ve heyet-i milliyenin emrine itaat et.
Yunanistan en seçkin birliğini görevlendirdi
Söz konusu toplantı, İzmir Metropoliti Hrisostomos’un aynı gün bastırıp Rum-Ortodoks Cemaati üyelerine dağıtılmış bir bildirisinde “…Yunan tümenlerinin Küçük Asya sahillerine çıkarması başlamıştır. İzmir’in dıştaki kalesi (Sancakkale) Yunan kıtaları tarafından işgal edilmiştir. Kurtarıcılarımız yarın şehrin işgali için geleceklerdir…” demesi, yolda olduğu öğrenilen Yunan Ordusu’nun karaya çıkmasını önlemek için değil, Türklerin Rumlardan kalabalık olduğunu göstermek içindi. Deniz kıyısına yakın ve yüksekçe bir tepe üzerindeki Yahudi Mezarlığı, liman ve şehrin her yanından rahatlıkla görülebildiği için özellikle seçilmişti. Binlerce Türk’ün katılımıyla gece yarısına doğru başlayan toplantı, hatiplerin ağız birliği edemeyişleri ve topoğrafyanın uygun olmayışından ötürü son derece düzensiz geçmişti. Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi imzalı ikinci bildiri ise Türk halkını açıkça silahlı bir direnişe davet etmekteydi: “İzmir ve havalisi Yunan’a ilhak ediliyor. İşgal başladı. İzmir ve mülhakatı (çevresi) tamamen ayakta ve heyecandadır. İzmir son ve tarihi gününü yaşıyor. Son ümidimiz milletimizin göstereceği karşı koymaya bağlıdır. Miting ve telgraflarla her yere başvurunuz. Ve vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız”.
Maşatlıktaki toplantı devam ederken, İzmir İhtiyat Zabitleri Teavün Cemiyeti (Yedek Subaylar Yardımlaşma Derneği) üyelerinin yönlendirdiği bir grup Türk, polis dairesindeki silah deposunun kapılarını kırıp silah ve mühimmatı almıştı. Kalabalık oradan askeri hapishaneye geçmiş, “ittihatçılık”, “Rumlara saygısızlık” (!) ve “yabancılara karşı gelme” (!) gibi bahanelerle tutuklanmış subayları tahliye etmişti.
İzmir’in işgali için Yunanistan en seçkin birliğini, Birinci Piyade Tümeni’ni (Larissa Tümeni) görevlendirmiştir. Albay Nikolaos Zafirios’un komutasında üç piyade alayıyla iki topçu taburundan oluşan bu tümen, 12 Mayıs günü Eleftheron Limanı’nda (Selanik yakınlarında) demirlemiş nakliye gemilerine binmişti. Aynı limanda İngiliz Kaptan Gover Granvil’in komuta ettiği üç İngiliz ve dört Yunan torpidosundan oluşan bir filotilla da bulunuyordu ki, bu filotillaya nakliye gemilerini İtalyan Donanması ve olası tehditlerden koruma görevi verilmişti. 13 Mayıs sabahı limandan ayrılan gemiler İzmir’deki İngiliz Amirali Calthorpe’dan aldığı emir gereği 14 Mayıs öğle üzeri Midilli Adası’nın Yera Körfezi’ne demirledi. Leon Torpidosu’na binen tümen kurmay heyeti akşama doğru İzmir’e geldi. Averoff ve Iron Duke Zırhlısı’nda yapılan görüşmelerde çıkarmanın ayrıntıları belirlendi.
Yapılan plana göre olası bir Türk direnişini kırmak için İzmir kuşatılacak, 1/38 Evzon Alayı güneybatıdan Karantina-Kadifekale çizgisini; Beşinci Alay kuzeybatıdan Punta (Alsancak)-Kadifekale çizgisini tutarken, Dördüncü Alay Türklerin oturduğu mahalleleri denetim altına alacaktı. Larissa Tümeni 15 Mayıs 1919 sabahı (08.00 sularında) Rumların “yaşasın” (zito) çığlıkları eşliğinde Punta İskelesi’ndeki Avcılar Kulübü’nün önüne çıkarken, bütün geceyi Maşatlıkta geçirip Yunan Donanması’nın körfeze girişini izleyen bazı Türkler, ev veya işleri yerine vilayet konağı önüne giderek, elleri tetikte beklemeye başlamıştı.
Yarbay Stavrianopulos komutasındaki 1/38. Efzon Alayı’nın öncü birliği, beraberinde İzmirli Rumlar olduğu halde 11.00 sularında vardığı vilayet konağı önünde, kim veya kimler tarafından sıkıldığı halen tartışma konusu olan kurşunların hedefi oldu. Türklüğün onurunu kurtaran bu altın kurşunlara, kısa bir paniğin ardından Yunan askerleri karşılık vermişler, hiçbir silahın ateşlenmediği Sarıkışla ve Aydın Vilayet Konağı ile sivillerin kümelendiği Kemeraltı Caddesi girişi ve civardaki kahve ve oteller, yaklaşık bir saat ateş altında tutulmuştu. Daha sonra Yunan askerlerinin onurlarını kırarak teslim aldıkları kolordu mensupları ile vilayet personeli, binlerce Rum’un kızgın bir şekilde bekleştiği sahil yolundan yürütülerek, çıkarmanın yapıldığı yerde demirli Patris Vapuru’nun binek hayvanların taşındığı ambarına hapsedilmişlerdi. İtilaf Devletleri’nin gözü önünde yapılan bu yürüyüş sırasında askerler ve sivillerin süngü, bıçak ve sopalı saldırılarına maruz kalan Türklerden, sadece subay olarak 9 ölü, 21 yaralı verilmiş, 27 kişi de kaybolmuştu. Daha kötü bir tablonun ortaya çıkmasını engelleyen, yürüyüş sırasında birdenbire bastıran şiddetli yağmur olmuştu. İşgalin tanıklarından Yunan gazeteci Mihailidis sadece 15 Mayıs günü 4 bin Türk’ün (sivil ve asker) tutuklandığını yazmaktadır.
