Konuyla alakalı zaman zaman yazmayı düşündüm. Sonra gelen bazı önemli gelişmeler nedeniyle erteledim. Fakat, hep ayni nokta sırıtarak karşıma gelmeye devaam etmekte ısrarlıydı. Her gelişme sonrası bazı kesimnlerin söyleyipn yazdıkları bana “yaz” demenin tetiklemesiydi. Şimdi ayni süreçlere benzer koşullar yaşanıyor. Tıpkısı da deyinmek isteğip de deyinemediğim konum yeniden karşıma dikildi. Artık ben de gölgelere sığınmaktan vaz geçip konuyu yazmaya karar verdim.
***
Artık sömürgesel gerçeklerin, işbirlikçilerin iyice teslimiyet dönemine gelmesi ve karşısında medyadaki tutumlar iyice normal kayışta akmaya hız veriyor. Özellikle bilgi edinme, haber alma aracı medyalar ise ayni benzer döngüde yerini alıyor. Kendine amiral deyip de aslında patron medyası olan kuruluşlar, zaten baştan sınırlarını net koydular. Türkiyeye dokunmayacan, kendi çıkarlarına yönelik ters yayın yaapmayacan ilkleri temel haldedir. Ötesi size kaldı. Buradaki koltukçulara veriştirmek serbes. Sadece kendi çıkarlarına dokunmama çizgisine dikat edeceksiniz. Tabi ki bu çerçevede aamiral medyaa olurken, resmi çizgilerde kalındığı için de herkesin damga yemeden okunacak izlenecek yer haline de gelirsiniz. Oraddakiler de varsın “demokratik, özgür, tarafsız” kelimeleriyle diledikleri gibi sunmalarına da göz yumulacaktır. Çok kolay raslarsınız: sokaktaki reportajda dahi reportajı yapan muhabir, herhangibir konuda Türkiyeye dokunmak, ilgili yayının patronuna aykırı laf deyince, ince uyarışla “aman ha, bizim patronu bilirsin! Bunu keser” der. Öylesi olalarla karşılaşmam çok kolay oluyor.
***
Gelelim konumuzun özüne: öyle uzun uzun anlatacak değilim. Hayat pratikleriyle dopdoludur. Tekrer tekrar yaşanma gibi tuhaf bir de karşılanış vardır. En sonundan başlayalım: hafta içi bizim “kabinemizde” koltuklar yerinden oynandı. Oturanlar ansızın birisi dışta brakıldı, ötekisi yer değiştirildi ve birilerinin istediği de meşur siciliyle birlikte koltuğa oturdu. Bu gelişmenin en gıpta edilecek zamanı da vardır; daha güven oyu yeni aldı. Koltuklar ısınmadı. Uygulama da doğrudürüs grçekleşmedi. Ama, koltuk sahipleri değişik şekilerde yerlerinden oynatıldı. Bunu üstelik olaydan kısa zaman önce,saatler denecek geriden ilgili makam başkanı yalanlayarak dalga geçme gibi acayip başka yaşanırlık da oldu. Sokaktaki yurtaş taraflı tarafsız önemli kesim bunun kaynağının Türkiye olduğunu da bilmektedir.Ama, iş resmi gündeme gelince, kıvıran kıvırana. Sadece birisi dışında bu hışma uğrayanlar dâhin ses vermeyen kesimlerimiz de vardır. Amiral eksenimiz ise basit normal ülke gelişmesi gibi bakan değiştirme ile sunmakla sınırlandı. Elbet sürpriz değildir.
Çok az kesim direk Türkiye merkezli konuyu aktarırken, bazısı da resmi eksen içinde kalma adına olayı hükümetleştirip koltukcları suçladılar. Böylesi darmadağınıkllıkta başka konunun özüyle alakalı görüşler ileri sürdüler. Örnek; sanki gerçekler yokmuş gibi, seçenek sunamama ve olayın anlaşılır kılma sevdasıyla ilgili sözler de duyulmaya başladı: “UBP liler dahi bu duruma isyan etiler. Onlaar bile bu duruma isyan edip, bukadarı da olmaz diyorlar” sözleri de duyuluyordu. Buna benzer birçok olayda ayni tutumlar hep yaşandı. Örnek, Annan planında UBP kesiminden de evet diyenler oldu… son Kıbrıs Belgeselinde Denktaşcılar dahi karşı çıktılar… böylesi birçok konuda belirli kesimlerin de karşı olmaları veya desteklemeleri nedense önemsenerek belirtiliyor. Halbuki denilen şekliyle dahi konu değildir. Ya savunamadıkları için veya sırf ahbaplık kuralına uyarak bunlar söyleniyor. Gerçeklerden kaçışının gölgelerine sığınmanın sonucudur. Oysa UBP bu konulara artık çoktan alıştı. İlk değildi. Yine Kıbrıs belgeselinde Denktaşın adı kahraman gibi konsa, bazı yalaka kalemşörlere de danışılsa, işler tamam olacaktı. kOnu, onların dikate alınmamasıdır. Daha ağır yalanların olduğu Kıbrısla alakalı belgesellerde belirtiğim iki kuralın olması nedeniyle nasıl savunulduğuna hep tanık olduk. Yine UBP uğradığı yanlışlara değil bu yanlışlarla çıkar sağlayan kesimlerin, yerine göre sanki onlar değilmiş gibi de eleştirdiklerine raaslamak kolaydır. Bu nedenle UUBP liler bile derken, bunların zaten samimi olmadığı veya savunamadığı için bu görüşleri söylemesi, hep gözden kaçırlmaktadır. Böylelikle yönelinmesi gerken hedefi ikincilleştirme konumuna gelinir. Bir anlamda uBP kesiminin bir kısmının algı oynuna takılmak gerek. Hep bu yanlışa neyazık düşünüyor: Serdar bile söyledi, UBP kesimi de karşıdır. Bunlar da barış istiyor, onlar da Kıbrıslıdır gibi koruma zırhları oluşturdu. Oysa bu kesimler resmi işbirlikçi idolojinin temsilcileri olarak rollerini alıyor. Hükümet eleştirmek veya çaresizce kabul eder gibi görünmek, söylenenin olanla alakası olup olmadığı anlaşılmadan, böylesi tanımlama yapmak, oldukça tehlikelidir.
Şimdi birisi çıkıp da tüm rezaleti UBP kesimi de kabulleniyor veya öteki Denktaş kabullenmiyor dense de unutmayalım çizgi dahi değiştirmediler. Sadece savunamama veya kırmama adına günü kurtarmaanın ötesinde bir şey değildir. Peki madem kabul etmiyorlar, partilerine karşı eleştiri direk yapıyorlarmı? İstifa veya protesto çektiklerine raslarmıyız? En kötüsü, hala resmi idolojiyi savunup en basitiyle Türkiyenin garantisi olmazsa olmazdır. Ayni eleştiriyi önemli konularda hep yaptım. İstifa veya değiştirme ikilemli sorularla pratikle sorguladım. Ama, yetersizlik veya çaresizlik sonucu böylesi gölgelere sığınmalar hep muhalefet denilen gazetecileri dahi kandırmaya veya kandırılmaya yetiyor.