Türkiyede devlet mücadelesini kazanan AKP önce kendi ülkesinde rejim değişimi yolunda ilerledi. Ardından direk kendine bağımlı K. Kıbrısı da yeniden şekilendirmeğe girişti. Dilediğini koltuklara oturtup kaldırtı. Parti içine dek çomağı soktu. Adaya taşıdığı nifus ile istediği yeni sosyal kültürel yapının da yerleşmesini hızlandırdı. Ekonomide ise bazen dayatma bazen paketlerle yeniden kendi kontrolü el koyma kuralına bağlı hamleler yapıyor. Yönetim şeklinde ise işbirlikçiliği iyicen silikleştirip direk kendine bağlı şekle çevirdi. Öyle çevirdi ki artık direk müdahaleği net şekilde gerçekleştiriyor. Buraya yoladığı memurlarla koltukçuları resmen ablukaya aldı. Yetkiler artık direk ANkarada ve Fuat beyin iki dudağına merkezleştirildi. Bunun sonucu tüm kurumsal yapı çökertilirken, Türkiyeleşme bağımlı şekli de yeniden yerleştirmeğe de hız verdi. Tabi ki eğitim ve kültürü de koordinasyon veya direk memurlarla da belirlemeğe devam ediliyor. Bunun sonucu da paketler veya direk yasalarla da bu kendine göre yasalaştırma hızına da önem verilmeğe başladı.
Peşpeşe yasalar veya kararnamelerle işler yoluna sokuluyor. Müdahalelerle ihalesiz alımlarla asronomik ödemeler yapılıyor. Yıpratma ve reforum lafıyla da yenilerini süslemekle meşkuldurlar. Fakat, getirdikleri koltukculr ödenli acemi ama yandaşlama fırsatçı ki elerine verişlen yasaları dahi okuyamayan, içeriğini açıklamaktan uzak ve ufak ayarlarla makyaj yapmayı beceremeyen kişiler olması da tesadüf değildir. Şimdi sıra belediyelerdedir. Konuşulup da içeriği hala net olmayan, her bilinenin kendi içindeki tutarsızlığı yetmezmiş gibi anlatılmaak istenenin de anlatılamadığı garip klasik AKP yasalığının bir versyonunu kendi içimizde yaşamaktayız. Tabi ki bunu savunamayan ancak “geçecek” diyen yeni teslimiyetçi kesimlerin tutumuyla da yaşanmaktadır. Belediyelerdeki sorunları tartışacak değilim. Zaten her yazdığımda bizdeki belediyelerin yerel yönetim değil de Neoliberal sömürgesel derebeylik şeklinde yapılandığını hep aktardım. Üstelik son dönemde resmen derebeyliklerimiz buradaki makamcılardan değil projelerle TC elçiliğin kapısında dilenci hale getirildiler. Tek bir alan brakıldı: yandaşlama dilenen miktarda işe almalara pek karışan yok. Hat ta son Mağusa örneği gibi her türlü çirkef kokularla Mağusayı boğsa da kimsenin dokunamadığı tipik sömürge belediyeciliğinin örneği oldu.
Son yasanın her duyduğum sözcüğü TC belediyeler yasaları gözümün önünden geçiyor. Verilen birleştirme yetkisi ise yandaşlama ve kritersiz olmanın adeta ahmakçanın da ötesindeki uygulaması oluyordu. Biraz direnenlere teklik verilirken, yandaşlama ayrımı ayuka çıkarken, birleştirmelerde ne örgütsel durum nede mali kıstaslar hiç dikate alınmadı. Nede olsa talimat gelip bunlara dayatıldı. Koltuk aşkına da geçirme sürecine geçtiler. Ayıp olur gerekçesiyle kelimeler dahi düzeltilmedi. Zaten, kulanılan dil herşeyi ele veriyor.