Orantısız güç kullanıldı, kayıp sayısı net değil
Sonraki birkaç gün içinde Yunan askerleri ve Rum milislerin Türklere karşı orantısız güç kullandığına kuşku yoktur. Nitekim Paris Barış Konferansı’nca İzmir’in işgali sırasında yaşanan olayları araştırmak üzere görevlendirilen karma komisyonun hazırladığı raporda “İzmir’in işgali sırasında ölen ve yaralananların sayısı kesin olarak bilinmemektedir. Tahminen Yunanlılardan 2 er ölü, 6 yaralı; Türklerden ise 300 veya 400 ölü ve yaralıdır” denmekteydi. Resmi Türk belgelerine göre “İşgalin ilk 48 saati içinde İzmir ve banliyölerinde (Urla Yarımadası ve köyleri dahil) öldürülen Türklerin sayısı 2 binin çok üzerinde” idi.
İstanbul’da padişah ve hükümetten oluşan iktidar odağı ile bu iktidar odağının İzmir’deki mülki ve askeri uzantısı olan vilayet ve kolordunun başında bulunanlar (Ali Nadir Paşa) ne çıkarma yapılmasına, ne de işgal sırasında yaşananlara kayda değer bir tepki göstermişlerdir. Damat Ferit Hükümeti İstanbul halkının öfkesine maruz kalmamak için çeşitli semtlerde yapılan geniş katılımlı gösteri ve toplantılara bir süre için göz yummak zorunda kalmıştı. Bu gösteri ve toplantıların 6 Haziran günü Sultanahmet’te yapılmış olanına, Halide Edip Hanım’ın (Adıvar) yazdığına göre 200 bin kişi katılmıştır. İzmir’e gelince, Yunan Donanması çıkarma yapacağı Punta İskelesi’ne yanaşırken, İzmirli Türkler Köylü gazetesinde Vali İzzet Bey’in şu demecini okuyorlardı: “Bazı bedbahtlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlardır, yalandır. Tekzip edilir”.
Bu koşullarda kaybedilen İzmir, 3 yıl 3 ay 24 günlük bir hasretin ardından 9 Eylül 1922 günü gerçek sahibiyle yeniden kucaklaşmıştır. Türkiye emperyalizm illetinden kurtulmuştu ama ödediği bedel çok ağırdı. Çanakkale’den kurtarabildiği bir avuç yetişmiş insanı dahil, binlerce canı yitmiş ve Yunan Ordusu’nun neredeyse baştan aşağı yaktığı işgal bölgesi, haftalarca baca gibi tütmüştü.
Prof. Dr. Engin Berber – Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
Kaynaklar
Akşin Sina, “Paris Barış Konferansı’nın Yunanlıları İzmir’e Çıkarma Kararı”, Türk-Yunan İlişkileri, Üçüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Ankara, 1986.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, I-III, Ankara, 1989.
Başmabeyinci Lütfi Bey, Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul, (t.y.).
Bayar Celal, Ben de Yazdım, Cilt 1, İstanbul, 1965–67.
Berber, Engin, Sancılı Yıllar: 1918–1922 Mütareke ve Yunan İşgali Döneminde İzmir Sancağı, Ankara, Mart 1997.
Yeni Onbinlerin Gölgesinde Bir Sancak: İzmir (30 Ekim 1918–15 Mayıs 1919), İstanbul, Mart 1999.
“Mütareke Döneminde İzmir Sancağı’nda Yunanistan Karşıtı Çalışmalarda Bulunan Toplumsal Örgütler (30 Ekim 1918- 15 Mayıs 1919)”, Bir İzmir Kâbusu, Mütareke ve İşgal Dönemi Üzerine Yazılar, İzmir, Mart 2002.
(Der.), Türk Dış Politikası Çalışmaları, Cumhuriyet Dönemi İçin Ulusal Rehber, İstanbul, Haziran 2007.
Hukuk-ı Beşer, 19 Şubat 1919.
Konstantinos Nider, Küçük Asya Harekâtı 1919–1920, Çeviren: Lefter Ksantopulos (ATASE Arşivi Kütüphanesi’nde basılmamış daktilo metin), Atina, 1928.
Kurat Yuluğ Tekin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, Ankara, 1986.
Mihailidis, Küçük Asya Seferi, Çev. S. Karaoğlu (Y.t. ve y. y.).
Safvet, Yeni Resimli ve Haritalı Coğrafya-yi Osmanî, İstanbul, 1913.
Türk İstiklâl Harbi, Cilt II/1, Ankara, 1963.
Türkgeldi Ali Fuad, Görüp İşittiklerim, Ankara, 1987.
Yunan Ulusunun Tarihi (İstoria tu Elliniku Ethnus), IE, Atina, 1980.