Konuyu seçmek için, kısa medya dolaşımı ve bilgisayar taraması yaparak karar verdim. Pazar gününde sıkıldığım için bu yöntemi denedim. Hem arkadaşım “yalnızlıkla” ayrılmak ve deneyerek konu oluşturma tekniklerini de kulanarak fikir oluşturmayı yeyledim. Yılmaz Özdilden KT kanalına dek deyişik alanları kısa zamanla izledim. Özellikle de hafta sonu nedeniyle, genel deyerlendirmeleri de yakaladım. Kafamdaki oluşan şekil ile de makalenin başlıktaki simgesine karar verdim. Nerede kaldık*
Gerçekten bu soruyu hem sordum hem de yanıtladım. Olayı izlenimlerle de zenginleştirdim. Ayni konuyu anlık yazma şansım elbet vardı. Fakat, izleyerek ve taraf olmadan yakalayarak yorumlamak daha bir tat verici ama acı düşünmenin de sızısıyla yazma sonucuna geldim.***
Bilimde gazetecilik yaşananı alıp yorumlayarak haber yapma diye kolay şekliyle öğretirler. Gazetecinin salt demeci,konuşulanı deyil temel noktası Feeskin de belirtiği gibi “yapılması istenmeyen haberin yapılmasını” da haber yapınca anlamı olur. Haber bir anlamda bilinmeyen, gizli kalan ve konuşturulmak istenmeyenleri de haber yaparak gazetecilik yapma şansına gelirsiniz. Oysa kısa dolaşımımda brakın bilinmeyenleri haberleştirme yapma, herkesin bildiği konuyu dahi konuşamayan “kocaman medya gazetecilerine” tanık yeniden oldum. Dahası, bu düşünce şekli öylesine kültürleşti ki basit tanık olduğunuz gerçeği dahi konuşmama duygusu kültürleştirildi. Bu hep acılar getirdi. Öyle ki gün oldu, ölünüzün nedenini dahi konuşamayacak noktaya ulaştık. Bile bile tanık olduğunuz olayı söyleyememe veya tersini savunmak zorunda brakıldı. Heyzanı size başarılı kılma zorunluluğu getirildi. Çoğu zaman kimse demeden, alışkanlık halinde siz yalan söylemeyi, susmayı dahi yapar halde kendinizi sık sık buluyor. Hat ta şu şaşkınlık da olur: birlikte olduğunuz kişinin kötü davranışını bilmenize rağmen, sırf doğallaştığı için ve sizi ilgilendirmez düşüncesinin savunmasında olmanız nedeniyle bunu söylememeyi hep tercih ediyorsunuz. Öyle ki olay açığa çıktığında siz de şaşırmış gibi davranma ikilemine de gayet güzel uymaktasınız.****
Gazeteci kelimesiyle başladım. Ben şunu belirteyim, kendim gazeteci deyilim. Fakat, yazmam nedeni, özellikle birçok gerçeği gazetecilerin yazmaması nedeniyle orda burda yazı yazıyorum. Son olay sanırım en mükemmel yüzleşilmesi gereken durumdur. Sokaktaki insan veya biraz K. Kıbrısı bilen gerek seçimlerde müdahale olduğunu, gerek UBP kongresine müdahale edildiğini ve en son kurdurtulan hükümet sürecini gayet iyi bilir. Yapılan telefonlardan tutun, önemli halk kesiminin de konuyu olmazlarlrın olmazı algısıyla kabullendiği de kesindir. Fakat, birçok gazeteci ekrana çıkıp sanki bunlar hiç olmamış gibi kurulan hükümetdeki önce insanların iyi niyetini koyarak, sonra da kendince kısıtlı düzeyde laf edip saatlerce konuşuluyor. Üstelik, bakarsınız, en çok satan veya izlenen ekranlarda konuşan gazeteciler normal olaydan söz eder gibi de koltuktaki kişilerin iyi niyeti, beceri durumları ve elbet Ersanın “başarılı” imgesini oturtur. Bunlar hep normal gibi aktarılıp yorumlanır. Önemli gazetecilik etiketiyle de kendince sözcükler dokundurtulup gelecek de önerilir.****
Pazar günü televizyon dolaşımında kendini en büyük medya tanımlayan kesinde yeniden izleyerek yaşadık. Sokaktan birini çağırsam, en basitiyle Taçoy ile Sucuoğlunun neden bakan yapılmadığını anlatrısam, en başta Türkiye kelimesini mutlaka kor. Fakat, şahane gazetecilerimiz bu konuda müdahale ve Türkiye temeline ısrarla yaklaşmamaya uğraştılar. Tabi, soru soran da sormadı. Sadece arada artık konacak kelime olmayınca “birileri” demek zorunluluğuna gelen gazeteciler de oldu.****
Sanılmasın ki salt gazeteci veya meclis partilerinde bu kural geçerlidir. Hayatın her alanında aynen geçiyor. Öyle ki yalan söylemek veya tanık olunanı söylememe bilmeme ikilemi sık sık yaşanır. Dayredeyken çalanı söylememe ve bilmeme, olmadık mevki denip rüşvetle zenginleşmeler artık normaldır. Hat ta, bunalrı söylemek yanlıştır. Nitekim, ben dayreye girip ilk tanık olduğum yolsuzluğu polise açıklayan kişinin işten atıldığını, buna karşın olayı gerçekleşenlerin en üst makamdan emekli çıktığının tüm dayre gibi tanıklarıyız. Olmadı mı: daha hayati konuya da gelelim: örneğin birçok yaşanmışlık olur. Trafikte cinayet, veya benim son anamın ölümündeki gibi anbulansın zamanında dyeil çok daha uzun zamanda hastahaneye gitmesiyle ölme gerçeği gibi yaşanır. Bunlar hemen belirli kesimce susturulmak veya yokmuş gibi davranılır. Sonra birileri de yazınca,peşine polis gönderilip yazıyı kaldırması söylenir.
Başka bir hikaye, siz bir yeri kiraladınız, bu yeri ekip biçiyorsunuz. Derken, koltuk deyişti, farketmez, ayni partiden başka koltukçu da gelince, birilerine hemen kira dyeişimiyle verilir. Buda gayet normal yapılır. Kırsal arsa dağıtılır. Bakarsınız, karşınızdaki yer birine verilir. Meerlim, ingilterede yaşayan birisine verildi. Bunun üzerine konuşmak istersin. Muhtar imzalı verilen bu yer sonuçta alanın elinde kalır. Emekli çıkacağında buraya yerleşmek için gelecekmiş! Ama,kırsal arsa kuralına bakarsan, bölgede yaşama gerçeği aranırmış…. Aynen, mecliste veya makamda yemin edreken Namusunuz ve Şerefiniz üzerine tarafsız ve milletin bütünlüğüne çalışacağınızı söyleyip, sonra hemen partizanlığa girişmek gibi…..
Belirtiğim gibi,gün oldu acınızı dahi konuşamama durumuna geldiniz. Gün oldu, ölünüzü dahi söyleyemez halde kaldınız. Anlatılan geçmişte kimine göre kahraman, kimine göre cinayet denilen olaylar dizisini, kendinize şahsın yaparak başarı hanenize koydunuz. Öyle oldu ki kendi tanıdığınızın öldürülmesinin doğrusunu dahi söyleyemez hale geldiniz. Birçok olayda direk Kıbrıslı Türklerin yapmasına veya Türkiyenin müdahale etmesi için inanılmaz eylemler gerçekleştirilmesini bilenler olmasına rağmen, yeminli veya korkmalarından dolayı bunlar hiç vurgulanmak istenmedi. Bir adam, kimine göre kahraman, kimine göre casus ve kimine göre de adi bir kişilik şekliyle de algılatıldı. Belirleyici olan hep resmi bakış oldu.***
Şimdi ayni olayları tekrardan yaşıyoruz. Hepimiz bilir haldeyiz. Bir farkla,birileri bu olujsuzluklarla makam alıyor, işe giriyor veya başka çıkarlar oluşturuyor. Bilmemeye veya “bal tutan yalar” deyip geçerler. Hükümet hikayesi, Korona salgını durumu ve nicesi ayni çizginin içindedir. Ne eflasyon rakamlarına inanan var, ne güvenme duygusu yaygın nede söylenene pek inanan oluyor. Ama, oluşturulan etnik kimliklerden partici simgelerine dek oluşan ayrışm öylesi yanlışlara da zemin oluşturdu. Kendi düşünce modelini yarattı.
Kısaca, nereye mi geldik: en acısı,kendi gerçeğine dahi sahip çıkamama veya konuşamama noktasına gelindi. Güvensizlikler ve yalanlar, gelip en basit yaşama dahi dokunup acıtıyor. Ama, acıtanı dahi söyleyemeyecek koşula ulaşıldı. Etiketler ise gazeteci, haberci, medyacı, güvenlikçi, yargı ve nice kelimelerle güzel arabalarla etraffda dolanıp durunur. Bakan olundu diye de sevinilir. Devamı mı?