Her ne kadar K. Kıbrısta yaşayanlar hem Türkiyeleşmenin hamasetini yaşar, hem de orada olanların önemli gelişmelerine uzak kalırken, işler yolunda ilerlemeye devam ediyor. Garip paradokslu K. Kıbrıs gerçeği ile Türkiye de olanların çelişkisi, rsmi idolojinin siyasal kültürleşmenin sonucudur. Kurulan sömürgesel yapılanış ve ilhaklaşma adımlarının sertleşmesinin acı sonucudur. Nitekim,K. Kıbrısta direk ilgilendirilen veya dünyanın konuştuğu gündemleşen nice gelişme, burada hiç resmi alana yansımaz. Hat ta müdahaleler dahi söylenmek gereği duyulmaz. Sonuç mu: son yaşanan meclisteki başkanlık seçimindeki UBP halini görüp de yorumlamadan geçme kopuklukların yaşanmasıdır. Oysa, Türkiyedeki müdahale gelişmeleri ve şekillenme, direk buraya da yansıyor. Ama, bu yansıyış dahi adeta karanlıkta olup da güneşli günleri anlatan masala benzeyen tutarsızlıkla yaşam da devam etmenin ötesine gidemiyor. Hele, meclisteki partiler hiç oralı deyildir. Çıkar bunu dayatıyor.****
Son yıllarda Türkiyedeki gelişmelerin nerede ise her biri adeta Alman klasik fıkrasını anlatıyordur. Sesizlikle veya dokunulanın ses çıkarıp ötekilerin seyretiği gelişmeleri hep tanıklaşarak yaşadık. Diyarbakıra kayumda sesizlik ve hat ta kimi muhalefetin alkışladığı günler pek uzak deyildi. Yine, tutuklanan HDP vekileri veya öteki belediyelere konulan yasaklar da peşpeşe geldi. Yine pek ses çıkmadı. Akademisyenler barış istedi diye işten atıldılar: taplo deyişmedi. Kayumlar devvaam ederken, mesleki örgütlere de yönelindi. Barolar bunun önemli bedelini ödüyor. Başka denen örgütler yine ses çıkarmadı. Çünkü, hep öteki denilip kendi sırasını bekliyordu. Bu örnekleri artırmak mümkün……
Gelelim birkaç haftaya: önce mecliste bu defa vakıf ve derneklere kayyum yasası da geçti. Örgütlerin tepkisi de pek olmadı. Sahte diplomayla altı yere üst derecede atanan güreşçi haberi yayıldı. Benzer tutumlar oldu. Çıplak arama ise sadece birkaç yerden ses getirdi. Anayasa veya AİHM kararlarının tanınmadığı vurggulandı. Hukuk fakülteleri veya Barolardan dahi gık çıkmadı. Saysam, makaleyi dolduracak olaylar oldu. Saraydan gelen uygulamalarla artık belirleyici Şahsım şeklinde kurumsallaştı…
Bunlara hep eğitim kurumları da nasibini alıyordu. Çoğu defa haber dahi olmuyordu. Evrim bilimselliğinin kitaplardan çıkarıllması ile Gök Kuşağının yasaklanmasına varan nice bilimsel bulgu yok hanesine konuldu. Ünüversiteler de nasibini alıyordu. Özellikle 12 Eylül kurumsal mirası olan YÖK dahi devre dışı brakılıp, sarayın seçkisiyle uygulamalar hızlandı. Ünüversitelere rektör atama dahi Erdoğanın tercihine brakıldı. Çoğu ünüversite rektör atamalarında bilimsel karyerin dışında yandaş kuralyla seçki yapıldı. Çoğu duyulmadı. Örneğin, son atanan yaklaşık 20 kişinin AKP vekil adayı olup kazanamayan kişilerin olması tesadüf deyildi. Son atama ise resmen direniş olduğu için Türkiyede belirli kesimde haber deyeri buldu. Bu ünüversite Boğaziçi olmaktaydı. Zaten, Türkiye denilip dünyada yeri olan iki ünüversite Ortadoğu ve Boğaziçidir. Boğaziçi akademisyenleri ve öğrenciler atanan rektörü kabullenmeyince, direnişe geçince, konu kamuoyunda yankı buldu.
Dikat edin, Boğaziçi öğrencielri karşı çıkmasa, öğretim üeleri tepki koymasa bu atama da tıpkı benzerleri gibi atanıp sesizce uygulanacaktı. Boğaziçi ünüversitesinin bilimsel yeri ve aydınlık gençlik durumu bu tepkileri getirdi. AKP millet vekili aday adayının atanması, bilimsel deyerinden çok yandaşlık kriteriyle görevlendirilmesine duyulan duruşun yankılanmasıdır. Fakat, şimdiye kadar, tıpkı öteki benzer kayum atamaları gibi Boğaziçi kesimi yalnız kalıyor. Üzerlerine polis gönderilip şiddetten nasiplerini de alıyorlar!
Ülkemizde de ilgili ünüversite mevzunları vardır. Acaba, bu gelişmeden hiçmi etkilenmediler? Görülen, ünüversite atamalarındaki hamleyle hepsinin saraya bağlanması temel kuraldır. Ünüversiteleri ünüversite gibi deyil, lise üstü eğitim yapan ve yönetime bağlı kuruluşlar olarak anlaşılmanın da yerleşmesidir. Zaten, ünüversite kavramı, bilimsellikten koparılıp hem yönetimin alt uygulayıcı birimleri veya birilerine para kazandıracak sektör şeklinde algılatılmaktadır. Düşünün, eğitimde başarılı, bilimsel araştırmalar yapan bir yapının başına adayınız olup seçilmeyen vekili atıorsunuz. Onu, öğrenci ve öğretim üyeleri de kabullenmeyip protesto ediyor. Normal bir insan olsa, istenmeyen, protesto edilen, kendi yöneteceği kesimi polisle dövdürten şahıs, brakın koltuğa oturmayı, utancından bu ünüversiteye dahi gitmez. Ama, tersi hep oluyor. Tıpkı sahte diplomayla banka yöneticisi olan, saray baş danışması, spor dayresi müdürü gibi sahtelik etiketle kabullenen kişiler gibi. Kriter, partili olmaktır.
Burada sorun tıpkı Alman fıkrası gibi yaşanıyor: Bana dokunulmaz deyip, kendinden öncekilerin tutuklanması, katledilmesine bana neyle davranırken, sıra ona gelince de kimsenin kalmaması gibidir. Diyarbakır kayumunda gereken direnç olsaydı, beraberinde öteki belediyelerle süren, yasalarla devneklre dek yayılan ve en son ünüversitelere uzanan uygulama normal hale gelmezdi. Sahi, K. Kıbrısı unutmayalım. Tatar veya Sanerin benzerliği yok mu? Sonuç mu, bugün yapılan meclis başkanlık çıkmazı.
Sonuç olarak: Boğaziçi ünüversitesi Türkiyenin dünya listelerine giren önemli kuruluştur. Son listelerde neden Türkiye ünüversitesi olmadığı ve nedenleri konuşulmuyorsa, yanıtı dün olan ve şimdi atanan rektörle oluşan koşullar, yanıtıdır. Dileyen anlar, dileyen görmezden gelip kendi yaşamına devam eder. Ama, sıra ona gelince de etrafında kimse kalmadığı için, sesi de duyulmaz. K. Kıbrıs bu koşullara çok uygundur. Nitekim, hiç ünüversitelerden Türkiyedeki Boğaziçi olaylarına gık dahi duymamamızın nedeni de buradaki ehlileşmiş ve sektörel ünüversite müşteri ilişkisinin kendisidir.