Peşinen bir noktayı belirteyim: özellikle Kıbrısla alakalı yapılan TRT dizisi üzerine kendi görüşlerimi çoktan yazdım. Bazı tutumları da yorumladım. Fakat, benim açımdan önemli bazı olguları nedense belirtmekte eksik kaldım. Örneğin, son diziyle sadece Kıbrısla alakalı yanlış aktarımlar olmadı; yine benzer bazı alınacak dersler de yaşandı. İşbirlikçi Kıbrıslı Türk kesimlerinin bir kısmı da dizi dışında brakıldı. Oysa, önceki Kıbrısla alakalı yayınlar ve yazdırtılan resmi tarihte yine yalan yanlışlar oldukça fazlaydı. Fakat, resmi politikanın resmi tarihi şeklinde gerçekleşti. Fakat, son dizide Türkiyedeki AKP gerçeği göz ardı edildiği için, yine eleştiriler daraltılaştı. Dahası, nedenleri de net konulunamadı. Öyle ki eskiden kahramanlaştırılan kimi kişilerin dizide bu defa hiçeleştirilmesi oluşturuldu. Çünkü, AKP hem yeni tarihin resmi kurgularını oluşturuyor, hem de kendisinin de eleştirdiği kültürel sanat hegemonyasını kuramamasının, yapılması için uğraşı veriliyordu. Bu iki ilke nedense unutuldu. Hep K. Kıbrıs kısgacında kendilerince yaşanmış yaşanmamışlıkla sınırlandı. Buradaki önemli kırılmayı da konuşturulmama yeni daralma da oluştu. Nitekim, Denktaş ve Küçük de hiçeleştirilirken, AKP maduriyet kurtarıcılığı deyeri öne çıkarıldı. Aynen, eski işbirlikçilikle görünürde burada karar alma yapılıp özde türkiye yapma yerine, son dönemki direk talimat verme geçişi gibi. Bununla da yeni işbirlikçiler konu karsışında övünürken, dıştalanan eski figürler ve işbirlikçi akademisyenler de dışta kalmanın sıkıntısıyla eleştiri yapıyorlardı. Oysa, bu dizide Denktaş Küçük dahi olsa yine doğrular deyil resmi tarih yazılım ve kültürel hegemonya kuraları geçerli olacaktır. 58 yılından beri yöneliş hep böyle idi. Deyişen, AKP rejiminin kendi tarihi ile kültürünü oluşturma hamlesinin de damıtılmasıydı. Bu farkı iyi görmek gerekir.****
Belli ki Kıbrısla alakalı dizi tartışmaları devam edecektir. Herkes tatmin olduğu nokta ile eleştirdiyyi yönleri tekrarlamaya devam edecektir. Ama belli olan, AKP tipi bir görüşün de kurumsallaştırıldığıdır. Buna yönelik bazı Türkiye medyası da haber yorum prokramı yapmaya devam ediyor. Bunlardan birisi de TELE 1 kanalı olmaktadır. Özellikle Zeynel Lüle bu konuda Kıbrısla alakalı çeşitli haber yorum bölümleri de eklemektedir. Son olarak Sanatcı Resam Ümit inantcıyı prokrama ilgili dizi için çıkardı. İnatcı öteki ekrana çıkan K. Kıbrıslılardan farklı olarak daha somut gözle baktı. Türkiye Kıbrıs bakışından dizinin içerik ve sanatsal yönlerini bence yerinde yorumladı. Konu da bu: çünkü, Lüle belirtiğim gibi Kıbrısla alakalı bazen konuya göre haber yorum bölümleri de eklemektedir. Seçimler döneminde de öyle yaptı. Fakat, ekrana çıkan Özuslu ve Fındık gibi gazeteciler seçimlerdeki Erdoğan gerçeğini ve K. KIbrısın yapısal özellikelri üzerinden seçimi deyerlendirme yerine, sanki normal ülkeymiş gibi davranıp hükümet muhalefet ikileminde olaya yaklaştılar. Önemli noktaları da konuşmamış oldular. Hele de göstere göstere Tatara seçim verilirken, hala Tatarın kazanmayacağı görüşleri de belgesel olarak çok kötü eser kalışıdır.
