Önce Miyanmar askeri darbesini yazmayı düşündüm. Önemli gelişme ve uluslararası önceliğim bana bunu söylüyordu. Sonra baktım ki buradaki pandemi süreci iyice silikleşip darmadağın hale geldi. Buna deyineyim diye şöylesine aklımdan geçirdim. Tabi bu arada her televizyon açışım veya internet dolaşımım, karşıma Boğaziçi ünüversitesi olaylarıyla Türkiye geneline varan çok deyişik haber ve yorumlar da geçiyordu. Bunlarda sıkışırken, özellikle Sol Haberdeki Fatih Yaşlının, Duvar Gazetesindeki Aydın Selçin, Kemalcan, islam Özkanın makalelerini okuyunca, epey yönelim Türkiye merkezine doğru kayıyordu. Hele Yeni Yaşam Gazetesindeki Fikret Başkayanın ikili devlet makalesi, çok yönlü analizlerin altında hatırlayarak da bize de direk dokunan gelişmelerle konuyu oturtmama yardımcı olundu. Dikatimden yine kaçmayan, onca Türkiyeleşme gerçeklerimiz, buna karşın koltukta oturma dahi izne bağlanıp sadece taliamt uygulama olan kendi gerçeklerimize de bakıyordum. Nedense, onca yayınımıza karşın dünyada yer bulup tartışılan Boğaziçi ünüversite olayları konusunda haber yapıp hele de yorumlama hala uzay habercilik algısında dolaşmaya devam etmektedir. Halbuki klasik gerçektir: Binaliden Cemil Çiçeğe, kükreyen sesiyle Erdoğanın haykırışı neydi? “bizde ne varsa, sizde de olacak”! Hele de bolca ünüversiteli sektörel gerçeğimiz de “pırıl pırıl ederken”!*******
Gözlemlerimi de eklemek gerekir: madem Hatırlatmalarla günümüz yaşananları yorumlamaya çalışacam, ozaman bazı kitlesel söylemlere de yer vermek gerekir. İki şekilde habercilik kavrayışlarına raslıyoruz. Önemli kesim olup giderek artarcasına yükselen eylim, “ben haber izlemem” karşılığıdır. Siyasetden bıtıklarını söyleyip konulardan uzak duran önemli kesim oluştu. Gelişmeleri bilmemek yanında konuşmak da istemeyen önemli kültürün birikmesine sonucunu yaratılar.
İkinci kesim ise sorgulamadan, sırf birşeyler öğrenip konuşmak veya merakını gidermek için, gazete okurmuş gibi davranan insanlar da var. Ek olarak, partili oldukları için parti gazetesini veya aldatıcı tarafsız öğrenim için patron gazetelerine televizyonlarına önem veren kesimler de vardır. Daha başka deyişik bakışlı kesimler de var. Bunları uzatıp makaleyi doldurmayalım. Fakat, önemli kitlesel oluşum yapan iki bakış, sonuçta okuduklarını veya okumadıkları için rahatladıklarını belirten kesimler sonuçta çok acı noktalarda birleşiyorlar. Birçok yaşanmakta olan gerçeklerden epey koparlar. Koptukları için de değerlendirmelerinden tutun tutukları destekledikleri kesime dek önemli eksiklik ve bununla deyişik bildik havasında tutum sergilemektedirler. Gerçeklerin karşısında kendi havalarıyla bildim durumunda veya ilgilendirmez sözlerinde savunma buluyorlar. Umursuz, bilgisiz, olanlardan habersiz kitleler gurubu da olunca, son Türkiyedeki gerçekleri ya hiç bilmeme veya bildikelrini sanıp tam tersinden savunma yalanlarına teslim olma düşüncelerinin cenderesinde bulunmaktadırlar.******
Boğaziçi olayları dünyada yer buluyor. Hem Erdoğan bakışı hem de öğrenci hareketi daha doğrusu ünüversite direniş hareketiyle de yorumlanıyor. Atanan ve ünüversiteli olmayıp AKP vekil aday adayı olması uygulanışı, olayın bardağı taşıran damla olmuş gibidir. Buna atayanın Erdoğan oluşu, atananın direk “ben birokratım” demesi, öğrenciden tutun ünüversiteli öğretim görevlileri hepsi karşı çıkma çizgisinde olması elbet konuyu genele yaydı. Öğrendik ki bundan önce birçok ünüversite ayni uygulamaya uğradı. Pek ses çıkmadı. Bunlar yanyana gelmesi yetmedi: Bizat devlet yetkililerin heme klasik “terörist” suçlama kelimesine sarılmasıyla iktidarın uyguladığı politik duruşun resmi oldu. Kulanılan şidet ve polisin adeta yerlerde sürüklediği öğrenciler resim olarak dahi önemli tepki oluşturdu. Bir yerde pek ses bulmadı: “Kuzey Kıbrıs kamuoyunda”! Unutmayalım.burada önemli sayıda ilgili ünüversite mevzunu ve daha da gerçeği, kitlesel olarak nifusun önemli kısmı TC kökenli olmasına rağmen bu gelişmelerin haberleştirilmesi veya yorumlanması yapılmıyor. Birkaç keesimle bu gerçeklik yok sayılamaz.***** yazdığım için şimdi rahatça “neden” sorusuna da doğru yanıt bulmakta zorlanmıyorum.
