Rahmetli ayyle büyüklerimin de teslim etiği deyim gibi sözlerdi: guçulo şubat ayı, en nihayet gidiyor! Bunu birçok yaşlı insandan hala duymak mümkün. Pardon, bazı yaşlı insanları kasdediyorum. Çünkü, çoğu yaşlı kişi eski dönemimizde burada deyildi. Bu nedenle, ilgili söylemi bilmemesi de normaldır. Şubata bu simgenin konulma nedeni, sert kış döneminin yaşatılması ile tam aylık günü içermemesinin neden olduğu anlaşılıyor.n Bunu en iyi ifade etme kısa yol olarak beyinlere geçirdiler. Gerçi, bu yılki Şubat, bahar havasındaki sıcaklık ile kuraklık çağrılı ay olarak yaşandı. Buda bozulan mevsimlerin geldiği aşamanın işaretidir.
Şubat ayı böylesi anormal denecek, ama gerçekten güneşli serin geçme ikilemli gerçeği ile iyi ve bozulmanın birlikteliğinin işaretleriyle doluyken, politikamızın da anormaliklwerin normal gibi olup normalın anormalleşme dönüşümsel örnekelri de bolca yaşandı. Ziyaretler ve hükümet koltuk deyişimleri sadece birer denizdeki dalgadan ibaretdir. Ama, anormmalin normal söylemle kavramsallaştırmalar, dilde dolanmaya devam edildi. En başarılı makamcı, öyle başarıyla sonlandırıldı ki kendinin dahi haberi olmadı. Yerine de soruşturması olan Jet sgandalının oluşu da başka uyumsuzluğun kanıtıydı.
Böyle kendimize has gelişmeler, Şubatın son haftasına da sığdırtmadan olamazdı. Ziyaretinden tutun yapılan açıklamalar, normal ülkeden hat ta bizim gibi sömürge ve ilhak süreçli yerlerde dahi sık sık raslanmaz. Ama, son Şubat haftasında dahi tekrar tekrar yaratılan örneklerle yeni kitaap birikimi yazılımı oluşturuldu. Bazısı pratikte, bazısı da söylemde gerçekleşti. Sanki Guçulo haftaya örneklem yazdırıp önemseetme çaresizlik hızı varmışçasına hız alıyordu.
Yine kendilerinin de isimlendirmesiyle “Anavatana” gidildi. Gidenler, kendilerine ekonomik kuruluşlar ismini taktılar. Normalde her ülke ekonomik iş çevreleri sorunlarını kendi ülkelerindeki hükümetle çözme girişimleri gerçekleştirir. Hiç uzağa gitmeyelim; eşitlik istenen Kıbrısın güneyinde hiç duydunuzmu, belediyeler veya ekonomik kuruluşlar Yunanistana gidip para istemeleri veya kendi ihalelerinden pay talep etmelerini hiç duydunuz mu? Dahası var: günümüzde yaşanan pandemide, aşıyı kimler tedarik eder: elbet devletlerin görevidir. Oysa bizde hem de Gürleyen Cafer Mütahip, Türkiye temaslarında, “aşı müjdesi” de verdi. Bir başka birlik başkanı da “ana sıcaklık ortamını” anlatıyordu. Fakat, klasik bizlik durum da çok geçmeden tekrarlandı: giddnleri özellikle de otelciler adına temas yapanlar, Huat beyden “kendi çıkarları için konuştukları” suçlaması geldi. Galiba en normal gelecek son davranış da burada hala gerçekleşmedi: hani hep Güneyden “siyasi egemenlik eşitlik” talebi temeldir ya; Türkiyeye gidip hem de Kıbrısın sorumlusu olan Fuat beyle yapılan görüşmeler konusunda, burada kendine hükümet denen makama bilgi dahi verilmedi.
