Biz Kıbrıslılar tuhaf insanlarız. Bizzat yaşadığımız tarihsel olayları unutur sonra da döner resmi söylemin uydurduğu mitlere inanırız. Türk’ü de öyle Rum’u da.
Rumlar arasında Dillirga olaylarıyla ilgili bir tartışma sürdü yıllarca. Makariyosçular, Makariyos’un Mansura ve Koççina’ya yapılan askeri saldırıdan habersiz olduğunu savunageldiler. Grivasçılar ise Grivas’ın olaylardan haberdar olmadığını savundular. Halbuki her ikisi de yalandı.
Son yıllarda, özellikle Facebook sayfalarında, resmi söylemin dışında seslerin arttığı görülüyor. Facebook icad oldu, mitler bozuldu.
Açağıdaki metinler, Facebook sayfalarından alınmış ve Türkçe’ye çevrilmiştir. Metinlerin sadece birinde isim kullandım çünkü ötekilerden izin alama fırsatı bulamadım.
***
Makariyos, Dillirga ve Sansür
Stelyos Stilyanu
Bir arkadaşın dediği gibi Kıbrıs sorununu çözebilmemiz için kolektif bir psikoterapiden geçmeye ihtiyacımız var. Bu durumda tedavi tarihsel belleğimizi “ziyaret etmek”ten geçer. Tarihsel belleğimizin o bölgeleri ki gerçekleri görmemizi ve doğru hareket etmemizi engeller. Toplum ve topluluk olarak, uyum içinde, en büyük sorunumuza çözüm bulmamızı engelleyen ana neden, belki de, devletimizi “çocukluk dönemi”inde geçirdiği deneyimlerin sansürlenmiş ve çarpıtılmış olmasıdır. Bunun yanısıra, “Helen olsun da isterse yarısı olsun” şiarı elbette bölgesel çıkarlar, ekonomik, politik ve kilise çıkarları ile bağdaşmış ve bu çevreler hükümranlıklarını sürdürebilmek için tarihin sesini kısmayı amaç edindiler.
Makariyos’un ölümü ve Dillirga olayları ile ilgili olarak tüm partilerin yaptıkları açıklamaları okuyan biri, şu sonucu çıkarır: Politik sistemimiz ve Kıbsıslı Rum müesses nizamının ürettiği resmi söylem, sansürün ana taşıyıcıları olduğu sonucuna varır. Bunlar halkın Kıbrıs sorununun esasını bilmesini; ne zaman ve hangi eylemler sonucu başladığını öğrenmesini istemiyorlar. Halk, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ta başından beri kimlerin yıkmak istediğini ve onu Kıbrıslı Rum ölçülerine göre biçip dikmek isteyenlerin kimler olduğunu bilecek konumda değildir.
Meselâ, AKEL 1964 yılının Ağustos ayında bölücü Acheson Planı’nın gölgesinde Dillirga’da “Türk-Nato” bombardımanının gerçekleştirildiğinden söz eder. Ancak bu olaydan birkaç hafta önce tüm partilerin onayıyla başpiskoposluk tarafından Grivas’ı ikinci kez adaya davet edilmesinden ya da o yılın Nisan ayından itibaren gizlice kıbrıs’a sokulan bir tümen Yunan askerinden tek kelime edilmiyor.
Bunlar acaba ötekiler gibi “Helen-Nato” girişimleri sayılmaz mıydı? Zor ve şiddetle Kıbrıslı Türklerin haklarını kısıtlamak ve ortadan kaldırmak amacıyla 1963 yılının Kasım ayında “13 madde” ile ve mevcut tüm olanaklarla başlatılan “Ulusal Mücadele”den kim söz edecek?
Tarihsel olayların “felaketler” olarak sunulması, geçmişte yer alan olaylar dizisiyle bağdaşmıyor. Yani bir sabah Batılılar uyandı da gidip şu adayı taksim edelim mi dediler? Yoksa Türkler bir sabah işgal etme fikriyle mi uyandılar? Bu türden yaklaşımlar, toplumu kontrol edilebilir bir bilince sahip olmaya mahkum eder. Bu da bireylerin algı ve tepkilerini programlanır hale getirmeye müsait kılar.
