İki sene önce Baf’a davet edilmiş ve oradaki kitap fuarına katılmıştım. Beni Lefkoşa’daki Yeşil Hat’tan İbrahim Aziz abi almış ve yaklaşık bir buçuk iki saatlik bir yolculuktan sonra Baf’a varmıştık. Şunu açıkça koyalım; sanmayın ki Kıbrıs Sorunu’nda mazlum gibi gösterilsek bile bizim de payımız yoktur. Kimse bize sırf Rumlar enosis istedi diye gidip de “ökziliyari polis” olup bunu engellememizi şart koşmamıştı. Bunu muhakkak kendi liderliğimizden insanlar istemişti. Veya Türkiye bu talepte bulunmuş ve bize TMT kurulmadan önce bu hareketi önlemek için bunun uygun olacağını nasihatlemişti. Bir zamanlar 12 Eylül 1980 Darbesi’nde Barış Davası’nda yargılanan Türkiye’nin eski Orta Doğu Büyükelçilerinden Mahmut Dikerdem, 1980 öncesi yazmış olduğu “Orta Doğu’da Devrim Yılları” adlı kitabında Kıbrıs’taki bu olayı da ele almakta ve Kıbrıslıtürklerin niye kendi kurtuluşlarını veya özgürlüklerini talep edecekleri yerde bu tip engellemelere gitmelerini eleştirmektedir. Bunu da unutmayalım “Bize ölüler de lazımdır” diyen Kıbrıslıtürk liderleri mevcuttu ve kasten veya bilinçli olarak toplumu bu yöne itmekteydiler. Aksine barış ve diyalog isteyen lider veya aydınlar ise toplumdan izole edilmekteydiler. Hatta daha sonraları bu liderlerden biri bazı yerleri bilinçli olarak bombalattığını ve toplumlararası çatışmaya neden olduğunu kendisi de kabul etmiştir. Bazı Türkiyeli komutanlar ise bilinçli olarak camileri bombaladıklarını ve iki toplumu çatışma ortamına sürüklediklerini kabul etmişlerdir. Halbuki tarih kitaplarında bu tip provokasyon veya olayları Rumları suçlayarak onların yaptığını öne sürülmektedir ki daha sonraları bu olayların böyle gelişmediğini de bilmekteyiz. Bu tip olaylarda Psikolojik Harp veya Asimetrik Harp tekniklerini uyguladıklarını gene birçok yeraltı örgüt üyesi Kıbrıslıtürk kabul etmektedir.
Evet, İbrahim Aziz abi ile Baf’a gitmiş ve o gece yüzlerce kişilik bir kalabalığa konuşma yapmıştım (İbrahim abi de çok iyi bildiği Yunancası ile konuşmalar yaptı hatta benim yaptığım konuşmaları çevirdi, kendisine teşekkür ederim). Çok ilginçtir, mensubu olduğum karma bir mahalleden o gece davetliler arasında milliyetçi fanatik diye bilinen bir ailenin mensupları da vardır. Tam onlardan bahsetmiştim ki bir uğultu duyulur. Kalabalığı teskin ediyorum ve hemen karşımızda oturan bu aile ile de bizim ailenin çok güzel ilişkileri olduğunu, babamın tüm bahçe işlerini bu ailenin bazı mensuplarının yaptığını, hatta savaş sırasında bile bu aileden hiç zarar görmediğimizi de kalabalığa anlatıyorum. Herkes beni ilgi ile dinledi. Konuşmamı yaptıktan sonra o aile dahil, 1962 yılı öncesi Kıbrıslırum komşularım yanıma gelip benimle ilgilendiler ve onlarla konuştum. Herkes beni 44 yıl sonra Baf’ta görmekten çok memnun oldu.
Ertesi sabah ise aynı kitap salonunda bir yuvarlak masa toplantısı olur ve bana 9 Mart 1964 olaylarını onlara nasıl anlatacağımı sorarlar. Onlara kendi yanlışlarımızı da onların yanlışlarını da anlattım ve “Keşke” dedim, “Bu tip toplantıları 1963-64 öncesi olaylardan önce de yapsak ve hiç birbirimizi öldürmesek, birbirimize zarar vermeseydik” dedim. Bu konuşmamdan sonra herkes benim bu görüşlerimi onayladı ve eski komşularım ve de hemşehrilerimle aramdaki diyalog daha da gelişti.Bu arada kitap fuarındaki bazı kitapların 1963-64 olayları sırasında Kıbrıslırumların yaptıkları yanlışlardan mütevellit olduğunu ve hemşehrilerimin o olaylardaki yanlışlarını eleştirdiklerini de bana hediye ettikleri bu kitaplardan çevirerek öğrendim ve çok da memnun oldum. Şunu da açıklıkla yazayım; Baf’ta da Kıbrıslırum hemşehrilerim kendi yanlışlarını kabul etmekte ve eleştirmektedirler. Onlar da büyük bir özeleştiri içine girmişlerdir.
Aslında hiç bir şey geç kalmamıştır. Bundan sonra yapılacak benzer yanlışların benzer sonuçları olmaması için diyaloğa ve de birbirimizi anlamaya önem verirsek, toplumlarımız arasındaki temas ve ilişkiler düzelecek, barışla elbette tekrar birleşmeye tüm zamanlardan da daha yakın olacağız.