Verilmedi de yine sarayımız kükrüyor: dangadunga şekliyle gürlediği için de söyledikleri dilde darmadağınlaşıyor. Masaya gidecek ve siyasi egemenlik eşit iki devletliliği savunacakmış! Hemen, kılıç şakırtılı dış koltuk makamcısı da fetihçilikle dilini dolayıp devam etme yoluna düştü.. Tuhaflık çok. Senin siyasi egemen eşitlik hikayen bizat işbirlikçi güdük burjuvaların dahi sonuçta eliyle öteleyip Ankarada Fuat Beyle kendi sorunlarını konuştu. Gelip size bilgi dahi resmi olarak vermeği yeylemediler. Tıpkı, Ankara yoluna düşmeden öncesi olması gereken durum duruşu gibi. Ama, yeni slogan ne: “Siyasi egemen eşitlik”.
Makamcı başı yani başbakan da bun hafta Ankara yolcusu. Biraz buruk gidecek. Şubat ayı sonlandı. Mart denilen ayın ilk günlerinde Anavatanına gidip, protokolü imzalayacak. Biri bana, “acaba konuşurken, Fuat Bey söyledikelrini anlayacak mı” alaylı ironi sorusunu sordu. Ben de “brak söylediğini anlamalarını, en tehlikelisi, bizim adımıza atacağı imza belgelerindeki içeriğin ne olduğu, geleceğimizi kaça satığını anlayıpn açıklayacak mı”? Sanırım en önemli soru da bu. Ayrıca, madem protokol imzalanacak, üstelik belediyelerimizden tututun, iş adamları örgütlerimize dek Ankaraya gidilip gelindiğine göre, bazı bilgilerle, imzalanacak protokolün ne olduğu bazı bilgilerle, kamuoyunun da hem bilgisine, hem de itirazlarıyla tamamlanması daha iyi olmazmıydı. Ben ne konuşuyorum. Sanki K. Kıbrıstaki yapılanışı bilmeyip, normal ülke ve işleyen demokratik kurallar varmışçasına normal istekler yapıyorum.
Gerçekten, tam bizlik Şubat son haftası yaşandık. Yine de terslikler vardı. Bol ılıman güneşli günlerde, evde hapis gibi durmak da biraz kişilik olumsuzlukları çağrısı da yaptırıyor. Ama, durmayan gerçekler devam ediyor. Makama konulanların niteliği ile oluşan bağımlı bağlar, ister istemez en önemli konuda dahi yapılan açıklamanın anlaşılmama normalliğini veya yapılan karar açıklaamasıyla resmi gazete ilanının çelişkileri de normal hale doğru yelken açıp gidiyor. Buna meraklı olan bazı gazeteciler de bu alanda epey bilgi toplama koşullarına sahip oldular. Örneğin, Mart ayının ilk haftasındaki “ne olacak pandemi yasakları” kararları, ayni çelişkilerle kaynıyor. Birkaç gazeteci de bu anlaşılmaz ikilemi gayet balandırma diliyle aktardılar. Bizde bir de bu tehlike belirdi.
Ayı tamamladık. Ama pandemiye devam. Kendi kurallarımız işlemeye hız veriyor. Bu hızlaa, kabineye oturan makamcı da hemen uçaklar hikayesine hızla girişti. Uçuşlar serbesleşiyor! Bizde işler böyle. Hele de onca engelden sonra, yenilen vetolar ile parti içi ihanetler sonrası, iş bozulmadan kaptıkaçtı hızına ulaşmak gerekiyordu. Ama vakalar devam ediyor. Kapıda yeniden Kıbrıs sorunu var. Bu defa dil keskin: Siyasal egemen eşitlik! Ankara yolları kolay deyil. Hele hiç beklemeyen anda üst makama oturmak da insanı sarhoş edip efendiliğini de dışa vurmakta yardımcı olunuyor. Deyşmeyen gerçek, Kıbrıs oynunda vardığımız aşamadır. Devamını yine insanlarla başlayıp örgütlerle devletlere dek güçlerle hedefler belirleyecektir.