Açık ve seçik konuşalım: Kıbrıs sorunu, Yunan yayılmacılığı ve Atina derin devleti tarafından desteklenen Başpiskoposluğun başını çektiği Kıbrıslı Rum maksimalizmi ve şovenizminin bir sonucudur. Kıbrıslı Türklerin ve Türklerin bu olgulara karşı tutumları, çoğunlukla tepkiseldi. Tepkileri de Kıbrıslı Rumların ve Yunanların tek taraflı gerçekleştirdikleri eylemlerin bir yansımasıydı.
Kıbrıslı Rumlar, Zürih antlaşmasını uygulamayı inkâr ettiler ve Kıbrıs sorununun militerleşmesini onlar teşvik etti. Makariyos ve çevresindekiler rüzgâr ektiler, sonra da fırtına biçtiler. Μilitarizm ve hoşgörüsüzlük canavarını yarattılar ancak bir süre sonra bu canavar özerkleşip onların aleyhine döndü.
Başpiskoposluk ve onun yönetimindeki siyasi sistem, hiçbir şekilde Zürih’in iki toplumlu düzeni ve işbirlikçi ruhu ile uzlaşmak istemedi. Ne kadar güzelleştirmeye çalışırsak çalışalım, Makariyos’tan geriye kalan gerçek “emanet” budur.
Ayrıca, Dillirga’nın bombalanması, bu hedefler peşinde koştuğumuz sürece ve onun aksesuarı olan milliyetçi propagandayı sürdürdükçe ilerde neler olabileceklerin bir ön habercisiydi.
Sonuç olarak, siyasal güçlerden kendi kendilerini tamamen inkâr etmelerini ve ülkemize yıkım getiren tarihi şahsiyetleri ve politikaları savunduklarını kabul etmelerini elbette bekleyemeyiz. Buna karşılık onlar da Kıbrıs sorunu ve nasıl geliştiği hakkında daha kapsamlı bilgi edinmiş vatandaşlardan, istisnasız tüm partilerin dile getirdikleri ilkokul düzeyinde tarihsel analizleri, sorgusuz sualsiz kabul etmelerini beklememelidirler.
***
Bir başkası; şair, yazar, öğretmen ve diplomat olan Nikos Granityodis’in “Güçlendirilmiş Devlet: Kıbrıs 1960-1974” adlı kitabına atıfta bulunarak şunları aktarır:
Mansura-Koççina bombardumanından iki gün sonra Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu’nun Makariyos’a yazdığı mektuptan alıntılar yapıyor ve Papandreu’nun şunları yazdığını aktarıyor: “Sizinle burada başka anlaşırız, siz gider başka şeyler yaparsınız.”
Dillirga olaylarından iki gün önce Papandreu, ilgilileri Atina’ya davet etmiş ve onlara gerginlik yaratacak olaylardan çekinmeleri gerektiğini söylemişti. Bu gibi durumlarda Atina’ya bilgi vermeleri ve ortak karar almalılar. Bu olmaz ve Atina çıkan olayları üçüncü şahıslardan öğrenirse, kendilerini desteklemelerinin mümkün olmayacağını vurgulamıştı. Buna karşılık Atina’dan döner dönmez, Makarios, Grivas’la birlikte Dillirga’ya gittiler ve Atina’dan habersiz Mansura-Koççina olaylarını başlattılar.
11 yıl süreyle Kıbrıs’ın Atina büyükelçiliğini yapan Kranityotis’in ifadesine göre, Mkarios bu mektubu görmezlikten gelerek 6 ay süreyle Papandreu’nun mektubuna yanıt vermedi. 1965 yılının Ocak ayında yazdığı uzun cevabi mektupta sorumluluğu istlendiğini, Dillirga’ya gidip bizzat harekatı yönettiğini belirtir. Trajik sonuçlarına rağmen olaylardan pişman olmadığını bunun gerekli olduğunu ve yaptığının doğru olduğunda ısrarcı olduğunu belirtir.
***
Makariyos’un kendisinin başlattığını itiraf ettiği ve bundan da pişmanlık duymadığı olaylarda Türk uçakları Rum mevzilerini ve etraftaki Rum köylerini bombaladı. Bombardımanlarda 28’i sivil olmak üzere 55 Kıbrıslı Rum ve Yunan askeri ölmüş; 69’u asker, 56’sı sivil olmak üzere 125 kişi de yaralanmıştı.