İnatçıyla birlikte prokram sonrra düşündüğüm şu: zaman zaman Türkiye medyası veya bazı partiler bilgi için burada kendine muhalif veya sol diyenlerin görüşlerine baş vururlar. Bradakilerin referanslarını da kulanırlar. Eğer, doğru söylenmez se eksik bilgi veya saptırma yapılırsa, aynen karşılığı olacağı hiç düşünülmüyor. ANkaradan Brüksele hep bu hata yapıldı ve yapılmaya da devam eidiliyor. Sonra da Türkiye bizi anlamıyor deniliyor. Tele 1 i için önemi; resmen ilgili kanal Türkiyenin muhalif medyasından birisidir. Ama, Kıbrıs konusunda devletçi refleksi yönleri olan prokramcılar ağırlıktadır. Denktaşcılık ağır basıyor. Kıbrısa Ecevit Denktaş gözlüğü ile bakılıyor. Bu nedenle seçim dönemi Lüle muhaliflere de yer verirken, ağırlıklı olarak Denktaşcılar prokramlara çıktılar. Merdan Yanardağ başta olmak üzere de Ersin Tatarın kazanması alkışlandı. Bu çelişkiyi de bilerek, Ümit inatçının söyledikleri ve diziyi hem sanatsal, hem gerçeklik hem de Türkiye yaklaşımıyla deyerlendirdiği için iyi bir bilgilendirme yaptığına inanıyorum.*****
Bir başka konu da Pekerin tetiklemesiyle Adalı cinayeti. Ben başta Yeni Düzenin bu konuyu yeniden hatırlatıp o dönem bilinip de konuşturulmayan bazı bilgileri de yazmasını bekledim. Pekerin dedikelri bir yana, örtülen önemli gerçeklerin de yeniden gündemleştirilmesi için fırsat dı. Olmadı. Ama, Bir Gün gazetesinde yine Salı günü Ayşe Söylemez yazdığı makaleyle Kutlu Adalı hikayesinin hem de can alıcı yönleriyle yazdı. Demek ki Türkiye Kıbrısı bilmiyor sığınması tamamen doğru deyildir. Hele burada konuşmayarak, aksini söyleyerek Türkiyedekilerin bilip yazmasını beklemenin yanlışlığını da dokundurtmak gerkiyor. Söylemez. Adalının yapılan operasyonu yazış tarihinden “23 Mart 96” yılında olduğu gibi gerekenin yapılmadığı hatırlatıldı. Başbakan hagının adını yazdı da Kualisyon ortağı CTP olduğu ve yazının yazıldığı gazete Yeni Düzenin CTP yayını olmasını eklememesinin eksik olduğunu belirteyim. Sonuçta, yapılan operasyon ve soygun belirtilerinden sonra Adalı cinayetini Ayşe Söylemez yazdı. Bilmem belki Sami Bey bunu sanki önemli bilgiymiş gibi okursa da aslında neden kendileri yazmadığının da sıkıntısını duyar mı?
Bu konuda da önceki yazılarımda bazı yorumlar yaptım. Örneğin, devet içi veya yükselen muhalefet nedeniyle örtülen, konuşulmayan sorunalrın konuşulmaya başlandığını özetledim. Bu fırsatın değerlendirilip deyerlendirilmemesi de başka durumdur. Şimdi, Peker konuşurken bir anlamda devlet içi çatışmanın bir yansıyışıdır. TTıpkı Doksanlar ve ikibinlerdeki Annan planı dönemi gibi. Birçok örtülen gerçek de açığa çıkar. Konu, bunları dyelerlendirip doğrulara yönelmeyi yapacak kesimleri de olmasıdır. Şimdi kimileri Pekerin adalı cinayeti için aslında bildiklerimizin nereye dek söyleneceği beklentisindedirler. Oysa sürpriz yok. Bakın kokayin olayını anlatırken, Panamadaki gemideki ayni uyuşturucunun Türkiyeye gidişi bilgileri de birlikte nasıl çakışıyor!
Kısaca, Kıbrısta birçok gerçek biliniyor. Bilinenler baskı veya tabulaştırılarak belleklerden sildirtiliyor. Banbaşka eksenler oluşturuluyor. Düşünceler kurumsallaşınca da gerçekler öcü haline gelir. Beleklerden sildirtilmek istenir. Arada çıkan bir kıvılcım ise yangının nedenli büyük olup gizlendiği de anlaşılır. Ama siyaset böyle resmileşip ayakta durmaya çalışır. Onun için sistem denilirken, boşuna dyeildir. Sistemleşen bu yanlışlar, ilişkiden kültüre kurumsallaşınca, deyişim veya çatlaklık olmadıkça ortaya çıkması çok zor. Son günlerdeki bazı kırılma eylimleri dahi neleri ortaya serdiğine tanık oluyoruz. Boşuna Türkiye Tatarı aklayıp, dergahtan geçirip, Selimiyede namaz kıldırtıp saraya taşıtıp, yeni sarayla ödülendirmeği düşünmüyor elbet. Bunlar siyasal yeni işbrilikciliğin merdivenleri olup saraya dek ulaştırıldı. Sonrası malum.