Daha acısı devam ediyor. Türkiyenin Karadeniz kenti Giresundaki sel yıkımının tortuları sürüyor. Öylesine yıkım oldu ki senelerin birikimi son yıllardaki Giresun gibi yerleşimlerde acılarla karşımıza gelmesine neden oluyor. Örneğin, sellerin acıları görüntülerle sunulurken, 1 yıl önce Belediye meclisindeki bazı üyelerin uyarıları da dikate geliyordu. Şu benim tekrar kelimem anımsanıyor: “Eğer” 1 yıl önce yıkılacağı söylenen yer tamir edileseydi insanların ölümleri de olmayacaktı. Benzer eleştiriler acılarla yükselen çığlığa dönüştü. Fakat, hükümetli Şahsım yönetimi olaya din damıtarak, insanların inancını hitaplaştırıp kadercilik veya normal halmış gibi algıyla karşılık veriyor. Aslında, Giresundaki felaket, tıpkı onbinlercesinin de haykırdığı gibi “gösere göstere döşenerek biriktirildi”. Rant ve cihaletin üstüne iklimleri de bozarak yaratılan dünyanın aynasıdır…
Olay resmi medyalarda ya kadercilik ve acılarla sınırlı brakılırken, yada konunun salt sınırlı brakılıp geçiştirmekle meşkul olundu. Belli ki Kuzey Kıbrısta bu konuda onca Türkiyeleşme ve bolca yalakalıkla talimat çenberinden çıkılamamasının yeniden örneğini yaşıyoruz. Biraz Karadeniz sel felaketini müjdeli gaz kadar kendi özüyle konuşulsa, hemen konu ısınmadan olan hamle olmazdı…..
Pandemi hastahanesi lakırtıları, sonuçta bildik hamaset ezberle başlanıyor. Fakat, adeta bilinsizlik ile teslimiyet politiğin yeni örneği adayı olmaya da adaydır. Dere kenarında, yağışlarla sellerin yaşandığı, Lefkoşa belediyesinin yeraltı kanalizasyon boru hattını geçiş yeri olunan yerde Pandemi hastahanesi yapılacak! Bukadar cihalet veya dikkatsizlik olurmu derseniz, oluyor işte. Üstelik, bu konuda bol diplomalı üst birokratının da varlığı gerçekken, Haykıran koşullar ve hamasetle “Türkiyenin sayesindeki siyasal teslimiyetçiliğin” resmi yeniden ortaya serildi. Söylenecek fazla söz var mı: zaten Mimar Mühemdisler odası bunu belirti…….
Türkiyenin uzantısı olan ve yönetimi de direk oradan belirlenen Merkez bankasının da önerileri önemli. En iyisini yazacam! Senelerdir, hep borçlar sorun olarak yazılır. Burada insanların borç stokunun da nerelere geldiği, yargıdaki yeri, ve acil yeni yasa sözleri havada sinnekler gibi uçtu. Halbuki “Merkez bankası başkanı” bankalara kredi verme önerisi yaptı. Borçların durumu ve tahsis edilememesi konusu hiç önemli deyildir. Klasik ezberle, sorunlara hep “yeni kredilerle” çare denilir. Önceki yazımda da belirtim. Sunulan öneriler seksenden beri dünyada uygulanıp, günümüz çıkılamayan kapitalist krizin de nedenleridir. Siz şeker hastasına bol şeker verin reçetesi sunuyorsunuz.
Bankalara paraları sıcak kredi kulanımı denilirken, de itiraf halindedir. Demek ki borç sdokları artık çok şişti. Zaten son dünya krizlerinde borç sorununun nice iflası tetiklediğini en yakın Yunanistan örneği ile de yaşadık.
*****
Türkiye gerçeğimiz net. Orda olanların buraya yansıması da kesin. Şimdi, siz birilerine sorsanız hala Kemalistlik sözlerini duyarsınız. Peki son Türkiyedeki hamle ile Malazgit kutlanırken, 30 Ağustosun yasaklanma hamlesine ne dersiniz. Elbet birileri diyecek ki “onların iç işidir”! Ama böylesi öyle kararlar allınıyor ki demeyin gitsin. Bunlar hep devlet yapısının dönüştürmesinin resmen hamleleridir. Hala bunu anlamamaya devam edilsin.****
Bir konuda da ses vermek gerekir: Hapisanede iki avukat ölüm orucunda. Kritik döneme girdiler. Dünyada barolar ve insan hakları örgütler insanlık adına ses veriyor. İki avukat “Ebru ve Aytaç” sadece adalet istiyor. Adaletli yargılama talepleri vardır. Garip deyilmi, Çakıcı gibi mafyalara af çıkaran, tecavüzcüleri serbes brakan Türkiye yargısı adaletli yargılama isteyen avukatların sesini duymuyor.
Burada eskiden cılız da olsa ses çıkardı. Fakat Gurup Yorumla başlayan gelişmelerde başta insan hakları örgütleri sesiz kalıyorlar. Aydınları artık yazmayacam! Türkiyenin Yaargıtayı ise yeni bir kara sayfa yazacak gibidir. Önünde duran iki avukat dosyasına hala bakmadı. Buda öteki düşündürücü durum. Barolarımız ve benzer örgütler, TC barolar yasasına ses vermediler. Gurup Yorum üyelerinin ölmesine de sanatçılarla birlikte yine pek ses çıkmadı. Şimdi iki avukat da kritik döneme girdi. Adli Tıp Ebrunun tahliyesine veya braklımasına karar verdi. Buda uyulmadı. Ama bu türkiye seçim meydanlarında övülmez se oy verilmez korkulu politik teslimiyet konumundadır.
Tekrar edecem: bir ses de siz verin. Çünkü davayı izleyen herkes, adil yargılanma olmadığı, hat ta utanç duyulacak tavırların yaşandığına da tanık olundu. Gizli tanık olayları veya serbes braklıp sonra bir el uzanmasıyla yeniden tutuklama tutumlar, hepsi karanlıktan haykıran gerçeklerdi…..
Kısaca, gerçekler haykırıyor. Karanlıkların örtmesi yetmiyor. Hani son tanık olduğum konuyu da özetleyim: Tele 1 dinlemeye çalıştığım Zeylel Lülelin prokramından: Zeylnel ile Yunan gazeteci Stelos kkonuşuyordu. Türkiye Yunanistan gerilimi yorumlanıyordu. Diplomasi ve görüşme konusunda birleştiler. Ancak, Stelonun “anlaşamazlarsa uluslar arası adalet divanına gidilsin” önerisine Zeynel karşılık desteği vermedi. Aslında Deniz Hukukunda Türkiye Yunanistanın adalet konusundaaki ince ayrımdır. Diplomasi veya askeri denilir de Uluslar arası kurumlar veanlaşmalar vurgulanmaz.