Aslında kapitalizmin tanımı gereği öyledir… Kapitalizm kâra, temel üretim ve yaşam araçlarının özel mülkiyetine, insanların [kadının ve erkeğin) ve doğanın sömürüsüne, çılgın rekabete, sınırsız ekonomik büyümeye, bireyciliğe dayanan bir toplum modeli veya üretim tarzıdır…
Birleşmiş Milletlerin ‘1992 Rio Dünya Çevre ve kalkınma zirvesinden’ bugüne tam 30 yıl geride kaldı ve bu zaman zarfında bir arpa boyu yol alınmış değil… İklim değişikliği (atmosferin ısınması), biyolojik çeşitlilik kaybı (türlerin yok olması), havanın ve toprağın kirlenmesi, ormanların tahribi, okyanusların tuzlanması, insan ilişkilerinin sefaleti ve başka saçmalıklar… Velhasıl tüm gösterge ışıkları kırmızıda… Onca vaad, birbirini izleyen ‘zirveler’, konferanslar, anlaşmalar bir türlü seyirciyi oyalamanın ötesine geçemiyor… Güya ‘sürdürülebilir kalkınmayla’, ‘yeşil teknolojilerle’ sorunlar çözülecekti… Oysa, kapitalizm dahilinde ‘sürdürülebilir kalkınma’ diye bir şey asla mümkün değildir. Ahmakları aldatmak için uydurulmuş bir oxymore’dur… ‘Yeşil teknolojiler’ de öyle…
Şimdilerde yüzleşmek zorunda olduğumuz sosyal, ekolojik, ekonomik, finansal krizin, sosyal kötülüklerin (işsizlik, yoksulluk, açlık, aşağılanma, etik yozlaşmanın) bir tek nedeni var: kâr arayışı ve ‘ekonomik büyüme’… Durum öyle ama hala ekonomik büyüme tüm sorunların çözümü olarak sunuluyor… Eğer yüksek kârlar vadediyorsa, özel bankalar, kapitalist işletmeler tarım ürünleri (gıda)spekülasyonunda tereddüt etmezler… Kâr söz konusuyla gerisi teferruattır denir… İnsanların aç kalması asla sorun değildir… Kapitalist mantıkta her şey kârdan sonra gelir… İnsanlar açlıktan ölürken kârlar da büyümeye devam eder… Ve ekonomik ‘performansla’ öğünülür…
Toplam enerji içinde yenilebilir olanların payı azalırken, ünlü fosil enerji çokuluslularının (Exxon, BP, Total, Shell, Saudi Aramco, Eni, vb.) kârları 2000 milyar dolara koşuyor… Özel şirketler ancak yüksek kâr vadediyorsa, ‘yeşil enerjiye’, ‘temiz enerjiye’ yatırım yapar… Oysa, adına layık bir ekolojik geçiş, kârı esas almayan büyük çaplı – uzun erimli yatırımları varsayar… Başka türlü söylersek, büyük çaplı kamu yatırımlarıyla mümkündür. Naoliberalizm öncesinde alt-yapı yatırımları ve kollektif tesisler (tren yolları, barajlar, otoyollar, elektrik şebekeleri, hastaneler, vb. hep kamunun eseri olmuştur… Etkili bir kamu müdahalesi yokluğunda işlerin yoluna girmesi mümkün değildir…
Bazı aklı evveller, kapitalizme bazı ‘düzenlemeler’ (regulation) empoze edilirse, insanlığın yüz yüze geldiği sorunların çözüleceğine inanıyor. Oysa, kapitalizmi insanîleştirmek asla mümkün değildir… Kapitalizm insafa gelebilir, reforme edilebilir bir sistem değildir… Elbette sosyal güç dengesine bağlı olarak kapitalizm dahilinde bazı grupların durumu iyileştirilebilir ama o kadarı kapitalizmin mantığında ve işleyişinde bir değişiklik yaratmaz…Her şey olduğu gibi kalır. Ormanda çıplak birinin karşısına aç bir kaplan çıktığında… adamın ‘uslu ol, kibar ol…’ demesinin bir kıymeti harbiyesi olmaz… Emperyalist ülkelerde bazı toplum kesimlerinin durumunun görece iyileşmesi, başka yerlerde, şimdilerde Güney denilen ülkelerde yeryüzünün lanetlileri aleyhine gerçekleşebilir… Zira, kapitalizm koşullarında bir kutupta yoksulluk yaratmadan karşı kutupta zenginlik yaratmak mümkün değildir…