Kısaca, yaşananların dahi öğretikleriyle, gerçeklerden kaçmayarak,son Boğaziçi olayları karışımıza Türkiye gerçeğini yeniden getirdi. Öğrencilerin ve hocalarının atanmış rektör istememe gibi basit gelecek tepkinin buralara getirme başarısı ancak, idolojik anlayışın ve devlet biçiminin ne olduğunun yanıtıdır.Basit kelimelerle bu öörtülemez.
Tam da bu döneme uygun Türkiyede yukarda verdiğim bazı köşe yazarları,olayı deyişik önemli olgularla yorumladılar. Anayasa hükmüne rağmen ünüversiteye polis çağıran, içişleri bakanının ağzına geldiğini söyleyerek “sapkın, terörist” demesi, benzer ifadeleri Erdoğanın da sarfetmesinin tehlikeleri de pek duyulmadı. Hele de MHP başkanı “ki iktidarın ortağıdır” mafya liderlerini afedip savunurken, öğrencielrin atama rektör istememesine faşist anlamlı lafları savurması da tarihi belgedir. Tam da burada Fikret Başkayanın yazısını okumanızı öneririm.
Aslında bunlar hiç yabancı gelmiyor. Hele biraz Türkiye tarihini bilen, yaşayan kesime yabancı deyildir. Buna ek olarak emperyalizmi, faşizmi ve İslamcılığın nasıl kulanıldığını son IŞİD örnekleriyle de yaşayanlaarr, başka tavır olmasına şaşırmalıydılar. Üstelik, devletin yöneticileri olup tek adam sistemiyle her şey başkandan sorulduğu koşullarda bunlar yaşanmaktayken.
Öğretmenler dernekleşince camiye bonba atığını söyleyip saldırı düzenleyenler, Altıncı filoya karşı çıkanları namaz kılıp alah alah deyip saldıranlar, Maraş gibi katliyamlarda kendi yurttaşlarına yaptıkları, Madımak katliyamını anımsayanlar, bu siyasetle yaptıkları ortadayken, şimdi bunlar nasıl şaşkınlıkla karşılanıyor? Devamına gelelim: yakın döneme uğrayalım: Gezi direnişinde hepsi kanıtlanmayan ağır iftiraları kim yaptı? Camide içki içildiği,Kabataştaki türbanlı bacı komplo probagandası tesadüfmü? Bunlar hep tekrer tekrar her yerde yaşatıldı. İsimleri kondu ve tarihselleşti. Fakat, bizim de hoşumuza giden sözler olunca da onların demokratlaştığını savunan şaşkınlar haline getirildik. Kıbrısa barış getireceklermiş! Olmadığı halde ayni ezberde takıldık. Annan planı gibi… Bunların deyişik demokrat olduklarını vurgulayanlar oldu: MHP gibi. Oysa onlar deyişmedi. Sadece geçişlerde yeniden dizayine uğradılar.