Yazının yazıldığı günün sonrasında Türkiye Merkez bankasının fayiz kararıyla yeniden bir TL tepetaklaklık yaşanması olasıdır. Erdoğan ve ekibi ısrarlıysa, fayizler düşürülecek, günün ekonomik koşullarına göre de buna ters yönde döviz yükselir gibi olup aslında TL düşmeye hız verecektir. Bunun öteki anlamı da biz hiç ilgilenmesek de cebimizdeki paranın fakirleşip etkisizleşmesi veya fiyatların hemen yükselmesi demek olacak. Tabi bu konuyu net söylemeyince de başka lafazanlıklar yapılacak. Hele de Türkiye şükranlı düşüncemizle bunu anlamak oldukça zor. Bu arada yine birçok sömürge ülke gibi adı kurum denilip istitislik oyunla da düşük eflasyonla “aptal” yerine konulmaya devam edilecektir… Bu arada gerçeklerle birlikte görünürde Türkiye ama bizi de sarmalayan gelişmeler ile tavırlar da sürmeye devam ediyor. Bir zamanlar hele de Annan planını tersdüz anladığımız dönemde, biraz da “haklı görünme” adına bazı raporlara önem verip haber yapma tutumumuz vardı. Bu örgütlerden birisi de AB oluyordu. Altı ay ve bir yıl gibi iki dönemli yayınlanan rapolar okunup içinden Kıbrıs cınbız seçkisi alınıp probaganda kulanımla, moral deyeri yapılıyordu. Üstelik, raporun adı da “AB ilerleme raporu” olunca, bizim AB ezbercilerimiz hemen buna sarılırlar. Dileri çözülüp, “Türkiye AB girmek isterse, Kıbrıs sorununu da çözecektir” boş umuda takılıyorlardı. Kuzey kıbrısta oluşan yeni ikinci ganimet dönemini dahi değerlendirmekten kaçöçıyorlardı.
Bu eksen son yıllarda kırıldı. AB Türkiye denkleminin Erdoğanın da tavrıyla tersdüz olunca, Hem AB hem de Türkiye üyelik konusunu bir başka bahara erteleyince, daha gerçekçi Türkiye resmi de rapora girmeye başladı. Bu defa AB raporu resmen ilerleme kelimesi kaldırtılarak sadece Türkiye raporu olarak yayınlanmaya başlandı. Son rapor da hafta başı yayınlandı. Bir zamanın Ab Türkiye raporlarını kapıp havada kulananlar, şimdi adını dahi vermekten kaçma pozisyonuna düştü. Tıpkı, geçen yıl Tatarı federasyoncu diye kovalayan gazetecinin, Ersinin kovmasıyla bu yıl Tatarla alay etmesi gibi….
Yine basit ezberimiz vardı: AİHM kararları. Kimi insanımız da genel birçok Kıbrıs sorununun ilgili mahkemeye taşınmasını öneriyordu. Birkaç dava kazanan da oldu. Fakat, süreci bir yerde tutup sonrasını brakınca yine yanılgılar ile suskunluklar peşpeşe geldi. Kimse Tazmin komisyonu amacını doğru okumadı. Benim gibi birkaç kişi dışında. Bunun AİHM sürecinin daha uzağa itilip, rumların mülkerini devretme zorlaması geçişi oluşunu anlamadı veya anlamak istemedi. Şimdilerde Türkiyenin ne derecede AİHM kararına uyup uyumadığı uymadığı lehinde deyişini yaşıyor. Kavala ve Demirtaş olayları sadece iki simgelenen önemli davalardır. Türkiye açıkça uymayıp hat ta yeni uymama hamleleri yaparken, en yakın müttefiklerinden dahi tepki alma derecesine dek gelindi. Nitekim, AB ve öteki kuruluşlar uyarı yaparken, en son önce ABD ve sonra bu sayı çoğalıp 11 devletin elçisi Türkiyeye Kavalayı serbes brakmasını istedi. Bu sistem içindeki ilişkiler bakımından düşündürücü noktadır.Ayni zamanda