Bu yazı normal koşullarda yazılmıyor. İnsan çok nadir olsa da yaşayıp etkili olan kendi durumunu da yazma ihdiyacını duyar. Bu normal şartlardan çokk, yaşayıp da çaresiz haldeki oluşun ihdiyacından dolayıdır. Nitekim, ben Perşenbe sabahı bu makaleyi yazma nedenim, tüm gecemi zehir eden farenin cebelleşmesinden dolayıdır. Aylardır, yatak odamın duvar dolabındaki farelerle, adeta cebelleşiyorum. Onca zehir kulanmam, farelerin zehirlenip ölmelerine karşın, hala bu belayı çekiyorum.
Çarşanba gecesi bitip, perşenbe gününe girerken, uymak için uzandığımda, farenin gürültüsüyle adeta uykusuz ve çaresiz şekile geldim. Bu sıkıntıyı da aktarma adına klavyenin başına geçtim. Bir anlamda, çaresizliğin teslim olmuş halinin yazıya dökümüdür. Kim bilir, gün iyice ayarınca, elime müzik esrumanlarından birisini de alıp ona göre bestemi de yaparım.
Yukarda da belirtiğim gibi: yatak odamın duvar dolabında aylardır farelerle cebelleşiyorum. Arkadaşların yardımıyla, epey zehir de harcadık. Farelerin ölüm şekline de rasladık. Evi temizlemeye gelen temizlikçi kadının gördükleri de olayın nedenli yayıldığının işaretiydi. Ama, sadece yatak odamın dolabıyla da sınırlıydı. Yine 3 gün önce dolap ve önemli yerlere zehir koyduk. Dün baktığımızda zehirler yerinde yoktu. Demek ki fare zehiri yedi. Herhalde bu defa tükendiler gibi tuhaf duyguya takıldım…
Çarşanba günü gece yarısı, perşembeye geçerken, güzel bir banyo aldım. Rahat uyku için yatağıma uzandım. Arada gelen dolaptan çıkan gıcırtıyla uyandım. Saat ikiye doğru geliyordu. Dolaba dokandım. Ses kesilir gibi oldu. Yatıp tam gözlerimi kapatacakken, yeniden fare sesi geliyordu. Üstelik, belli ki tahtayı kemiriyordu. Hemen ekleyim: fareler dolabın tahtalarını kemirip delikler açtılar. Onları önce fayanslarla kapatıp çıkmalarını önlemeye uğraştık. Sonra, deliklerin üstünü aleminyumla örtük. Yine de fareler zorluyor.
Böyle birkaç defa uyur gibi olup uyandım. Saate baktım üçe geliyordu. Yeniden gıcırtının geldiği dolaba vurdum. Fare susar gibi oldu. Herhalde deyip yeniden uzandım. Bu defa aradan birkaç dakika dahi geçmeden yeniden gıcırtılar başladı. Belli ki kenmirilen zorlu bir madeydi. O saat kimseyi çağıramazdım. Üstelik, görme engeli oluşum nedeniyle de dolabı açıp farenin yerini de tesbit edemezdim. Komşulara seslenemezdim. Çünkü senelerdir ayni apartmanda kalmamıza rağmen, bir kafve sohbeti dahi olmadı. Selamlar bile rasslantıdan da geride. Nasıl olur da Komşuma gel de şu fareye bakalım denecek ilişkim var ki çağırayım!
Arkadaşları ise gece yarısı uyandırmak da normal deyildi. Çaresiz, farenin keyfini bekleyecektim. Arada korkutma amaçlı dolaba vuracam, kapıları oynatacaktım. Bunları yapıyordum. Ama zaman da akıyordu. Uykusuz kalacağım kesindi. Fare ise alay eder gibi, gıcırdamaya devam ediyor. Bazen sert cismi kemirir gibi de gürültü artıyordu. Canım sıkılıyor da çaresizdim.
Hayal kurup, kulaklarımı kapatarak uymayı denedim. Olmuyordu. Fare gıcırtısıyla benimle alay ediyordu. Çaresiz, uykusuz kalacağımı kabulendim. Aslında başka odaya geçip uyuma şansım da vardı. Fakat, fare gıcırtısı beni öylesine zorluyordu ki normal davranmadan da uzaklaşıyordum. Uyumak için hayaleer kurdum. Bazı olayları kurgulayarak, hayalime göndrerek dalmayı denedim. Olmuyordu. Hem de sanki mübarek hayvan benim hayal kurup uymak istediğimi anlayıp, daha ince kemirmelerle bana eşlik ediyordu. Sonuçta, aklıma çocukluğumdaki “fareli köyün kavalcısı” geldi. Bunu hayalimde canlandırmaya çalıştım. Buna da müsaade etmedi.
Oysa, sabahleyin arkadaş gelip diş doktoruna gidecem. Biraz yorgun ve uykusuz olmamam da önemliydi. A apartmandaki yabancılaşmayla da araya sıkıştırıldı. Bunlar en basit insan yardımlaşması adına önemli ihtiyaçtır. Farenin gıcırtısı ile çalınan uykum, beni yeni koşullarla yazı ve belki müzikle buluşturacaktır.Artık kuş sesleri geliyordu. Güvercinlerin uğultusu da duyuluordu. Demek ki sabahı bulduk. Yani anlayacağınız fare beni uykusuz braktı. İlk işlerimden birisi, zehir alıp yeniden dolaba atmaktır. Fakatt, nedense fareler bitmiyor. Sanki beni uykusuz brakmaya kararlıydılar. Geçen yıllarda Japon orkumun çantasını darmadağın etiler. Şimdilik zarar fazla yok. Sadece eski birkaç elbisenin fatihasını okudular. Ama, en kötüsü, aylardır gece yarısı gıcırtı duymaktan yıprandım. Yetmezmiş gibi, uykum da oldukça hafiftir.
Ne güzel uykuya doğru yatağa gittim: güzel banyo ve uyuyarak sabaha dek beynimin en azından dinlemesini sağlayacaktım. Oysa iki saat dahi uyumadım. Bereket, işe gitmeyecektim. Ama gıcırtılar ve fare hareketleri adeta beni yordu. Zehirlerin dahi tüketemediği bu canlı, resmen benimle alay ediyordu. Nereden geldiği sorusu ise başka bir muama. Sonuçta, Perşenbe gününe uykusz giriyorum. Doktora giderken, hemen fare zehirini alıp dolapta yayacam. Mutlaka ölüler bulacam. En azından öncekiler gibi zehirlerin yok oluşu ve fare pislikleriyle dolapta karşılaşacam. Zavalı temizlikçi kadın, her gelişinde dolaptaki fare dışkılarını da temizlemek zorunda kalıyor. Şimdiden dolapta dışkılaar oluştu. Ama en kötüsü, ben güne uykusuz ve biraz da moral kırıklıkla giriyorum.
Lanetli fare gecesi, bana çok ağır geldi. Herkesin böyle sorun yaşama şansı ne yazık var. Konuşurken güzel de yaşayıp uykusuz kalınca bir başkadır. Öyle olmasa, sabahıbn seherinde bu makale yazılırmıydı? Belli ki konuyu aktaracak bir araca ihtiyaç vardı. Bunu yaptım.