Yaklaşık 20 senedir Türkiye’de AKP ve Erdoğan’ın seçimleri kazanması ve bilhassa 2014 sonrası hızla yükselen savaş histerisi, son zamanlarda Türkiye’nin öncülüğünde bayağı doruk noktalara gelmişti. 2016 yılında yapılan darbe, açıkça parti içindeki Liberal demokratlara karşı yapılan ve onları partiden tasfiye eden bir darbeydi. Bu darbeyle Türkiye, çevresine de şiddet ihraç etmeye başladı. Hele hele son zamanlarda Trump’ın da dört yıldır devamlı yükselttiği bu trend, ABD seçimleriyle yavaşlayacağa benzemekte ve de küresel ekonomiyi veya sermayeyi savunanların da aslında bir zaferi niteliğinde. Bölgemizde bilhassa Türkiye’nin önderliğinde, Putin ve Çin’in de Uzak Doğu’da ve Orta Doğu’da savunmakta olduğu bu trend, belli ki şimdilerde yavaşlayacak. İnşallah ezber de bozar diyorum. Trump’ın ırkçı, farklılıklara karşı hoşgörüsüzlüğü, işçi sınıfı düşmanlığı, ırkçılıkla doruklara çıkarılan ve Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmaya yönelik politikaları, elbette kendi gibi maceracı ve de agresif olan bir yığın daha devlet adamının ortaya çıkmasını sağlamış, onun gibi politikaları olan, kadın düşmanı, erkek ataerkil politikaları savunup, en ince detayına kadar yapılacak hareketlerin veya sürdürülecek politikaların narsist bir şekilde soruşturulmasını yapmayan karaktere sahip liderler, üçüncü dünya savaşı çıkarma potansiyeli de taşımaktaydılar. Çin Komünist Partisi (!) de son zamanlarda almış olduğu kararlarla Tek Adam iktidarına dönüşmüş ve aynen Putin gibi onlar da aynı sertlik yanlısı politikaları uygular duruma gelmişlerdi. Hatta Çin Sin Jian- Uygur Bölgesi’nde politikalarını daha da serleştirmiş ve insan haklarını da ayaklar altına alır olmuştu. Çin gene Hong Kong’da Hong-Kong’luların insan hakları ve demokratik yaşamına da müdahalelerini hızlandırmıştı. Tüm bu hareketlere onay veren elbette ABD’deki Trump’ın kişisel tek adamlığa uygun hukuk, insan hakları ve de iklimsel doğa bozulmasına takmayan yanlış politikalarıydı. Hele hele Suriye’nin Kuzey’inde yaşayan Kürtlere karşı, Trump’ın izniyle Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, TC Devletiyle birlikte, güya güvenlik telaşıyla, saldırıp katliamlarda bulunması da ayrı bir dehşetli olaydı. Recep Tayyip Erdoğan’ın, Trump’tan esinlenerek birçok adaletsiz, savaş isteyen ve başka topraklara saldıran siyaseti de ondan cesaret almıştı. Biden’ın bu tip insan hakları ihlallerine izin vermeyeceği de şimdilik görülmekte.
Borsonaro, Amazon ormanları ve orada yaşayan yerli halka zarar verirken, Trump, ABD içindeki etnik gruplara ve sosyal yaşantıya saldırılarda bulunmakta, yükümlülüğü gereği Atmosferin ve kutuplardaki buzulların erimesini önlemek yerine, tüm sorumluluklarından vazgeçmiş ve dünyanın iklimsel yokolmasına da katkılarda bulunmaya başlamıştı. Ulusal sınırları koruma adına, küresel barış politikalarına katkıda bulunmak yerine, Rusya, Çin, Kuzey Kore, Türkiye gibi ülkelere adeta liderlik yaparak, ırkçı ve faşist uygulamalarla, dünyanın bir an önce büyük bir duyarsızlıkla yokolmasına da alkış tutmaktaydı.
Biden’ın seçimleri kazanması, bu umarsızlıkları ve yokoluşları ne kadar durduracak bilemeyiz ama ABD seçimlerinde ortaya çıkan önemli bir olay var. Son bir senedir siyahlara karşı ırkçılık ve ABD’deki insan hakları ihlallerinden dolayı ortaya çıkan vurdumduymazlıklara karşı, ABD halkının tüm ezilen unsurları bu yanlış politikaları sokaklara çıkarak sokaklarda polis baskılarına rağmen protesto etmekteydi.
Ne isterse olsun emek, demokrasi ve insan hakları bakımından Biden’ın kazandığı bu demokrasi ve seçim kavgası, halk mücadelesinin de oldukça büyük bir etkisinin olduğunu bizlere göstermiştir. Önemli olan ortaya çıkan bu barış direncini tüm dünyaya yayıp, tüm dünya insanlığıyla kurtuluşu gerçekleştirmek…