Eğer eşitsizlik ve yoksulluk ilgi ve kaygı konusu olmazsa, ekolojik geçişin’ (transition écologique) bir karşılığı ve varlık nedeni olmaz… Kapitalizm dahilinde ‘yoksullukla mücadele’ mümkün değildir. Sistem eşzamanlı olarak yoksulluk ve zenginlik yaratmadan var olamadığı için…
Kapitalizmde her şeyi metaya dönüştürmek kuraldır. Etrafınıza şöyle bir bakın. Hala metalaşmamış, parayla alınıp-satılmayan, soysuzlaşmayan bir şey kaldı mı? Toprak, su, hammaddeler, eğitim, sağlık, enerji, bilgi, sanat, hatta insan… Bu yüzden kapitalist mantığın dışına çıkmadan, sosyal bakımdan yararlı, ekolojik olarak sürdürülebilir üretimi gerçekleştirmek mümkün değildir…
Elbette doğa tahribatını engellemek için bireysel planda yapılacak şeyler de var: Daha az ve eşitlikçi tüketmek, çöpleri dönüştürülebilir hale getirmek, arabayı değil, kamu taşıtlarını (tren, metro, otobüs, bisiklet, vb. kullanmak… Bunları yapmak önemli ve gereklidir ama o kadarı taşı yerinden oynatmak için yeterli olmaz. (Şahsen ‘gönüllü yetingenlik’ tercihi yapmış ve öyle yaşayan biri olarak, eyleminin sınırının farkındayım). Ekolojik sorunun çözümünü bireysel pratiklere indirgemek büyük bir hatadır… Bireysel davranışlar ne kadar önemli olursa olsun, geçerli eğilimleri ve süreçleri, doğa tahribatını (ekolojik yıkımı ve atmosferin ısınmasını) tersine çevirmek için yeterli olmaz… Zira, sorunu yaratan insan, bireyler değil, büyük kapitalist şirketler, devasa tekeller, onların üretim tarzı ve dayattıkları tüketim kalıplarıdır… Sadece 90 dev şirketin 1850’den beri atmosfere karışan ve sera etkisi yaratan gaz emisyonunun yüzde 63’ünden sorumlu olduğunu hatırlamak yeterlidir.
Eğer öyleyse, ki öyledir, sorunun çözümünü çokuluslu şirketlerin patronlarından, kapitalist devletten beklemek abestir, bir şeyi olmadığı yerde aramaktır… Devlet genel çıkarın bekçisi değildir… Tarafsız bir kurum değildir… Kapitalistler hiçbir zaman faaliyetlerini sınırlayan ekolojik önlemlere ‘evet’ demezler… Zira, her ekolojik düzenleme, her tedbir kapitalistler için bir maliyet unsurudur ve kâr mantığıyla çelişir… Finansal kapitalizm dahilinde ‘iyi niyetli’, çevre dostu patronların ‘iyi niyetinin’ pratik yaşamda reel bir karşılığı olması mümkün değildir… Öyle bir tercih yaptıklarında rekabet yetenekleri aşınır, yarış dışına itilirler… Kaldı ki, istisnalar kaideyi bozmaz da denmiştir…
O halde üretim tarzımızı, tüketim tarzımı, insana ve doğaya yaklaşımımızı, radikal olarak dönüştürecek bir silkinmeye, yenilenmeye, velhasıl bir sosyal ve ekolojik devrime ihtiyaç var… Artık kapitalizm dahilinde bir arpa boyu yol almanın mümkün olmadığının bilinmesi gerekiyor. Bilinmesi gereken bir şey daha var: Küresel kapitalizm çağında artık devletler yönetmiyor. Asıl iktidar sahipleri devasa kapitalist tekeller… Aracın direksiyonunda hükümetler değil, finans oligarşisi var. Çevre (ekoloji) bakanları birer bostan korkuluğundan ibaret… Türkiye’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığının asıl işlevi doğa tahribatını, ekolojik yıkımı engellemek değil, derinleştirmektir… Utanç verici bir yıkımın faili… yangına körükle gidiyor…