Rüyasında görse inanmazken, bağımlı kesimlerce başbakanlığa getirildi. Bir dediği ötekini tutmama normaliği hemen gerçekleşti. Derken, makamcılar toplantısı yapılır. Ağzı diline uymasa da ne demek istediği net anlaşılmamasına karşın, birkaç olgu anlaşılır halde söylendi. Sonra, resmi denilen gazete yayınlandı. Makamcıların kararları adeta ters düz oldu. Çünkü, açıklanırken başka yazılı resmi gazetede tersi vardı. Ama, ülke bağımsız ve kişi de makamın başıydı! Sonra devamı geldi. Gerek açıklanan, gerek se resmi gazetede “bakanlar kurulu kararı” diye yayınlanır. Oysa iki makamcı haberlerinin olmadığını belirtmekten geri kalmadı. Ozaman da makamcıların ortak kararı denemez ve resmi gazetede yayınlanamazdı. Ama yayınlandı…. Üstelik, bakanlar kurulunda birisi dahi ret etse karar geçmez diye bir kural varmış! Ama işler devam ediyor. Kimisi öyle kimisi böyle.. Yetmedi, en üsteki kayum seçtirilme teknikle atanan saraylı da başka olay peşinde. Öyle ya o saray rüyası ile kurtarıldığı kötü işlerin sefasını çekiyor. Onun da son günlerde pasaportuna taktılar. Oda sıkılmadan ağzını açıp dangadunga veriştirdi. Fazla kulanmadığını söyledi. Öyle ya fazla kulanacak koşul da brakmadılar. Kimsenin aklına gelmedi: yeni saraylımız bir dönem pasaportu olmasına rağmen “Kıbrıs cumhuriyet pasatundan dem vuruyorum” gezemezdi. Ah şu İnterpol ve ingiltre var ya………
İşler böyle yürüyor. Dün öven bu gün eleştiren gazetecilerimizle, gerçekleri deyil de gösterilen kişileri eleştirirme yarışlı politikacılarımızla kağosu gülistan bahçesi gibi göstermeye devam edilmektedir. Ahali de onca savrulmuşluğa karşın ayni namelerle destek ve eleştiri yapmaya devam ediyor. Marazi ile rantiyelerin saydamlaştığı süreçler artık sistemin aynası gibidir. Ama, burayı yöneten ve en son kayum atayan merkezde de işler pek iyi gitmiyor. Ama bizim kiler de koltuktakiler şürkran veya talimatınızla demekten geri durmuyor. Ötekiler de “onlar beceremez, biz hazırız” deme nöbetinde. Onlara bazı uzaktan içimize gelen fermanları da ekleyelim….
Türkiye diyyaneti ikinci defa bir fetva yayınladı: istakoz, ahtapot, mitye, kalamar, karides gibi deniz ürünlerinin yenilmesi haramdır. Sakın şaka olarak algılamayın. Gerçekten geçenlerde ayni fetva diyanet rtarafından yayınlandı. Eleştiri gelince de “zaten daha önce de yayınlandı” yanıtı verildi. Peki her bedavayı büken ve özellikle deniz ürünlerini işdahla yiyen şükrancı veya talimatınızla diyel dillerinin sahibi kişiler, kendilerini bu koltuğa oturtan ve kurtaran, talimatlarıyla iş yapalnlar, acaba deniz kıyısına gitikleri zaman bu ürünler kendilerine söylenirken, bunlar haramdır mı diyor yoksa önlerine koyup gayet işdahla bükmeye devam edecekler? İşin şakası yok. Resmen bu haram koyma kuralını Türkiyenin diyanet makamı yayınladı….
Bunlar bizim yaşamımızda teker teker geçip, çürümüşlükl gericiliğin nereye geldiğinin kanıtları olarak savrulurken, yeni birçok ek ile kağos üretmeye de hız verilmeye devam edilmektedir. En iyisi, tıpkı Türkiyedeki TRT gibi bizim BRT de buna algı oyunuyla uymaya devam etsin. Sabah veya ikindin haberleri izlerken, makamcıların söylemleri geçişi ile insanalr doldurulup devamı dneilsin. Utanılmasa Erlerin tuvalet oturuş şekli veya evdeki dedikodu şekileri de habrleştirilip ilk sunum haline getirecektir.
Bunlar yaşanırken, dünya da kağoslarla, krizlerle daans etmeye devam ediyor. Son günlerde giderek yeniden Afkanistanlaştık. Öyle afkanistanlaştık ki kendi yüzümüzü dahi buna makyajlamaya başlandı. Ama, şu basit yakına dek gelinemiyor. Örneğin, Afkanistan islam emirliği öylesine anlatılıp korku saçılırken, nedense dibimizdeki Kuuzey Suriyede çoktan böylesi bir yapının, hem de Türkiye desteğinde kurulduğunu kimse hatırlamıyor. Akıl tutulması mı desem, yoksa Şükran şerbetinin uyuşturucu yönümü diye eklesem,, bende bilmem. Gerçek olan, Suriyenin kuzeyinde hem de Türkiyenin direk desteklediği, kaynak aktardığı, Postahaneden ünüversiteye dek kurumlar oluşturduğu, bu cihatçıların bölgeden kovulmasın diye askerleriyle koruduğu gerçeği dimdik idlipten başlayı Afrin ve ötesine dek gidilmesini kimse aklına getirmiyor..
Cumartesi ırakta yapılan ve adı ırak için komşularıyla birlikte isdikrar arayışı denilen toplantıya nedense ırakın en önemli komşusu Suriyenin çağrılmama gerçeği de yaşandı. Oysa ırakın komşusu olmayan Mısır veya Fransa toplantıda boy gösterisi yaparken, Suriye bu toplantıya çağrılmamasının elbet bir cevabı da vardır. Hala kafalarında Esatın devrilmesini bekleyen ülkeler demek ki varmış. Ama, Ortadoğu bataklığı oldukça hem kaygan hem de kağos üretmektedir. İtifaklar masadaki kartlar gibi ikidebir kurulup bozulmaktadır. Dün eş başkan Erdoğan şimdi bir çıkmaza sokulup debeleniyor. Kimlik krizleri din hesapları gericlikle emperyalizme hizmete hazır şekilde durmaktadır.
Son ders: hala bizim burada birileri ingiltrenin veya ABD nin adaya barış getireceği umudunda. Aslında fon paraların tadıyla da şekerlenmekte. Oysa son Afkanistan da gösterdi ki Emperyalis gerçeklik ve yapılan işkaler demokrasi ve özgürlük dyeil, çöküş ve gericileşme brakmaktadır. Aslında biz Kıbrısta bunu defalarca yaşadık. Hele kurtarılma ile esirleşmenin yalan tatlısını çok yedik. Ama gerçeklerle nedenli kaçtıysak, onlar gelip bizi vurdu. Hele son AKP nin Kıbrıs dönüşüm işi oldukça yakıyor. Üstelik: Türkiyede gelen miültecilerden yakınlırken, Kuzey Kıbrısta binlerce yeni yurttaşlıkla daha bir ilhaklaşma koşulları da döşenmeye devam edilmektedir. Tıpkı sınırlar namusken, Suriyenin, ırakın ve Kıbrısın sınırlarının işkal çizgisi olarak çoktan aşılması gibi. Diyecek söz kaldımı?