Can Dündar’ın geçen gün dediği gibi, Türkiye’de birileri kapışmadıkça gizli kalan konular veya sorunlar ortaya çıkmıyor. 1996 yılında ansızın bir “Susurluk Skandalı” patlamıştı ve çorap söküğü gibi üstten devlet içine girmiş suç örgütleri birbirlerine madik atmaya ve birbirlerinin suçlarını ifşa etmeye başlamışlardı. Sonraları AKP güç kazanıp da, o da devlet içine sığınıp aynı gücü elde etmeye başlayınca, her şey ip gibi kesilmişti. Ama belliydi ki gelen gideni aratmamış aynı şekilde devleti idare etmeye başlamıştı. Gene gizli bir şekilde kaçakçılıkla elde edilen kanundışı kazançlar birilerinin eline geçmekte ve iktidara gelmek bir nevi nemalanmak olmaktaydı. Pek tabi ki bundan 25 yıl önce olduğu gibi, bu defa gene kara parayı aklayanların ellerinde kendi taraftarlarını da bulmakta ve iktidarda kalabilmek için kendi taraftarlarını ve takipçilerini de yaratmaktaydılar. Türkiye halkı köken olarak biyat kültüründen geldiğinden dolayı da, maalesef bir kilo pirince veya bir torba patatese bu halktan oy kazanmak da böyle umutsuz zamanlarda kolay olmaktaydı. Sedat Peker’in son zamanlardaki açıklamaları aslında gerek Kuzey Kıbrıs’ta gerekse Türkiye’de hala daha Susurluk örgütlenmelerinin söz sahibi olduğunu göstermektedir.
Bu işten bizde 47 yıldır nemalanan iktidarlar da faydalanmaktaydı. Uluslararası hukukun bir parçası olması gereken Türkiye bu eldeki kara paranın da hesabını vermemek için rejim değiştirerek ta Tek Adam ve Tek Parti yönetimlerine kadar kaydı. Bu günkü egemen rejime “Tek Adam İktidarı”, “Rekabetçi Otoriter Rejim” veya “Oligarşik Yönetim” gibi adlar verenler vardır. Sonuçta ülkeye hakim olan bir kısır döngü ve umutsuzluk, ekonomik durumdan dolayı karamsarlık ve değiştirememe duygusu, pek tabi ki kurulan baskı rejimi ve karamsarlık duyguları ve de ağzını açanın derhal cezalandırılması yoluna gidilmesi de etki ediyor. Tek Adam, söz ve ifade özgürlüğünü, yasamayı, iki dudak arasındaki adaleti, yargıyı ve de ülkedeki tüm özgürlükleri elinde toplamış, bu arada ülkenin belli TV kanallarını ve medyayı eline geçirerek kendi, propagandasını yapmakta, dış ülkelerde ise tarafsızlık yerine bilhassa gerici bir örgüt olan “Müslüman Kardeşler Örgütü” gibi bir örgütü destekleyerek, iç savaşlar yanında huzursuzluklar ve birçok sorunlar yaratmakta, başka ülkelerin de içişlerine karışmaktadır. Elbette Vesayet Yönetimlerinin yasalarının aynılarını uygulamakta, ülkede özgürlükçü demokrasi diye bir alternatif bırakmamıştır.
47 yıldır sürdürülen dünyadan kapalı ve izole edilmiş yönetimler yerine, Kuzey Kıbrıs’ta derhal evrensel hukukla entegre olacak bir yönetim ve de Kıbrıs’ın birleşmesini sağlayacak bir sistem ve çözüm, AB normları, bunun yanında da Türkiye’de çoğulcu demokrasi, Demokratik bir Cumhuriyet, Hukuk, demokrasi, eşitlik, adalet ve sosyal refahın sağlanacağı bir sisteme gidilmeli, Türkiye insanları dünyaya entegre olurken, Kuzey Kıbrıs da Güney’le birleşerek daha huzurlu, daha refah ve evrensel hukukun olduğu bir ülke durumuna gelmelidir. Bölgedeki huzur tüm Orta Doğu’yu da etkisi altına alarak dünya barışına da etki edecektir.
Türkiye’de Kürt Sorunu da en demokratik yaklaşımlarla çözülmeli, artık ölümlerin olması engellenmelidir. Batı’da İsviçre ve Kuzey Avrupa’da görülen eşitlikçi demokrasi alternatifleri denenerek bir an önce Türkiye huzura kavuşmalıdır.