yaklaşımlarAlpay DurduranUNESCO ve devletlerin cinsi – Alpay Durduran
yazarın tüm yazıları:

UNESCO ve devletlerin cinsi – Alpay Durduran

333 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Ne yazık ki devletler hala kendi sözde onayladıkları yasalarla bağlandıkları kuraları çiğnemekten utanmıyorlar. Bir yığın uluslararası yasa işler haldedir ama sıkışınca bazı utanmaz devletler ulusal egemenlik esastır deyip sözlerini çiğnerler. Bir ünlü diktatör neyin yalan neyin doğru olduğunu söylemek bana düşerse elbette verdiğim sözü tutmak veya tutmamak benim hakkımdır çünkü bunu herkes böyle de bilir demişti. Ancak konu incelenirse bunun benim sözümün değeri fazla değildir demektir. O zaman da ne kadardır diye bakmak gerekir çünkü yalnız yaşamıyoruz ve bir birimize muhtacız ki işbirliği yapanlar kazanır ve yapamayanlar geri kalıp emir almaya başlarlar.

Dünya çok zengin bir kültür sahibidir. Örneğin katar’dan hoşlanmayan Suudi Arabistan ve komşularından bazıları ona hava sahalarından geçme yasağı koymuşlardı ama itiraz üzerine dünya havacılık örgütü bu yasağın geçersiz olduğunu karara bağladı.

Bu durum bize yine bir acı gerçeği anımsatıyor. Bazı ulusal egemenlik iddialı devletler karar alır ve egemenlik hakları çerçevesinde olduğunu iddia ederler ama sonra uygulayamazlar.

Bu gerçeğe bakarsak halklarıyla aralarında bir sorun çıktığını görürüz. Ya halk yönetimden hesap sorar ve sözünün önemine dikkat etmesini sağlar ya da zoru görünceye kadar söz verir sonra tükürdüğünü yalar.

Tükürdüğünü yalamak deyimi sevimli bir deyim değildir ama sözünü tutmayanın hakkıdır.

UNESCO bildiğimiz gibi eğitim, bilim, kültür örgütüdür. Devletler bazı miraslarını kaydettirmek için uğraşırlar ve yardım almaya hak kazandıkları gibi miraslarını insanlığın ortak mirası olarak kaydettirince ilgi çeker ve turizmden yarar sağlarlar.

Bu gibi konular bir yasadan elde edilebilecek bir hakkın kaydı gibi o hakkın tanınmasını sağlar. Bu bir karara bağlı olur ve bağlayıcıdır. Hukukta böyle kararların gelen giden yöneticiler tarafından paspas yapılmaması için hukuksal denetleme sürecini ve süresini aştıktan sonra kesinleşmesi ilkesi konulur. Yanlış bir kararın itiraz hakkının süresi geçince itiraz edilememesi bir ayıp da olsa bunu sineye çwkmek gerektiği kabul edilir. Bu bir ilkedir ve çok uzun yıllardır itiraz edilmeyen bir ilkedir. Şimdi de itiraz yoktur. Örneğin Atatürk Batıcılığı öyle ileri götürdü ki bir kere ben onlara bir jest yapayım da benim onlara ne kadar kul köle olduğumu anlasınlar diye Ayasofya’yı müze yaparak Unesco’ya da kaydettirmiş.

Şimdi ise bir dini bütün başkan gelerek b u hatayı düzeltmiş.

Olsun varsın. Ayasofya gerçekten çok değerli bir tarihi anıttır ama kiliseliği pek de o kadar önemli değildir. Tekrar kilise olduysa olmuştur. Bir tek endişe camilikle bazı hasara kapı açılmasıdır ama turizm madeni olan özelliği onu koruyacaktır umarız.

Ancak Türkiye’ye ne oldu?

Bir hukuk ilkesi çiğnendi ve hukuk camiasının sesi duyulmadı bile. Unesco bu ilkenin çiğnendiğini elbet duyuracaktır. “inanmayın bunlar itiraz müddeti geçse de kararlarını hiç ciddiye almadan değiştirebilirler diyeceklerdir. O kadar ki sizi çağırıp da biz kararımızı değiştiriyoruz sizin için bir mahzuru varsa özür dileyerek ne düşündüğünüzü lütfen bildirin demediler” yani  bugün sözleri vardır yarına Allah kerim!

Diğer Unesco’ya kaydettirilen anıtların durumu ne olacak? Bize bunu yapan ülke yasa egemenliği olamaz deyip de ona göre hareket edeceklerdir, mutlaka. Dileriz diğer benzer palavracı devletler gibi devrandılar ama önemli olan eserlerdir onlara zarar gelmemesi için yardım bile yapalım derler.

Bu kararı alanlar atıp tutmaya devam edebilirler, Atatürk’ün ihanetinden bahsedebilirler ve oyalanabilirler ama aynı gemide gidenler böyle şeylerin zararını hep beraber çekerler.

Ne değiştiği ise hemen hemen hiç denebilir.  Bir gün ayrımcılık bize yakışmaz, hepimiz bir ve bütünüz denecek ertesi gün seçilmiş yöneticileri görevden atılıp kayyımla değiştirilecek, baroların başına biri geçip de sorun çıkmasın diye örgütlenme haklarını budamaktan başka bir şey olmayan yasal zorunluluklar getireceksin! Demokrasi diyeceksin ama mecliste bile milletvekillerine söz hakkı tanımayacaksın, meclis başkanlığına yetki vererek susturacaksın! Yeter görmeyip parti yasasıyla partisinin sultasıyla da susturacaksın. Parti disiplinini ileri sürüp parti içi popülizm ve istismar huylarına bağlı kliklere milletvekillerini susturma olanağı tanıyacaksın. Avrupa Konseyi parlamenter meclisinin “demokratik parlamento” kararını çiğneyerek milletvekiline partisi dahil kimse emir veremez, telkinde bulunamaz kuralına aykırı olarak ihraç dahil türlü cezalar tüzüklerinde bulundurmaktadırlar. Anayasada parti yasakları halkın üstünde güçlerin olmasının doğal olduğunu gösterecek şekilde yasaklar durmaktadır.

Yani Bizim halimiz bellidir. Türkiye’de dahaları da vardır. Onların giderilmesini bekleyen dünya mirasının kaçta kaçının geriye kalacağını da düşünmek zorundadır. Acı ama gerçek.

Dünya kültür mirası diye bir kültür merakı olacak ve onun için fedakarlıkta bulunacaklar! Hiç böyle bir kültüre sahip olamadılar, olanları ezmeye devam etmektedirler ve dahası da ufukta beklemektedir. Bunlar bu cins devlet olarak kaldılar.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin