Çok deyil, yaklaşık 1 yıl öncesine gidelim. Saray seçimleri dödnemine giriyorduk. Adaylığı dahi hala tartışılan Ersin Tatar vardı. Birçok sorular yanında bazı uluslararası sorunları da mevcut idi. Aklandı, paklandı, yeniden giydirilip, hem aday yaptırıldı, hem de seçtirildi. Nasıl seçtirildiğini hepimiz yaşayarak tanık olduk. Su tamir borusu dahi probagandada Türkiye destekli törenler le yasaklara rağmen yapıldı. Ahaliye “Türkiyeden ancak bu para alabilir” algısıyla da belirli kesime destek verdiltiildi. Yasa dışılık olup da ne gerekiyorsa yapılıp saraya çıkarıldı. Yetmedi; Türkiyeleşme partisi olmasına rağmen UBP kendi başkanını dahi seçemedi. Gece yarısı operasyonla adaylar çektirtilip yine aklında olmayan Saneri da başbakan yaptırıldı. Teslim olmanın veya işbirlikçilik yetmiyordu. AKP kendine has ilkeleriyle makamları doldurdu. Elbet, paketlerle anlaşmalar birbirini kovalıyordu. Makamcıların haberi olmadan, çağrılan Sanere imzalatılan “protokol” hikayesi de fıkra gibi yazıldı. Ardarda teslimiyet anlaşması ile yetkiler resmen Fuat beye direk devredildi…..
Bunlar yaşandı. Hemen unutuldu. Para denip gelmemesine karşın da gelmemesinin söylenmesi dahi tehlikeli kılındı. Bunlar devam ediyordu. Eersin bey de AKP talepleriyle birlikte adeta tekrar yaparken ki dilinin dolaşması da bir başka harikaydı! Eşit Egemen denilirken yeni işbirlikçilik teslimiyeti devam ediyordu. Artık,anlaşmalar dahi kabinedekiler tarafından bilinmemesi gayet normal hale sokuldu. Derken, son günlere gelelim: dizi olayı yaşandı. Gala dramı sahneye konuldu. Resmen bu gelişmelerle bir anlamda Türkiyede sağlanamayan kültrel hegemonyaya yönelindi. Yetmedi: devamında spor, kültür taslakları etrafta dolaşındı. Alışılmamış baskılarla sabaha karşı tutuklamalar gerçekleşti. Kimse bunların toplamıyla amacın ne olacağı sorularını pek sormaya niyetli deyildi. Bunlar birikirken, geldik en sonuna:… Bunun önce bir gerçeğini özetleyelim…..
Yaklaşık 3 yyıl önce, meclise gelip geçen Diyanetle alakalı yasa konu oldu. Diyanet çalışanları özellikle de eğitici konumunda olanlar bazı içeriklere karşı çıkıyordu. Konuyu anayasaya taşıdı. Özellikle Kuran kursları veya Havız kurslarının düzenlenmesinde ve atanmalardaki olumsuzlukların eğitim bakanlığı ekseniyle itiraczlar oldu. İşte günümüzde kasırga yaratan konu bu. Anayasa, çıakrılan yasayla din işlerinde çalışanlar konusundaki ve özellikle havız kurslarındaki bazı uygulamaların anayasa aykırılığına hükmetti. Bu K. Kıbrısta normal gibi geldi. Fakat,iki önemli tutumun olacağı düşünülmedi. Abartma ve bilmeden nefretle karşılık verme tutumları yeniden gündeme geldi. Çünkü, daha konuyu anlamadan, sırf yandaş dedi diye veya böyle algılandığı yöntemiyle ya abartma veya nefretle karşılık verip küfretmeye varacak tavırlar hemen oluşur. Son anayasa kararında da aynen böyle yaşandı. Hat ta itiraz edilenin ne olduğu, itiraz eden sendikanın tutumu hiç düşünülmeden, hemen aranan karadaki balık gibi harekete geçildi. Doğrusu Kuran kurslarının yasaklandığı çıkarsaması da anayasal kararla abartılı olduğu da gerçekleştirildi.
Elbet, iş din olunca, bizim deyimimizle Müftünün resmen dini de kulanıp inanç algısıyla probaganda yapınca, işler karıştı. Öyle karıştı ki hemen Türkiyeden bildik AKp öfkesi saçıldı. Kasırga gibi K. Kıbrısa geldi. Altunla başlayan kasırga, Erdoğanla Tufana dönüştü. Öyle dönüştü ki gerçekleri sert şekilde keskin bıçak gibi suratımıza vurdu. Öyle vurdu ki “Türkiyede ne olursa, K. Kıbrıs da bunları uydurmak zorundadır” ile yükseltip tehtitleri kulandı. Gerekenin yapılacağını da ekledi. Türkiye gerçeklerini hala anlayamayan, K. Kıbrıstaki Türkiyeleşme sürecini hala görmek niyetinde bulunmayanlara yeniden bıçak sırtında vurdu. Sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi Mevlut Çavuşoğlu ile Tatar “gönül bağlarını” söyleyerek rumlara göndermeler yaptılar.
Bir iki günün gelişmeleri böyle. Belli ki hala gerçeklerden kopuk kalarak günü kurtarma çabalrı da sürecek. Yalnız şu anımsatma bana anlamlı geldi: Anayasa kararıyla Liaklik ilkesine de vurgu yapıldı. Bunu birileri abartarak adeta yücelti. Kimisi de bu abartan bir kesime “pinpon ile Kuran kursunun aynılaştırılmasını” hatırlatı. Çünkü ne yazık, K.Kıbrısta gericilik yerleştirilirken, buna başta CTP kesiminin koltuktayken önemli katgıları oldu. Bu söz de Kuran Kursları tartışmasındaki Ferdinin sözleriydi.
Ülkemizde hiylen yasal olmasa da tarikatlrın yaygınlığı, diyanet ve öteki dini yapıların gücü kesindir. Yönetim makamında oturan birokrat veya politikacının da yetkilerinin direk protokol veya Fuat Oktay bağımlıığı ile birlikte elden gitiği artık kesin. Bu koşullarda da hala ufak bir hamlenin hamasetleşip ilahileştirilerek gündemleşmesi de başka gerçekleri getirdi. Artık direk Türkiye yetkilileri ve hat ta Erdoğan müdahalelerinin normalleştiğini de yaşıyoruz. Afrika gazetesi linç girişiminden tutun seçimlerdeki direk katılımcı baskı durumu ve en son anayasa mahkemesi kararıyla verdiği ses bunların birer normaleşen müdahalelerdir.
Tekrar edelim: K. Kıbrısın türkiye ile olan gerçekleri vardır. Buda, türkiyeyi de iyi izlememizi dayatıyor. Bugün Türkiyede yapılanların benzerinin burada olmaması mümkün deyildir. Türkiye anayasasına demediğini brakmayan, işine gelmeyen kararı uygulamayan Erdoğanı biraz izlesek, buradaki Anayasa kararının içeriğini bilerek neden böyle davrandığını da kolayca anlardık. Fakat, hala cılız muhalifler koltuk beklentisi ile demokrasi ve içişlerimiz gibi lafların ötesine gidemiyor. Sonra, tutun da Cenevrede haklarımız diye de beklenti oluşturun!
Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak derecede ses getirmeyecek gelişme, bizde öyle bir ses getirdi ki Erdoğanın itirafıyla haykırıldı. Hala “bağımsızlık,demokrasi” diyecek sek, benim ekleyecek sözüm kalmaz. Hala Türkiye gerçeğinden kaçmaya devam edelim. Dizideki işbirlikçilerin düştüğü durum veya meclisten geçip teknik birokratik eksiklikler nedeniyle iptal edilen yasa sonrası fırtına, hepsi derslerle doludur. Dileyen anlar, dileyen anlamaz. Ama, davranış n ormaliği ve ilhaklaşma, bazı diplomatik hamleler mutlaka yarına yönelik ışıklardır. Bunlar karanlık içindeki saptırmalarla yolu kaybettirmektedir.