Erdoğana tahammül ile olasılık ikilemlerinin dengesinin deyişmeye başladığının da kanıtıdır. Tabi ki bu tutum, dar ırksal devletçi refleksi de getirdi. Yalnız bir önemli ince noktayı belirtecem: daha önce Bronson ve Yücel davaları vardı. Amerika ve Almanya müdahale edilip bu iki kişi ülkelerine gönderildi. Herkes bunun Erdoğanın zayıflığına yordu. Nedense tutuklanan Bronson ve Yücelin suçlu olup olmadığı noktasını hiç konuşmadılar. Böylelikle konu sen ben kahramanlık milliyetçi yarış devletçiliğine sokuldu. Benzer durum aAİHM kararında olunca dış müdahaleyle yorumlar da yapıldı. Aslında kendilerinin gerekli tutumu tumamaları yüzleşmesine gelmemenin sonucudur. Gerçekten Demirtaş ve Kavala olayı uluslararası hukuk boyutuna ulaşıp yasal dayatmaya rağmen uygulanmaması sonucu oluşan ortamın yansıyışı olduğunu akıldan çıkarmayalım.*****
Tüm bunlar etrafta birer birer dolaşırken, biz hala bunları yakalamaktan çok uzağız. Bir de Pekerin açıklamalrıyla etrafa açtıkları vardı. Bunlar birer birer gelip dalga gibi Kuzey Kıbrısa da vuruyordu. Başlangıçta dokunulmazları öteleyip sadece bir şey yapmadan Adalı etrafında biraz kıpırdı oldu. Mafyaclık, uyuşturucu ticareti ve sayresi nedense birkaç kişi dışında kimsenin işine gelmedi. Derken, bildik başka bir gelişme birçok durumu yaşayan Sanerin başına geldi. Nasıl ki parti liderliğine aday olmazken, iptal edilen kurultayla başkan ve başbakan olduysa, döeninde birçok inanılmaz denip normal yolsuzluklar havada uçuşurken, imzaladığı belgelerle teslimiyetin alanını genişletirken, yeniden başbakan olma adına kurultay oynuna yeniden girerken, bu defa yayınlanan videyo karşınıza geldi. Türkiyenin bazı medyaları bunu Falyalıyla alakalı aktardılar. Alışkın olmayıp, yeteneği sınırlı ve kendi konuşurken dahi çelişen Saner bu yüklerin altında yiyce ezildi. Özalın AKbulutunu dahi aratır haldedir.
Burada bizlik bir kurtarıcı ezberi de ekleyelim: her duyulan ve aslında arada bir hhaber yapmakla yok sayılan gelişmeler olunca “biz bunlara alışkın deyiliz, bunlarıda gördük” ezberlerle kendimizi kurtarmaya çalışıyoruz. Haldbuki havıza kayıbı olmasa bu tip olayların çok olduğu, kimisi geçiştirirken, kimisinin de duyulamsını baskıyla engeleniyordu. Dergielrde çıkan resimlerin, derginin tümü satın alınarak gereken baskı kurulması, baskınlarla yakalanan makamcıların hikayeleri ve nicesi arşivimizde bolca vardır. Fakat, Sanerin galibe yükletilen güçler ile kendi yetkisinin kullanımının dengesiz olması nedeniyle konu daha bir gündemleşti. Hele de bazı Türkiye medyanın veriş şekliyle işin içinde çok başka şeyler de vardır. Bunları başka yazıya brrakalım.
Kısaca, K. Kıbrıs yeniden kendini üretmeye, Türkiyede seçenek olasılıkları cenderesinde oluş, kapitalist sistem krizden krize sıçrarken, şimdi de gıda ve enerji krizleri beklenirken, elbet sgandal ve kağosların yaşanması gayet normaldir. Bunlar çirkefi yayarken, içinden demokrasi bekleyip normal halde konuşmanın da arızalarını gösteriyor. Yok saymakla yok olmadığı gibi gerçeklerden kaçmakla gerçekler yok olmaz.