Günümüz kapitalist sistemde, ekonomik veya sömürgeleştirme yöntemleri, deyişik yöntemlerle uygulanır. Sermaye gücüyle sömürgeleştirme ekonomik temel kural halindedir. Ayni şekilde, oluşturulan kapitalist ekonominin de özünde eşitsizlik belirleyicidir. Sınıfsal yönetim şekli ile sermaye gücüyle kurumsalaşan yapı, içinde eşitsizlikleri adeta tetikler. Kar amaçlı politikaların temel dayanağı da ekonomik kurumsalaşan alt yapıdır. Neyse; uzun uzun Kapitalizim ve ekonomi bağlamını yazacak deyilim. Yine, kapitalizimde sömürgeleşmenin sermaye gücüyle gerçekleştirildiğini de anlatacak deyilim. Amacım, oluşturulan yapıdaki son gelişmelerle Türkiye K. Kıbrıs eksenli ekonomik bağlantıyı yeniden konuşmaya kaçan kesimlere hatırlatmaya çalışacam. Susmak, kaçmak veya bundan nemalanmak, çözüm olsa, K. kIbrıs 74 sonrası bulduğu ganimet zenginlikle, önemli model haline gelecek ekonomiyi yaratırdı!
Yukarda kısaca deyindim: sömürgecilik temelde Kapitalizimde sermaye gücüyle oluşturulur. Devletler de buna göre şekillenir. Neoliebralizimde daha da ileriye gidilerek, piyasanın yani sermayenin belirleyiciliği ile serbesleşmesi, buna karşın da devletlerin alanı daraltılıp düzenleyici boyuta çekilmesi denendi. Sonunda, son günlerin yaşananlarıyla da iflasını defalarca ilan da yaptı. SÖürgecilikte deyişik kuralalr da vardır: Yeni sömürge tipi ağırlıktadır. Zaman zaman da bazı yöreleri hem sömürmek hem de ilhaklaştırma ikilemleri uğraşı da vardır. Bu sadece sermaye baskısıyla pazarı ele geçirme ile yetinilmez. Taşınan nüfustan tutun gayrı nizami sermaye kuralları da uygulanır. Bir son not: kapitalist ekonomiyi tartışırken, yanılmamak da önemlidir. Hedef deyiştirmek mi yoksa bazı düzenlemelerle ayarlama peşinde olduğu ayrıtısı iyice anlaşılması gerekir. Öneriler eğer sistem içi ayarsa başka, hat ta sistem içinde sadece birini seçip üzerinden uğraş dahi verilir. Son krizdeki salt finansman para hareketleriyle krizi atlatma gibi.
Gelelim basit gerçeğimize: ben bir noktadan hareket edecem. Hepsine yanıt gibidir. Bu dahi konuşturulmadığı da malum. Türkiyede krizleri durdurma ve yükselen dövizi denetlemekle girilen krizden çıkılacağı tartışmaları çoktandır var. Belirli kesim, olayın salt tek ayakta tutanlar “para ekseni” önerileri net. Kapitalist bilinen kuralı önerirler: fayizlerin yükseltilerek dövüzün denetim altına alınması. Denetim de olunca, ülke ekonomik krizi hafifler. Belirli kapitalist ekonomistler dahi bunun yetersiz olduğunu ama, dövizin fırlaması için bu hamlenin yapılmasını da savundular.
Yönetim ve en başta Erdoğan ise tam aksini savundu: fayizler düşürülerek ve piyasaya döviz satarak yükselme durulacaktı. Bu kararda da direndi. Merkez bankası başkanlarının kafalarını dahi aldı. Aynen buraya da yansıtıldı. Öyle yansıtıldı ki çoğu zaman makamcılarımızın ruhu dahi duymadı. Yerel “şahane ekonomislerimiz” bu ezberi bilmelerine karşın, sırf Türkiye nedeniyle konuşmaktan hep kaçtılar. Merkez bankamızın yönetimi ise malum. Türkiyeden atanan başkanla işler çevriliyor.****
Derken, Erdoğan kükredi, fayiz lobisi dedi, Feytulahı işaret etmekten çekinmedi,mahfiler haykırışı gerçekleştirdi…. Olmadı! Sonuçta, öylesin hazine boşalıp döviz fırladı ki normal dünya işlemlerinin üstüne çıktı. Birkaç defa ayni rota oldu. Sonuçta, malum gerileyiş oldu. Gürültüyle gerçekleşti: damat Albayrak görevden alınıyor, merkez bankası bilmem kaçıncı kelle alınıp yerine başkası getirildi. Lafla yine fayiz düşürmesi ile dövizin düşeceği bilgisi söylendi, söylendi de artık olmayacağı da anlaşıldı.
Bu defa fayizler yüksetildi ve yeniden yükseltildi.. döviz biraz geriledi. Aslında dünya deyerine doğru tL oturma sancılarında dalgalanıyordu. Aynen K. KInrıs adı bağımsız ama TC merkez bankasına bağlı olan yerel Merkez Bankası da fayizleri yükselti. Tabi yükseltmese de kendi para belirleyiciliği olmmadığı için, TL yine ayni durumda olacak.***
Tüm bunlar yaşandı. Hükümetimiz var, bankalarımız maşalahı noktasında, ekonomislerimizin sayısını bilen yok… Ancak, bu gelişmeleri pek de konuşmak istemiyorlar. Sadece, fırsat bulup da Türkiyeye de dokunmayacak koşulda “fayizler yükseltilerek dövizin ateşi alınır” diye biliyorlardı.
Burada başka bant telinden laf ediliyor. Maakamcıların gidip geldikten hemen sonra onüçüncü maaşın ödenmesi ve gelecek “paranın” payına talep olma sesleri çıkıyorlardı. Bu konuyu geçen yazılarımda satırlarla yazdım. Demek ki konu bizde Türkiyeden gelecek para ve kim daha kolay alır ekonomisinde duruyoruz. Ama biraz olan gürültü de dindi. Hiç Caferin son dönemde gürlediğini duydunuzmu. Pandemi hastahane hikayesinde adının olmasını istedi mi! Çünkü, artık şuda kanıtsandı: burdaki önemli ihaleleri de Türkiyeli mütahitler yapacak. Herhalde büyük paralı “eğer gerçekleşirse” buradaki gürleyen Cafer çevrsi yapacak deyildir….
Bu basit ekonomik görünüm, adayı nereye doğru ngösteriyor? Dahası, bu koşulları savunacak kültürün adı ne? Üstelik gayet normal şekilde de savunuluyor. Bakın zamanında “muhalif ekonomisler dahi” Türkiyeden gelecek para temelinde sorunların çözülmesini seslendiriyorlardı. Üstelik, su borusu gibi harcanan fatura buraya kesilmesine rağnmen harcanan rakamları bilen yönetici de yok. Hele de ihale miktarı ile üstüne eklenen kaynak verişi Türkiyede normal hale gelme gerçeği de varken.
Alıştığımız ve savunduğumuz, sevinip övündüğümüz bu kültür sonuçta, ekonomideki basit görünüm de böyle gerçekleşir. Hala bağımsız ve sömürgecilik ikileminde ekonomicilik oynamaya devam dersek, daha bilinmezliklerle daralan yetkilerde oyuna devam.