Türkiye’deki devlet ne zaman suç örgütleriyle işbirliği yapmadı ki ? Türkiye’de Bazı Tarihçilere göre Teşkilat-ı mahsusa ve Osmanlı Devleti’nden gelen yapı da aslında gene suç örgütleri yapılanmasıydı. Örneğin Ermeni Tehciri sırasında da azılı suçlular hapishanelerden çıkarılarak tehcire katılmış, cinayetleri başlatmışlardı. Toplu soykırımlar, Ermenilerin Der-i Zor’a sürülmeleri (Çöllerde de bayağı kırıldılar ve yollarda giderken çeteler üstlerine saldırılarak katledildiler) sırasında Suriye’ye doğru ilerleyen Ermeni kitleleri ve diğer Hristiyan toplumların hatta Karadeniz’deki Pontuslu Rumların da katledilmelerinde bu suç örgütleri kullanıldı. Topal Osman bu çetelerin başındaydı, aynı adam, Mustafa Suphilerin katledilmesinde de önemli rol oynadı. Yani anlaşılan şu; Türkiye’deki mafya grupları devlet tarafından faili meçhul veya jenosid hareketlerinde kullanıldılar. Derin Devlet denilen yapı aslında devletin kendisiydi. Türkiye Cumhuriyeti kurulurken de aynı yapı taşınmış, bu defa Aleviler ve diğer farklı grupların ortadan kaldırılması için kullanılmıştı. Daha sonraları devlet sola karşı bu suç örgütlerini kullanmaya başladı. 1968 sonrası Komando denilen MHP’li kesimler veya gruplar da kullanıldı. 1971 Darbesi öncesinde aynı gruplar kullanılırken gene 1980 öncesi solcu kesimlere karşı da bu suç örgütleri kullanıldı ve darbeyi yapmada bir behane bulmak için bu grupların militanları vurucu ve tetikçilerdi.
12 Eylül 1980 sonrasında oluşan yapıda Susurluk’a gidilirken gene Kürtlere karşı bu suç örgütlerinin kullanıldığını, katliamlar yaptıklarını görmekteyiz. Türkiye’deki birçok siyasetçi de bilhassa Diyarbakır hapishanesinde yapılan işkencelerin aslında PKK’nın ana kaynağını teşkil ettiğini açıklamaktadır. Mahkumların aileleri, ana-babaları dahil devletin işkenceci memurlarının fiili işkencelerinden sonra PKK’nın oluşumunu bu kin ve nefretle sağladılar. Gene bir gerçeklik de, Kürtlerin Güney-Doğu’da ezilmeleri ve geri bıraktırılmaları da bu Kürt Sorunu’nda önemli bir rol oynadı. Dünyada hiçbir sorun şiddetle, askeri metodlarla çözülemedi. Bugün Kürt Sorunu çözülmüyorsa kullanılan askeri şiddet metodlarının ve baskıların da bunda önemli rolü bulunmaktadır. Güney Afrika, Belçika, İrlanda ve bu tip sorunların çözüldüğü ülkelere dikkat edileceğine, maalesef hala daha şiddet metodları izlenmekte. Mesela Sri Lanka, yakın bir zamanda yüzbinlerce insan öldürülerek Tamil Kaplanları sorununu çözmeye çalıştı ama bu şiddet çözümü sorunun çözülmesine değil, bana göre daha da derinleşmesine neden oldu ve bunun travmasının yansıması Sri Lanka’ya gelecekte pahalıya mal olacak.
Kıbrıs’ta aynı zihniyetin sağlayacağı düzen de aynı zihniyetle oluştu. Kuzey Kıbrıs’ta da aynı zihniyet şimdilerde Peker’in de açıklamalarında gördüğümüz gibi ada bir suç örgütleri kulübüne dönüştü ve garantör güya buradaki insanların güvencesini sağlayacağına maalesef buradaki namuslu ve dürüst insanları Türkiye’den çetecileri buraya getirerek hatta ellerine de silah vererek katletme davranışlarına girdi. Kıbrıslıtürklerin güvenliğini bu zihniyet nasıl sağlayacak ki? Yazık…
Evet, Türkiye’deki derin devlet zihniyeti demokratikleşmedi. Hala daha sorunu askeri şiddet metodlarıyla çözme peşinde. Bu sorundan dolayı Türkiye Suriye ve Irak gibi komşularıyla arasını açtı, o ülkelere askeri saldırılar yaparak meşhur politikası olan “Yurtta Sulh, dünyada sulh” politikası yerine şiddet, savaş veya “Mavi Vatan” adlı dünya ve çevre ülkeleriyle arasını açan bir doktrin seçti. Şu andaki suç örgütlerinin yönettiği ve sorunlarına bir çözüm bulamayan Türkiye’nin iflas etmiş olduğu aşamaya gelmesi işte bu zihniyet ve felsefenin gerçekleştirdiği yanlışlardır.
Türkiye diyalektik tarihin bizlere isbat ettiği demokratik çözümlere gitmezse bu noktadan sonra ancak kaosa girecek. Sedat Peker’in açıklamaları reyting yapıyorsa bunu Türkiye’nin yanlışlarında aramak gerekir.