Burada bazı önemli noktaları yeniden özetleyecem: şimdi belediyelere dokunuluyor. Tepki belediye çalışanlarla daha çok muhalif hyönetimlerden geldi. Sadece varolan üzerinden koruma çizgisinde kalındı. Ne toplumsal net tepki hala yok nede gerçek uygulatıcıya hala dokunuş yok. Teslimiyetci talimatcılara veriştirme ile yetiniliyor. Türkiyenin gönderip dayatmasına dokunan pek raslanmıyor. Yine salt belediye ekseniyle sınırlı kaldı. Her dokunan kendi yerini koruma çizgisinde tepki gösteriyor. Oysa tek tek sıraya konup kimisi yasalar kimisi de kararnamelerle tertipleniyor. Bu önemli muhalif eksiklik. Ne ortak davranış var nede gerçek sorumluya hedeflenip konu genele indirgenmiyor.
Belediyeler yeni uygulamaya girdikleri zaman, elbet yeni kağos ve karmaşa sürecek. Bunu etikleyen kesimler de çözemeyecekleri kesin. Dedikleri reforum falan da olmayacak. Ama, Türkiyenin dediğini yerine getirmiş olacaklar. Sıra belli ki öğretmenlere, yayın yapısına, sendikalara sıra gelecek. Zaten bunun yasaları meclis yoluna çoktan çıktı. Sendikaları karalama probagandası da hızla tırmanıyor. Onun için onlar talimatla koşmalya ve yerine getirdikçe kendi lehlerine birşeyler alma dilenciliğine devam ediyor. Örneğin, Jet yoluyla yola çıkan, adapas sgandalıyla da devam edip üst makama çıkan üstel şimdi de tek başına adaylıkla parti liderliğini de ele geçirmenin hareketine çoktan başladı. Kendi partisini yıkarak koltuk almanın sevdası epey tatlı geliyor. Varsın her sözcüğü yalan çıkan, dilediğini yapıp söylenenlere aldırmayıp hizmetde yeter ki kusur işlemeyen duruşuyla işler tıkırına girecek. Hani geçen gün dürüslük, liyakat ve sınav derken, birilerinin makamlara torpile alınmanın ikilemi yaşanıyordu.
Belediyeler yeni bir aşmaza doğru giriyor. Kriter belli değil. Kuralalr ise silik. Çözümler ise şimdilik sayısal rakamların ötesine geçmiyor. Batmış ama derebeylikle şişirilmiş, ahaliye hizmet yerine asronomik faturalar gönderme şekliyle birimler şimdi kendilerinin dahi bilmediği, meclislerince alınmayan kararlarla dikenli kayalık karanlık bir yola doğru sokuluyorlar. Bu sokulan yerin tünel ollması ve ışığın olmaması ise karanlığın içinde debelenme dışında çare kalmıyor.
Kısaca, şimdi de belediyeler yasası geçiyor. Ardından ne olacağını kimse pek bilmiyor. Zaten gönderilen metinler kendi kurumsal anayasalarına dahi ters. Yazılanlar ise acemice. Dil resmen sömürgesel efendi kokusu taşıyor. Ama, tepkiler oldukça silik. Hala konuşmalarda dahi gerçeklik yok. Türkiye gerçeği, buraya dayatılanla amacın ne olduğu konusunda fazla söz sarfedilmiyor. Belediye tepkileri belediyenin bazı çalışanlarıyla sınırlı. Mesleki çizgide ve kaybetmeme noktasında duruldu. Nedense hala saldırı paketlerle net olurken, yönetme şekliyle yetkiler alınırken, ortak gelen fırtınaya sadece etkilenen ağaç ayakta kalmayı deniyor. Şuna benziyor: orman yanıyor. Yanan ormanda sıra kendine gelene dek yaşayan canlılar seyrediyor. Ne zaman alevler onu sarınca kaçmaya çalışıyor. Fakat, yantın çoktan onun kanatlarını tutuşturdu. Yanındaki ise hala seyrediyor. İşte bizim durumumuz da böyle.