Klasikleşen yalanlar da oluşur. Fakat, bunların bazen önrü kısa olur. Yine de siyasal faydacılığı oldukça ayni klasik yalanlar yapılmaya da devam edilmektedir. Sanat alanı bunun önemli yerlerinden birisidir. Her ezber siyasal otoreiter bakışla “sanatın tarafsız olması gerektiği, idolojik yönünün olmaması şart” kuralı beyinlrede ezberletildi. Fakat, hemen hayatın her alanında da sanatın özü nedeniyle de sıfırlandığı da görülüyor. Müzik de bunlardan birisidir. Genel sanatın yaratıcı ve eestetik kuralı nedeniyle, toplumsal olması sonucu mutlaka mesajlarıyla da yerini alır. Oysa müzikte idoloj olmaz diyenlerin, yine siyasal hegemonya amacıyla idolojik fırsat kulanarak ayni sanat alanında davrandığı da görülüyor. İdolojik hegemonya kurmada sanatın ve genelde kültürün de var olduğu hep unuturulmaya çalışılınıyor.
Türkiyede Pazartesi günü kabine toplantısı sonrası açıklanan pandemi kararlarıyla, müzikteki eğlence yerine konulan sınırlamayla, siyasal fırsatçılık idolojik tartışması da yükseldi. Öyle ki bunun pandemi koruma kararı deyil, kültürel hegemonya idolojik karar olduğu konusunda epey inanç oluştu. Bir anlamda müzik yapılan yapılarda eğlence bölümünde Müzik yapma ilkesi resmen idolojik bakışla sınırlandığı söylenmektedir. Bu karar tartışması üzerinden size direk tanık olduğum bazı müzik dönemlerdeki akılda kalan durumları aktaracam…
Çocukluktan beri müzik dinlemeyi seviyordum. Bazı esrumanların da çalınmasını öğreniyordum. İlk kuşkulu sorgu atmışlar sonunda oluştu. Özellikle Türkiye ve Kıbrıs ratyolarında çalınmayan eserler vardı. Bunları Gudapeşte ve Sofya ratyolarında dinlemeye başladım. Aşık ihsani, Mahsuni, Ruhi Su gibi Türkiyeli ozanlr kendi ratyolarında çalınmazken, yurdışı yayınlarda çalınıyordu. Önce normal gibi kavrarken, sonradan düşüncelerimde kuşkularla etrafıma sormaya başladım. Birilerinin “bunlar düşmana hizmet ediyor” sözleri ise dinlerken senpati duyduğum duygusal müzikçileri artık sevmeye devamn ediyordu. Bu arada dinlenen ratyoların “komonist” olduğunu belirtmeler de kafamı iyice karıştırıyordu.
Yetnişler başında 12 Mart darbesiyle birlikte gelen yasaklamalar ise bana siyasal bakışta önemli katgı yapıyordu. Hele de Kıbrısta bazı lise ve köy sancaktarlıkların benim de severek dinlediğimn Cem Karaca ve Seldanın plaklarını istemeleri, müzik alanındaki deyişik görüşleri tanımamda epey yardımcı oldu. Akabinde merakla dinlemeye başladığım Kürt ve Çeerkez gibi ezgilerin etkisinde kalırken, bunların aslında yasak olduğu ikilemine ulaşıyordum.
Yetmişler ortasından sonra ilginç başka müzik tartışmasını da yaşamaya başladım. Bazısı bana Ortodoks şekliyle algılatılıyordu. Örneğin, bağlamanın batı müziğinde kulanıp kulanılmayacağı tartışması tuhaf geliyordu. Hele de bunbunu ilerici denilecek aydın sanatçıları yapması, daha bir anormal tutum olarak anlıyordum. Üstelik, karşılıklı olarak resmi ratyoda yasaklamaya dek gelen tutumları da anlamakta zorlanıyorum. Bazen birkaç kelime kulanılıp sansürlemenin de nedeni yapılıyordu. Muhavazakarlık ve sansür gayet güzel işliyordu. Bunlar Kıbrısa da yansımaya başladı. Hat ta Beytepe yurdunda aşık Gülabiyi dinlerken, kapıdan gelen jandarmanın benim komonist şarkısı dinliyorum diye aşağıya getirilmem de acı hatıra olarak aklımda yer ediyordu. Bereket versin ki Aşık Gülabiyi sseven jandarma çavuşu bunu anlayıp karakola gitmemi de engeledi….
Seksenlerle başlayan neolierbalizim tüm deyerleri yerlebir yaptı. Kıbrısta ise başlayan Kıbrıslılık arayışı sanat alanında etkiliydi. Bu durum resmi idoloji kesiminin işbirlikçilikle Türkiye merkezli bakışı vardı. Bilinsizlik ve idolojik yaklaşım, Kıbrıslılığı ret etme tutumuyla özdeşleşti. Yerel müziğe de yansıdı. Birçok tartışmalar yaşandı. Garip olan direk rumca veya Yunanistan şarkılarına Türkçe söz yazılanları kabullenilirken, otantik yerel ezgiler ret ediliyordu…
Tüm bunlar savrulup geçildi. Siyasetin sanatla ilişkisini yaşayarak öğrendik. Buna sanatın metalaştırılması da eklendi. Tüm bunlar müziğin klasik siyasal dışı bakışının yanlış olduüuğunu hep tekrarlıyordu. Dahası, müzikte siyaset olmasın diyenler, resmen idolojiyi kendileri danıtıp, kültürel hegemonya kurma silahı olarak kulanmaktadır. Hele de gericiliğin sanat alanındaki yaratıclık zayıflığı, ötekine baskıyla yok etmeyle dengelemeye uğraşıyorlar. Fırsatı buldukça da deyişik isimlerde uygulamaya sokuyorlar. Bir zamanlar dini kesimler halk müziğine karşıyken, şimdi de müziğin halkla olan yarattıclık yönünü torpilemeye çalışıoorlar. Pandemi veya kriz dönemlerinde kitlelere ulaşacak müzik etkisini kırma adına da yasaklama veya başka engelerle uygulamada gösteriyorlar.
Kısaca, müzik önemli kitlesel buluşma duygusudur. Ortak duygusal buluşmayı sağlar. Önemli tetikleme etkisi vardır. Eğlenceden sevgiye, direnmekten duygusal hitabına dek önemli uyarıcı yönü vardır. İsyan etirir, ruhunu rahatlatır, sorunlarınla buluşturur, sevginin türküyle buluşmasıyla kendini buldurtur. Onun için hayatdaki önemini kırmak için yasaklar, baskılar hep vardır ve var olacak.Ama yine müzikle canlanıpn yeni nesile de esrlerle brakılan tarihi gerçek gibi de bu sanat alanı insanda mutlaka dinlenerek kendini sürdürmeye devam edilecektir.